Faciadan kurtulanların birbirlerinden habersiz olarak verdikleri ifadelere bakılırsa göçmen teknesi Yunan Sahil Güvenliği tarafından çekilirken alabora olup batmış.

Mavi mezar

Kimi konuları kaleme almak zor geliyor. Yazarken, kâğıda dökülenlerle ilgili bir tür umarsızlık duygusu kaplıyor içinizi, yüreğiniz burkuluyor. Olağan koşullarda severek yaptığınız bir eylem bir tür eziyete dönüşüyor. 

Göçten söz edeceğim bu hafta. Göç ve göçün öznelerinden. İnsanlardan. Gündelik yaşantımızda çoğu zaman birbirlerine karıştırarak kullandığımız göçmenler, sığınmacılar, mültecilerden. Akademik nitelikli bir metin kaleme alma iddiası ve yeterliliğine sahip olmadığımdan uzun uzun anlatacak değilim bu kavramların arasındaki farkları. Sonuçta yerini yurdunu terk edip daha iyi bir yaşam arayanlara verdiğimiz soğuk isimler bunlar. Kendi isteğiyle ya da zorla olması göçün güçlüğünü de kaldırmıyor ortada, ölümcüllüğünü de.

Bütün göçmenler mülteci sayılmıyorlar ama bütün mültecilerin göçmen olduklarına kuşku yok. 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’ymüş. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2000 yılında aldığı bir kararla belirlemiş bu tarihi. Mülteciliğin hukuki statüsünü tanımlayan temel metin 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi”.  

İnsanlıkla yaşıt olmasına karşın bir şekilde başımıza gelmeden üzerinde etraflıca düşünmediğimiz bir olgu göç. Bu konuda çalışmalar yapan uluslararası kuruluşlar var. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) bunlardan en geniş kapsamlı olanı. BM sisteminin bir parçası. BM'ye bağlı bir diğer kuruluş Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR). İsminden de anlaşılacağı gibi onun faaliyet alanı sadece mülteciler. Bir diğeri ise salt Filistinlilerle ilgilenmesi için kurulan UNRWA. Açık adıyla BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı. Göçle uğraşan bir sürü de Sivil Toplum Kuruluşu mevcut. Buna rağmen, göç sorunu giderek büyüyor ve daha ölümcül boyutlara ulaşıyor. Demek ki bunlar yeterli olmuyor. Demek ki sorun kurumlarda değil göçü besleyen, göçten ve göçmenden sermaye birikitiren düzende. 

Geçen hafta Yunanistan açıklarında bir göçmen gemisi battı ya da batırıldı. İlk ve oldukça iyimser görünen tahminlere göre 78 insanın öldüğü belirlendi. 104 kişi sağ kurtuldu. 500’den fazla da kayıp olduğu söyleniyor. Bunların artık sağ bulunma ihtimali yok. Üstelik batan ya da batırılan ve 700 kişi taşıdığı tahmin edilen teknenin ambarında 100’den fazla çocuk bulunduğu söyleniyor. 

Türkiye’de sabah akşam göçmen düşmanlığı yaptığımız için olay sanki başka bir gezegende gerçekleşmiş gibi genel bir ilgisizlikle karşılandı. Hakkını verelim, Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı ama uyarına geldiğinde “Ensar” edebiyatı parçalama konusunda yüksek performans sergileyen dünya liderinden ya da elemanlarından bir beyanat duymadık. Keza “Curling” Kupası kazananlara dahi kutlama mesajı gönderen muhalefet liderinin bir taziye mesajına da rast gelmedik. Öyle ya bizim kendi göçmen sorunumuz var. Atacak mıyız, besleyecek miyiz diye tartışıyoruz yeri geldikçe. Belki de bu yüzden ana haber bültenlerinin “reklama gitmeden” şöyle bir uğranılan “dış haber” bölümlerinde bile zor yer buldu bu büyük katliamın haberi. 

Dünyanın görünüşte en itibarlı ama gerçekte en etkisiz makamlarından birinde oturan BM Genel Sekreteri doğrudan Avrupa Birliği’nin sorumluluğuna işaret eden bir demeç verdi. Guterres, AB’nin etkili bir göç politikası belirlemesi gerektiğinin altını çizdi. AB liderleri âdet yerini bulsun kabilinden açıklamalar yaptılar. 

Elbette Mora yarımadası açıklarında yüzlerce yolcusuyla birlikte batan bu teknenin başına gelen bir deniz kazası değil. Kader planı, mukadderat filan da değil. Facianın üzerinden günler geçtikçe, olayın ardından “teknedekilerin yardım talebini reddettiklerini” ileri süren Yunan Sahil Güvenliği’nin ve onu cinayete yönlendiren, hukuki deyimle azmettiren AB sınır koruma ajansı FRONTEX’in nasıl utanmazca yalan söyledikleri belirginleşiyor.

Hukukçu olmadığım için TCK’da nasıl bir karşılığı var tam bilmiyorum ama Fransa’da çalıştığım yıllarda Fransız hukukunda Türkçe’ye “tehlike altındaki kişiye yardım etmeme” diye çevirebileceğim bir suç olduğunu öğrenmiştim. Yunanlı görevlilerinin yaptıkları bu suçun dahi ötesinde bir şey. Yıllardır Ege’de ve Akdeniz’de Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan İtalya’ya, Türkiye’den Yunanistan’a her ülkenin göçmenlerin yaşadıkları ölüm tehlikelerine seyirci kaldıkları biliniyor. Bu kez durum daha da vahim.

Faciadan kurtulanların birbirlerinden habersiz olarak verdikleri ifadelere bakılırsa göçmen teknesi Yunan Sahil Güvenliği tarafından çekilirken alabora olup batmış. Diyebilirsiniz ki, “deniz koşullarında olur böyle kazalar. Adamlar kurtarmaya çalışırken bir aksilik olmuş”. Ne yazık ki, olayın gelişimi hiç öyle değil. Teknenin batma tehlikesi bulunduğunu sabah saatlerinde haber alan ancak müdahale için ne hikmetse saatlerce bekleyen Yunanistan Sahil Güvenliği tekneyi Yunan sularından İtalyan sularına çekerken batmasına neden olmuş. Üstelik sözde kurtarma çalışması yürüttüğü halde böyle durumlarda ilk yapılacak şey olan can yeleği dağıtma işlemini bile tamamlamadan tekneyi çekmeye başlamış. 

Bu noktada gerçeklerin ortaya çıkmasının ardından sokaklara çıkıp kendi yetkilileri ve AB’yi protesto eden onurlu Yunan halkını içtenlikle kutlamayı unutmayalım. Unutulmaması gereken başka gerçekler de var. 

Yunanistan ve İtalya uzun yıllar bu göç sorunuyla boğuşurken AB tarafından yalnız bırakıldılar. 2015-2016 yıllarına kadar Yunanistan, daha yakın zaman kadar İtalya binlerce göçmeni boğulmaktan kurtarmak için yoğun çaba harcıyorlardı. Ancak AB’nin bu iki ülkeye verdiği sözler tutulmayınca sabırlar da kısıtlı kaynaklar da insanlık da tükendi. İtalya’da her ne kadar şimdi yerli ve uluslararası liberal basın “Başbakan Meloni’nin hülyalı bakışlarına” odaklanarak gizlemeye çalışsa da neofaşistler iktidara geldiler. Yunanistan’da da insanlıktan nasiplenme konusunu pek de ciddiye almayan Washingtonsever Miçotakis Hükümeti AB desteğiyle göçmen düşmanı politikalarını denizde infaz boyutuna taşıdı. 

Yunanistan son yıllarda Avrupa Kalesini ya da J. Borell’in pek sevdiği deyimle “Avrupa Bahçesini” korumaya yönelik bu tarz “operasyonları” artırmıştı. 2021’de Yunan Sahil Güvenliği Girit açıklarında yakaladığı, içinde 382 insan bulunan bir göçmen teknesini üç gün boyunca çekerek müdahale alanının dışına çıkartmak ve Türkiye karasularına bırakmak isterken suçüstü yakalanmış, olayın duyulması ve STK’ların kopardığı gürültü üzerine dördüncü gün Kos adasında kıyıya çıkartmak zorunda kalmıştı. 2022 yılında AİHM, Yunan makamlarının ülke kıyılarında batan bir teknedeki 28 göçmeni kurtarmak için “gerekeni yapmadığını” karara bağlamıştı. O cinayette 11 kadın ve çocuk yaşamını yitirmişti.

Sayıların özellikle de yanlarında değerli para birimlerinin işareti olduğunda insanlıktan büyük sayıldığı bir düzende yaşanan bu son olay kuşkusuz Yunanistan ve Avrupa’da nispeten daha uzun bir süre tartışılacak. Sonra yeni bir vakaya kadar unutulup gidecek. 

Kapitalizmin amok koşusunda aklını ve insanlığını çoktan yitirmiş yöneticilerin hüküm sürdüğü mücavir ülkeler tarafından biyolojik ömrü hızla tüketilen Akdeniz artık giderek salt kendimiz kadar akıllı bulmadığımız canlıların değil insanların ve insanlığın da mezarı haline geliyor. Kimi şaşkınların vatan ilan ettikleri, kimi muhterislerin dibindeki kaynaklara göz diktikleri büyük ve mavi bir mezar.

Bu duygu ve düşüncelerle “Dünya Mültecilere Günü”nüz kutlu olsun!