Erdoğan, artık, değil Kemalist müttefikler bulmak, bir çağrışım yaratmak için bile sıfırı tüketmiş bulunuyor. Ortada bir ittifak, iktidar ve siyaset boşluğu var.

İttifaklar ve olasılıklar

AKP uzun iktidarını farklı ittifak sistemleriyle yürüttü. Fethullahçılar herhangi bir tarikat veya cemaat olmanın ötesinde ABD emperyalizmiyle özgün bir ilişki tutturmuşlardı; sermaye sınıfının önemli bir unsuru hatta bir açıdan piyasa düzenleyicisiydiler; devlet ile egemen güçlerin, en önemlileri ordu, akademi ve yargı olmak üzere bir dizi ağırlık noktasına yerleşmişlerdi. Böyle bir müttefikin yitirilmesi ağır sonuçlar yarattı.  

Ortaya devasa bir boşluk çıktı. Boşluk bir biçimde dolar. En kolayı muhtemelen sermaye sınıfının içindeki olmuştur. Tasfiye sırasında ciddi bir servete el kondu ve bu bölüştürüldü. 

Yargıda değişim, kurumların yapısına ve stratejisine ilişkin sonuçlar yaratmadı, çünkü AKP’nin yargıyı enstrüman olarak elinin altında tutmaya ihtiyacı vardı. 

AKP akademide de boşlukları kendisi doldurmak, kendisinden olmayanları devşirmek durumundaydı. Zira kapıyı aralasa oradan liberal, liberal-sol ve Kürt ulusalcılığına yatkın unsurlar girerdi. Oysa o ittifak da tükenmişti…

Erdoğan’ın işi zordu. İttifaksız iktidar olamazdı. Üstelik çeşitli nedenlerle, iktidarın sürebilmesi için ihtiyaç duyulan şey “kemalizm referansıydı.” 

Türkiye’de ne zaman “beka” dense gözler dönüp Kemalizmi arar. Bir süredir piyasacılığın, dinciliğin, emperyalizmle sıkıfıkılığın Kemalist referansları seyrelttiği veya tahrip ettiği bir tarihsel sürecin sonundayız. Devletin, toplumun, ülkenin dağılmış halinin giderilmesi gerekiyor. Bakmayın AKP’nin muhalefetin yardımıyla durmadan seçim kazanmasına, Meclisi kendine benzetmesine. Bu iktidar, Türkiye’nin yönetilebilir bir ülke olarak yola devam etmesi için güven vermiyor. Sermayeye büyük kazançlar armağan etse de, yoksulluğu yönetmeyi becerse de, topluma alternatifsizliğini dayatsa da, AKP’nin başat özelliği Cumhuriyet değer ve kurumlarını çökertmiş olmasıdır. Yani bir yıkım misyonu. Bu kimliğine bir de yapıcılık eklenemiyor. AKP bir yüzyılı kapatan öznedir, ama ikincisini açma şansı yoktur. 

Birkaç yıl önce ittifaklar değişirken Erdoğan o kemalizm referansını arayıp buldu. Ama durum şuydu: Sen aşağı yukarı on beş yıl Cumhuriyet’in altını oymak, Atatürkçüleri kriminalize etmek, Osmanlıcıkla şeriatçılığı ihya etmek için uğraşıp duracaksın; sonra daha geçenlerde komplo kurduğun, görevden aldığın, hapse doldurduğun unsurlara sorumluluk vereceksin, akıllarına başvuracaksın… 

Sadece iki örnek: Perinçek 2014’te hapisten tahliye edildi. Mavi Vatan adının askeri tatbikatlara verildiği, Türkiye ile Libya arasında bir anlaşmayla uluslararası hukuka sokulduğu yıl ise 2019’dur. Şaşırtıcı olan ne AKP’nin manevrasıydı, ne de sağ-Kemalist diyebileceğimiz kesimlerin buldumcuk olması. Bu düzen kardeşliğidir. İttifak sistemine davet edilenlerin tarikatları tasfiye edeceklerini, Batı emperyalizmine ayar vereceklerini falan düşünmüş olmalarını geçiniz.  

Zaten AKP eşzamanlı olarak bir diğer ittifak sistemini şeriatçı akımlarla, tarikatlarla, Hizbullah’la kurdu! Türkiye kapitalizminin, emperyalist hiyerarşide biraz yukarı tırmanması ise AKP’nin yıllar önce burjuvaziyle kurduğu bağın temelidir ve bu konuda İmam Hatip ekolünün NATO tezgâhından yetişmiş subaylardan daha ehliyet sahibi olduğu tecrübeyle sabittir. Nitekim yıllar geçiyor ve Kemalizm referansını koruya koruya iktidara yanaşanlar hep hayal kırıklığı yaşıyor. Sağ-Kemalizmi en hafif ifadeyle, Cumhuriyet düşmanları için kullanışlı bir şaşkınlık hali olarak değerlendirebiliriz. 

Bu işin öznellik boyutu. Ama “ittifak sorunsalı” her zaman esas olarak nesnel dinamiklerle belirlenir. Bugün Türkiye’de egemen düzen için veya sömürü düzeninin idamesi için nasıl bir ittifakın hangi nesnel sorunlara yanıt üretmesi gerekmektedir? Yanıt aramamız gereken soru budur.

Yanıt için bir köşe yazısında sabredilebilir hacmin çok ötesine gerek duyulacağına göre, buraya ancak birkaç not düşebileceğim.

AKP’nin şeriat bloğunun temsilcisi olarak yola devam etmesi iki nedenle olanaksız. Öncelikle tarikatların her biri artık büyük bir tekeldir ve sermaye sınıfının bazı unsurlarının ölçüsüzce kayırılması, siyasi iktidarın doğrudan parçası olması kriz nedenidir. 

Bu noktada aklı Beşli Çete’ye gidip “zaten öyle değil miydi” diyenler çıkabilir. İsterseniz, şimdilik, Beşli Çete’nin içinde CHP’li en az bir patron olduğunu, ayrıca CHP’li belediyelerin birçok başlıkta merkezi iktidarla iş tutan birer holding gibi davrandıklarını not edip geçelim. 

İkinci nedene geçen hafta değinmiştim: “Bir tarikat herhangi bir modern kurumu ele geçirdiğinde veya birden fazla tarikat devleti aralarında paylaştığında, o aygıtlar yalnızca liyakatsizlerin eline düşmüyor. Çalışmaz hale geliyorlar. (…) Tarikat devleti, yok devlettir. Bugün siyasi iktidarın dayandığı ittifak sistemi kendini imha eden bir sürece girmiştir.” 

Burada “Kemalizm referansına” dönmek durumundayım. Yukarıda değindiğim unsurlar kullanıldı, bitti. Erdoğan, artık, değil Kemalist müttefikler bulmak, bir çağrışım yaratmak için bile sıfırı tüketmiş bulunuyor. Ortada bir ittifak, iktidar ve siyaset boşluğu var.

İşte bu boşluğa, kah Cumhuriyete kah İttihatçılığa göndermede bulunan, ama esas olarak basbayağı bir 21.yüzyıl olgusu olan laiklikle ırkçılığın kırması demogojik-popülist sağ gözünü dikmiştir. Nitekim Erdoğan dümeni bu tarafa kırdığında ortaya çıkacak gerilimlere AKP’nin dayanamayacağını seziyor olsa da, çeşitli egzersizler bir süredir yapılıyor. 

CHP ise, kurum olarak bu denkleme dahil olmasını sağlayacak herhangi bir özelliğe sahip değildir. Ya bugüne kadar olduğu gibi kendi payına durumu idare etmeye bakacak ya da diğer aktörlere daha da benzeyecektir. Her koşulda bir boşluk da bu tarafta büyüyor.

Ben kendi adıma, düzenin bu denklemden çıkışını göremiyorum… 

Ama bunca operasyona karşın memlekette laikliğin, kamuculuğun, yurtseverliğin kurutulamadığını, tersine hafife alınamaz bir toplumsal karşılığı olduğunu söyleyebiliyoruz. Bir başka ittifakın, düzenin ötesine yönelen bir ittifakın olanaklarını burada aramalıyız.