Bu kadar insan nerede? İlhan İrem’in ardından nostaljiye kapılanlar... Yan yana gelseler geçmişi de bugünü de değiştirecek ve tam da İrem’in şarkısındaki yarınları yaşatacak insanlar olarak neredeyiz?
“Bir devir kapanıyor” demiş bir arkadaşım, İlhan İrem’in ölüm haberinin ardından. Doğrudur, bir süredir bir devir kapanıyor. Ve belki de çoktan kapandı… Perdede sadece isimler kaldı, onları izliyoruz. Bizleri koltuğumuza çakan bir sinema filminden çıkamaz halde sanki sürekli geçmişe bakıyoruz. Sanırım İlhan İrem’in haberi de böylesi bir etki yarattı. Birçok insanda… Özellikle de 30 yaş üstü hemen herkeste bir şeyler hatırlattı İrem. Hüzünlü, kayıp ve eksik kalan.
Ölüm haberinin ardından, uzaktan bakınca “abartılı” bulunabilecek bir üzüntü ortaya çıktı. Kesinlikle İlhan İrem bunu hakketmemişti vs. demiyorum. Daha çok derdim ortaya çıkan ruh hali ile ilgili. Birçok insan İrem’in yarınlarında kendi geçmişini gördü ve üzüntüsünü dile getirdi. Çaresizce ellerinden kayıp giden geçmişi…
Geçmişi, sanırım hep “eksik” olarak görmek daha kolay. Hatta belki de diyebiliriz ki günümüzde geçmiş hep nostaljik bir mesele. Kayıp, yitik, eksik…İrem’in haberi biraz da bu eğilimden nasibini aldı sanki. Farklı dönemlerden birçok insanı aynı yere götürdü: Geçmişe.
Görünen o ki yeni gelen her kuşak geçmişi romantize etmeye devam edecek. Ama örneğin 80’lerin nostalji ile anıldığını görmek o dönemi yaşayanlar için çok da anlaşılır olmayabilir. 80’lerde öykünülecek çok az şey vardı.
*
Ama sorun şurada: Yeni, sürekli geçmişi aratıyor. Yeni, geçmişi parlak, özenilir ve özlenir kılıyor. Öyle olunca da geçmiş, hepimizin zihninde parlıyor. Hak etse de hak etmese de…
Toplumsal hafızada sürekli kayıpların yaşandığı bir dönemde geçmişe özlem duyulması, geçmişin olduğundan daha parlak ve şaşalı hatırlanması bir yanıyla şaşırtıcı olmasa gerek.
Ama…
Her toplum böyle midir bilemiyorum ama bazı kayıpların arkasından önüne geçilemez bir duygu selinin ortaya çıkmasının, hızlıca yaşanan nostaljik havanın bir anlamı olmalı.
Çünkü…
Nostaljiyi, nostaljik biçimde özlenen o dönemin insanları değil, o dönemin karmaşasını, zorluklarını yaşayanlar değil de bugünün bitmeyen dertleriyle boğuşmak zorunda kalanlar kuruyor, ortaya çıkarıyor.
*
Nostalji… İlhan İrem’e çok da yakışan bu kelimenin tahmin edilebileceği gibi kökleri antik Yunan’a dayanıyor. “Eve dönüş” anlamına gelen “nostos” ile sancı anlamına gelen “algos” kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş.
Kökleri antik ama kendisi biraz yeni: İlk kez kullanımı 17. yüzyıla dayanıyor. Bir “ruh hali” ya da hastalık olarak girmiş kullanıma. Sıla hasreti çeken kişiler (özellikle de askerler) için kullanılmış. Yüzyıllar içinde ise geçmişe, zamanda başka bir ana, yere duyulan özlemi tanımlar hale gelmiş… Bir ruh hali olarak, hastalık olmaktan çıkmış!
Nostalji söz konusu olunca ister istemez “melankoli” de çıkıp geliyor. Yani kara safra! Bir başka ruh hali; hatta psikiyatrinin ana “hastalıklarından” en önemlisi, Hipokrat’tan beri. Melankoli, derin kayıp yaşayan ve zihnindeki karaltı yüzüne de yansıyan insanlar için kullanılmış. Hipokrat bunu, yani elem, keder içindeki insanın kararan görünümünü safraya bağlamış.
*
Nostalji le melankoli arasında ise ince bir fark var günümüzde. Nostalji geçmişe bugünü de kapsayan bir çaresizlikle bakmaksa melankoli geçmişe bugünü de paralize eden bir bakışla bakmak oluyor. Birincisi geçmişi bugündeki ferah bir konfor ve tüketimle buluştururken ikincisi bugünü de anlamsız kılan, bugündeki her tür çabayı (şanlı-yüce geçmiş karşısında) da beyhude hale getiren bir kötürümleşme getiriyor.
Ve her ikisi de etrafımızda çok yaygın. Çok…
Ama boşuna değil.
“Biz”e yakın isimlerin ardından yakalandığımız yas havası aslında bizi her seferinde ana yasımıza bağlıyor. Bir tür zaman tünelinden geçiyor ve temel kaybımızla (her ne kaybettiysek artık sorusuna hiç gelmeden) yeniden karşılaşıyoruz.
Bu kayıp zamanın ise 70’ler ya da 80’ler olması tesadüf değil. Tüm dünyada değişimin mühürlediği bir dönem bu dönem. Bir tek sosyalizm olasılığının, ufuktaki “iyi, güzel” günlerin çökmesinden bahsetmiyorum: 80’ler iyi, güzel olanın da kanadının kırıldığı yıllar...
İlhan İrem ise o kolu kanadı kırıklığın popüler bir yanı, simgesi, işleyicisiydi. Ve öyle çok da kolay anlaşılır birisi değildi. Örneğin şarkı sözleri sıradan bir pop şarkısına göre çok daha çetrefilliydi ve şifreyi bilmeyenler için açıkçası kapalı bir kutuydu. Yani bugün, şimdi ardından yüceltildiği kadar kolay kabul görebilen, pop-popüler olabilen işler yapmıyordu İrem. Popun aksayan sesiydi. Hatta popa rağmen poptu İrem.
İrem’in ardından çabucak büründüğümüz kayıp örtüsü bu ülkenin hamuruyla alakalı. “Çok çabaladık ve ne anlaşıldık ne de anlayabildik; yenildik, yenildik, yenildik” diye anlatılabilir bu hamur. O kadar güçlü bir ruh hali ki bu, şurada 5-10 yıl öncesini yaşamamış ama o dönemi birer çocuk olarak dinlemiş yeni yetme gençlerinde bile izini görmek mümkün yenilginin, kaybın, nostaljinin: “Gezide gördük! Buralardan [ve bizden de] bir şey olmaz, çabalamak beyhude” biçiminde…
*
Yani nostalji de melankoli de 1970’lerden 2010’lara çok farklı dönemlerin insanları için ortak bir ruh haline dönüşmüş durumda Türkiye’de. Yenilgiyi yaşayan da yaşamayan da buraya hapsolmuş durumda ve en küçük kayıp bile bu hissi canlandırıveriyor. Sanırım bu nedenle İlhan İrem’in ölümü hepimizde hızlıca bir şeyler çağırdı.
Aynısını geçen yıl Oruç Auroba’nın ardında da hissetmiştim. Özellikle sosyal medyada ortaya çıkan üzüntü ve şaşkınlıktan sonra “ne çok insana değdiğini” düşünmüştüm.
Ama sorun şurada: Bu kadar insan nerede? İlhan İrem’in ardından nostaljiye kapılanlar mesela... Neredeyiz? Yan yana gelseler geçmişi de bugünü de değiştirecek ve tam da İrem’in şarkısındaki yarınları yaşatacak insanlar olarak bizler neredeyiz ki?
Öğütücü bir melankolinin içinde debelenip duruyoruz… Ama… Durmayalım.
Öykündüğümüz dünler için değil. İrem’in gelmeyen Yarınlar’ı için.
Yarınlar bizim olsun.
Işık ve sevgiyle.