Sağlıkta dönüşüm, sağlıkta dönüşüm diyoruz... Ama sağlıkta dönüşümün getirdiği sorunlar hastane girişlerini AVM girişlerine dönüştürerek çözülebilir mi? Hiç de emin değilim.

Saçma sapan şeyler!

Saçma sapan şeyler bunlar. Bir cerahatin ansızın boşalması gibi. Hiç beklemediği bir anda pörtlemesi gibi. Ansızın bir infilak...

Böyle mi olacak? Yani bu ülkeye her ne olacaksa ansızın mı olacak? Birisi “çok öfke birikti; ama büyük bir körlük içinde anlamıyorlar” diye yazmış. Öyle mi hakikaten? Ortada bir anlayamama sorunu mu var? Ya da çok sevilen bir açıklama ile söylersek “iktidar körlüğü” mü bu? 

Sınıfsal bir çıkmaz olmasın? Nereye gittiğini görememe, bilememe hali değil de tam tersine sınıfının çıkarı, işleyişi ile başka bir yere gitmeyi kesinlikle istememe. Hatta bunu düşünememe ve herkesi, her şeyi de sürükleme. O olmasın!
Ülkenin tüm kamu varlıkları bizzat sermaye aracılığıyla ve sermaye için çürütüldü. Bu bir körlük değil, saldırıydı. Okullarımız, okul sıralarımız ve sonra da çocuklarımızın sıraları, kör topal yürümeye mahkûm edilen sağlık ocaklarımız, eskimiş hastanelerimiz, fabrikalarımız... Hepsi paraya çevrildi. 

Türkiye artık özel sektörün mezbahası ve bu mezbahada her gün milyonlarca saçma sapan şey, ölüm, kaza, yaralanma, sakatlanma yaşatılıyor. Kamu gibi görünen her ne varsa, onlar da dahil…

Ve ortada bir körlük değil, bir tercih var. Sermaye sınıfın tercihi… Ve bir de bu tercihe yeteri kadar itiraz etmeyen bir toplum var! Çoğunluğu genç, dinamik emekçilerden oluşan… Geleceği elinden alınmış, öfkeli ama kafası alabildiğine karışık bir toplum. 

Türkiye’de sağlık da eğitim de sadece büyük sermayeye sunulan birkaç milyar dolarla bile ayağa kalkar! Bağlantıyı kurmak zor olabilir ama bankalar kârını katladıkça sağlıkta şiddet de artıyor mesela! Bu ülkede para da kaynak da insan gücü de var: ama bu ülkede kaynakları da insan gücünü de parayı da çarçur eden bir sınıf var. 

Şirketlerin, bilmem ne dergisinin ilk 500 zengin listesine giren birkaç kişinin düzeni devam etsin diye üç kuruşun kavgasını, derdini çekiyoruz, koca bir toplum. Düzen öyle bir örgütsüz yakalamış durumdaki her bir kesimin aklını da bulandırmış durumda. Sermayedarlara oluk oluk para akıtılmasını sağlayan bir sistemde en eğitimlilerin bile gözüne, aklına performans, göç, günü-kendini kurtarma vs. yerleşmiş durumda. İnsanca ama pek insani değil!

Ve bu düzen devam etsin diye hekim de hemşire de işçi de köylü de göçmen de herkes, ama herkes, daha çok çalışmak, en az üç kişilik iş yerine getirmek zorunda! Beş dakikada bir hasta bakmak nedir ki mesela? 

Peki toplumdan çalınan, alınan, gasp edilen kaynaklarla ne yapılıyor? Bir bakın etrafınıza: devasa özel hastaneler, devasa bir özel sağlık sektörü, irili ufaklı binlerce özel okul... Denetimsiz binlerce fabrika. Yağmalanan bir doğa. Talan edilen hayatlarımız.

Sağlıkta dönüşüm, sağlıkta dönüşüm diyoruz... Ama sağlıkta dönüşümün getirdiği sorunlar hastane girişlerini AVM girişlerine dönüştürerek çözülebilir mi? Hiç de emin değilim. Belki insanca istekler bunlar ama hiç de ihtiyacımız olan değil! Hem de hiç…

Türkiye’nin ve hatta dünyanın sağlıkta yeni bir dönüşüme ihtiyacı var. Öyle eski düzene dönerek değil. “Yeni sosyalleştirme” diye yan yollar önererek değil. 

Sağlık, hayat, beden kültürü ve tüm bunları da içeren basbayağı bir dönüşüme ihtiyaç var. Ve bu dönüşüm emin olun ki x-ray cihazı temin etmekte bile zorlanan sermaye iktidarını ikna etmekten çok daha kolay, çok daha olası, çok daha gerçekçi…
Belli bir mesafeden bakınca saçma sapan şeyler bunlar. Trajikomik...

Ruhunu çaldılar bu ülkenin ve şimdi herkes birbirinin üstüne atlıyor. “Bu kadarı da olmaz artık” dediğimiz kaç olay yaşandı bu ülkede!

Çıkılacak yer belli. Ve o yerden yırtmaya çalışıyoruz hep beraber; panik butonuna aynı anda basıp yırtmaya çalışıyoruz. Yırtmaya çağıranlara kulak kabartıyoruz. Ama öyle, ama böyle...

Sonuç? 

Sadece bir cerahatin ansızın, kendiliğinden, öylece boşalması… Öyle mi?