Türkiye-B.A.E İlişkileri: Eski düşman yeni yatırımcı

Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında Arap Baharı’ndan bu yana süren gerilim bugünlerde yerini diplomatik bir ‘’İkinci Bahar’’a bırakmaya başladı.

Sercan Yıldız

Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında Arap Baharı’ndan bu yana süren gerilim bugünlerde yerini diplomatik bir ‘’İkinci Bahar’’a bırakmaya başladı. İki hafta önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) istihbaratının başında bulunan Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun bin Zayed Al Nahyan’ın Saray’da ağırlanması bu noktada önemli bir adım.

Uzun süredir dış siyasette militarist, saldırgan ve dengesiz bir politika izleyen AKP’nin, ABD seçimlerinden bu yana dış politikada kendisine yeni koordinatlar belirlemeye çalıştığı aşikar. Zira ABD Ortadoğu’da vekillerine daha faza rol verdiği bir konumlanışa geçerken arkasında çatışan müttefikler bırakmak istemiyor. Bu durum dış politikada yalnız kalmış AKP’yi, bir yandan ‘’U dönüşüne” zorlarken diğer yandan da iktidarını uzatmak için gereken finansman konusunda bir ‘’umut ışığı’’ oluyor. AKP’nin dış politikada oyun kurucu rolüne daha fazla devam edemeyeceği uzunca bir süredir konuşuluyordu. Sedat Peker’in BAE’de bulunmasıysa Türkiye’nin bu adımları daha ivedi bir şekilde atmasındaki bir diğer faktör gibi görünüyor.

Türkiye'nin dış ticaret hacmi 2017’den bu yana 15 milyar Dolar seviyesinden 2018’de 7 milyar Dolar seviyesine düştü. BAE ile gerilimlerin sürmesi ekonomik göstergeler de hesaba katılınca AKP için telafi edilmesi gereken bir diğer nokta. Abu Dabi’nin günlük uçuşları başlatması Türkiye sermayesi için olumlu bir gelişme. Bunun yanında yeni dönemde Mısır’ın İhvancılarla hesaplaşması konusunda Türkiye’nin daha düşük profilli bir tutum alması, buna denk düşecek şekilde BAE’nin de uzun süredir fonladığı Fethullahçılara 2021 Aralık ayından itibaren yardımlarını keseceğini iletmesi ilişkilerin normalleşmeye doğru gittiği görüşünü güçlendiriyor.

İhvan’a hamiliğin bedeli

50. kuruluş yılına henüz girmiş olan BAE’nin, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip Türkiye’yi bu derece sıkıştırması kuşkusuz bir sürpriz. Fakat madalyonun diğer tarafında AKP’nin izlediği İhvancı politikayı göz önüne alınca durumun garipliği biraz olsun ortadan kalkıyor. Türkiye ile BAE arasında normal seyreden ilişkiler 2013’te Türkiye’nin, İhvan’ın hamiliğini üstlenmesi ile hızla gerilmişti. Zira İhvan, Katar hariç körfez ülkelerini ciddi manada rahatsız etmesinin yanı sıra BAE için özel bir tehlikeydi.

1970’lerde BAE’nin gerek eğitim alanındaki gerekse devlet kadrolarındaki kadro açığını kapatan İhvan örgütüyle Emirlik’in arası, 70’lerin sonunda İran İslam Devrimi’nin etkisine paralel bir şekilde açıldı. İslam Devrimi’nin etkisiyle geniş nüfuz alanı bulan İhvan’ın siyasi talepleri artınca devletteki ağırlığını azaltacak önlemlerin bir parçası olarak bakanlıklar ellerinden alınmıştı.

2000’lerin başında İhvan örgütüne karşı ülke çapında ciddi bir siyasi mücadele yürütülmüş, Arap Baharı’nın ardındansa önce 2013’te örgüt elebaşı olduğu iddia edilen 94 kişi tutuklanmış ve 2014’te İhvan terör örgütü ilan edilmişti. Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek isterken Arap Baharı’nda koçbaşı rolü üstlenen bu örgüte hamilik etmekse AKP’ye sandığından pahalıya mal oldu. Suudi Arabistan’ın ekonomik boykotuyla birlikte BAE ile daralan ticaret ve ardından ABD’nin İhvan’ı terör örgütleri listesine alması, en nihayetinde ciddi bir başarısızlığa, AKP’nin dış politikada yalnız kalmasına neden oldu.

Yeni Dönem

Yukarıda BAE ile Türkiye arasında düşmanlık noktasına gelen gerilimin sebeplerine değinmeye çalıştık. Elbette emperyalizm çağının dış politikasında düzelmeyecek yahut geri alınmayacak hiçbir ilişki yok. Zira BAE ile İsrail’in karşılıklı ilişkileri yeniden başlatması, İsrail’in dış ticarette en büyük partnerlerinden biri olan Türkiye’nin BAE ile ilişkilerini revize etme konusunda adım atmasına yol açtı.

Biden yönetiminin ‘’Daha Dingin bir Ortadoğu’’ politikasının Suudi-Katar ilişkilerinin önünü açması, bununla beraber Türkiye’nin Mısır’la yakınlaşması; Türkiye’nin bölge ülkelerinden BAE ile ilişkilerini revize etmesine yol açan önemli diğer iki gelişme oldu. Ayrıca BAE hükümeti bu yıl ülke içinde ve dışında 50 büyük proje gerçekleştireceğini açıklarken ekonomik olarak bu derece sıkışmış olan AKP’nin BAE ile ilişkilerinde maceracılığa devam etmesi bir lüks haline geldi. Buna bir de ABD’nin daha dolaylı bir diplomasi yürütme çabasında olduğu Ortadoğu’da, müttefiklerinin (BAE ve Ortadoğu’da kendisine alan arayan diğer işbirlikçilerin) izole edilme endişesi eklenince gerilimin azalmasının koşulları iyiden iyide oluştu.

Şeyh Tahnoun’un Türkiye'yi son ziyareti bu tablo içinde gerçekleşirken elbette ziyaretin tek amacı Türkiye - BAE ilişkileri değildi. Türkiye ziyareti öncesinde Kahire’de Sisi ve Hafter ile görüşen Şeyh Tahnoun’un Türkiye ziyareti sonrasındaysa tekrar Mısır, ardından Ürdün ve Katar rotasını çizmesi bu ziyarette İran konusunun ve diğer uluslararası konuların da konuşulmuş olma ihtimalini güçlendiriyor.

Bugünün emperyalist dünyasında dış politika için gelecek tahminleri yapılırken ‘’Emin olunabilecek tek şey halkların başına daha büyük çorapların örüleceğidir.’’ dersek hiç de abartmış olmayız. Öte yandan havuz medyasının darbe finansörlüğüyle suçladığı, AKP’nin sadece İslami örgütler (İhvan, Cemaat vd) konusunda değil Kuzey Afrika’da da hegemonya çatışması yaşadığı BAE ile şimdilik bu ayrışmaların bir kenara bırakılıp çubuğun ekonomik alanda kazan-kazan ilişkisine büküldüğünü söyleyebiliriz.