Ne demişti Marx? “Bilmiyorlar ama yapıyorlar!” Ama ya biliyorsak ve yine de yapılması gerekeni, bilmemizden geleni yapmıyorsak! O zaman ne yapacağız?

İnkâr, korku ve bastırmanın neresindeyiz?

Aslında başlık biraz hatalı, biraz da eksik oldu. "Korku" yer almamalıydı mesela. “Kaygı” sanki daha doğru olurdu. Ama derdimi biraz daha yakından anlatabilmek için korkuyu, yani az çok farkında olduğumuz bir duyguyu seçtim, kaygıyı değil.

Ama korku ne kadar bilinçte yaşanırsa kaygı da o kadar derindedir. Bilince farklı farklı çıkar, gelir.

Zaten bireysel hallerimiz de toplumsal hallerimiz de bilinçli olanlardan, yani az çok farkında olduklarımızdan çok bilincimizde pek de olmayanlarla alakalı değil mi? Gözümüzün önünde çeşit çeşit haller oluyor ve bir biçimde "olmuyorlarmış" gibi yaşayıp gidiyoruz. Bilinçte olan, bir şekilde kaçıyor, gidiyor.

Hani, mesela diyeceğim ki "eninde sonunda kandıracaklar hepimizi"... Öfkemiz, umudumuz ve gelecek için. Kandıracaklar. Doğru bir öngörü olacak bu ama çok da eksik kalacak. Eksik kalacak çünkü yanına yazmak lazım: "Biz de kandırılmayı istemiş, tercih etmiş olacağız." O kadar.

Örneğin faşizme yürüyen Almanya'nın tarihi öyle yazılmadı mı? “Kandırıldılar!” Nokta.  Sıradan insanlar, eli kalem tutanlar, aklı çalışanlar ve de köşe başlarını tutanlar… Hep kandırıldılar! Öyle miydi acaba? Ya kandılar ya da her şeyin ama her şeyin gözlerinin önünde olup bitmesini izlediler. Bile isteye. Belki biraz da çaresizce, ne yapacaklarını bilemeyerek.

Ama ne yapacağını bilmek için neyi bilmediğini, daha doğrusu neyi bilmiyor gibi yaptığını da bilmek gerekiyor. “Ne yapmalı?” sorusu biraz da bunun yanıtını aramıyor mu?

Öyle ama gelin görün ki tarih böyle yazıldı! Ne yazık ki!

Biz şimdi sanıyoruz ki geçmiş sadece kanmaktan ibaret.

Sanıyoruz ki günümüz de böyle yaşanabilir. Dört bir yanda...

Ama tarih (bence bilerek ve de isteyerek) eksik yazıldı: Köklü, kapsamlı bir değişim yerine herkes yıkımın, boğazlaşmanın ve -mış gibinin hükümdarlığını tercih etti. Sıradan insanlar, eli kalem tutanlar, aklı çalışanlar ve köşe başlarına çökmüş tüm yaygaracılar…

Almanya'da, Fransa'da, bizim buralarda ve de dünyanın öne çıkan her coğrafyasında.

Çoğunluk "buraya kadar her şey yolunda" dedi ve düşmeye devam etti. Ta ki yere çakılıncaya kadar. Çakılma dediğimiz de büyük bir boğazlaşma oldu.  

Şimdi de öyle bir dönemden geçiyoruz. Geçmek üzereyiz. 3. Dünya Savaşı yaklaşık olarak 50 yıl önce başladı ve halen sürüyor.

Sürüyor ve ister karar anı diyelim, istersek kırılma noktası! Her ne ise işte ona giderek yaklaşıyoruz.

Bir tek seçimlerden falan bahsetmiyorum. Ülkenin ve dünyanın hali hepimizi köklü bir çatışma momentine doğru ittiriyor. Bilsek de bilmesek de.

*

Ne demişti Marx? “Bilmiyorlar ama yapıyorlar!”

Ya biliyorsak ve yine de yapılması gerekeni, bilmemizden geleni yapmıyorsak! O zaman ne yapacağız?

Yani “biliyorsak ve yapmıyorsak!”

Kimileri bu tür sorulara zaten “bilmiyoruz, bilemeyiz” diye yanıt veriyor. Daha doğrusu “veriyordu”. Veriyordu diyorum, çünkü bütün 90’lar bunlarla geçti: “Çok-bilmiş bir özne olmamalıyız”larla falan. “Ne yapmalı?” sorusunun mâhkum ettiği bir yanıttı bu aslında.

Tarih “Ne yapmalı?” diye sordu ve geniş bir kesim “ne yapılacağını bilemeyiz” diye yanıt verdi bu soruya. Ne Yapmalıcılar’ın karşısına “Ne yapılacağını kesinlikle bilemeyiz”in çoğunluğu çıktı. Yani Menşevikler…

Ve kazanan onlar oldu. Büyük bir yenilginin ve de büyük bir yanılgının içinde, onlar kazandı. Gorbaçov falan…

Hepimize geçmiş olsun. Hem de çoktan…

Şimdi ise artık öyle “ne yapılacağını bilemeyiz” denebilecek bir şey kalmadı ortada. Her şey ulu orta, gözümüzün önünde yaşanıyor. Sınıfsa sınıf, eşitsizlikse eşitsizlik, gericilikse gericilik, bencillikse bencillik ve kendini düşünmekse kendini düşünmek… Hepsi, herhangi bir örtünün saklayamayacağı kadar ulu orta büyümüş durumda.

Bu nedenle bugün haklı olarak ancak “biliyorlar ama yine de yapmamakta direniyorlar” diyebiliriz.

Hepimiz…

Yapmamız gerekeni bilip yapmamız gereken her şeyi yapmamak için direniyoruz.

Sonuna kadar!

*

İnsan sormadan edemiyor: Bu direnç nereye kadar? Tarihe, kendine, bildiğine, bilmediğine ve bilmek üzere olduğuna… Direnmek, nereye kadar?

Velhasıl ortada aslında bir yanıyla inkâr var. Kaygı ve korku da var; kaçınılmaz olarak; insani olarak… Bilinçte ve bilinç dışında yaşanan onca şey var. Bastırma da var.

Ama esas olan: Değişime direnç. Daha iyi olana direnç…

Bir tür ölüm dürtüsü bu. Bir tür kendini yıkma tekrarı.

Kökü ve kapsamlı bir değişime direnmek… Ve hatta fellik fellik kaçmak.

Nereye kadar?

Yere çakılıncaya kadar mı?

Yüz yıl sonra, bir kez daha mı?