İşçi sınıfı siyaseti bu aydınlara ve ürünlerine sahip çıkmak zorundadır. Onların yerellerde emekçi halkla buluşmasını sağlamak, eserlerini sunmalarına fırsat vermek gerekiyor.
Sermaye sınıfının egemenliğinde bir kent kültürüne maruz kalıyoruz. Toplumsal eşitsizliklerin, piyasanın, plansızlığın ve akıl dışılığın damgasını vurduğu kentler. Öte yandan burjuva ideolojisi her tarafımızı sarmalıyor.
İşçi sınıfı iktidara gelene kadar bu kenti solumak zorunda. Toplumsal olan her şey nasıl yarılıyorsa kentler de yarılıyor. İşçi sınıfı kentte kendisini örgütlülüğü, siyaseti, direnişi, mücadelesi, afişleri, pankartları, duvar yazılamaları ile gösteriyor.
Kent ideolojik olarak da yarılmıştır. Burjuvazinin baskın ideolojisine karşı işçi sınıfı aslında çok güçlü olan ama yeterince örgütlü olmadığı için zayıf gözüken ideolojisini ileri sürer. Eşitsiz gelişim her mekâna ve zamana sirayet eder ve işçi sınıfı güçlü olduğu an ve yerde kendi kültürel hegemonyasını inşa etmeye çalışır.
Bu kısa yazıda sınıf mücadelesinde tali gibi duran ancak önemli olan kültürel hegemonya mücadelesine bir giriş yapalım.
Müzeleri yeniden okumak ve anlatmak
Burjuvazi ideolojik hegemonyasını müzeler üzerinden de kurar.
Örneğin, toplum tarihini anlatan arkeoloji müzelerinde sürekli nesneler öne çıkarılır, nesnelerin arkasındaki sömürü ilişkileri, sınıf mücadeleleri, devrimci dönemler adeta saklanır. Burjuvazinin dini olan pozitivizm müzedeki anlatıya damgasını vurmuştur. Tarih olayların üst üste eklendiği ve aslında özünde bir şeyin değişmediği bir ilerlemedir.
Oysa işçi sınıfının siyasi kültürü tarihi çok farklı ele alır. Bir süreç olarak toplumsal hareket kesintili bir yapı gösterir. Üretim ilişkileri toplumsal ilerlemeyi boğmaya başladığı zaman bir bunalım dönemi başlar, egemen sınıfın iktidarını koruyamadığı siyasi çalkantı bir devrimle sonlanır. Eğer emekçi sınıflar bu çalkantıda iktidar ele geçirecek beceriyi gösteremezlerse sömürüye dayalı yeni mülkiyet ilişkileri ortaya çıkar.
Bu kural antik çağlarda olduğu kadar günümüzde de geçerlidir. Bu nedenle gerçek özenle saklanır.
Ancak günümüzde arkeoloji müzelerinde sadece pozitivizm değil burjuvazinin tam boy gericileşmesi nedeniyle muhafazakârlığın ve bilim dışılığın damgasını vurduğu sahnelerle de karşılaşılır.
Örneğin, Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Friglerden kalma çok değerli ahşap eser nazar boncuğu ile korunmaya çalışılır. Veya ilk insanları anlatan animasyon filminde kadınlar çıplak gözükmesin diye sadece erkeklere yer verilir.
Anlam yitimine dayanan, tarihsel bütünlüğün bozulduğu ve kronolojik olarak nesnelerin dizilmediği post-modern arkeoloji müzelerine de rastlarız. Ankara’daki Erimtan veya İzmir’deki Kültür-Sanat Fabrikası’nda olduğu gibi. Ayrıca Erimtan Müzesi burjuvazinin isterse arkeoloji müzesi açacak kadar tarihi eser kaçakçılığı yapma özgürlüğünü de gözümüze sokar.
Resim-heykel müzeleri de benzer bir pozitivizme sahiptir. Sanatın sürekli bir ilerleme halinde olduğunu anlatır. Sanatın hangi üretim ilişkilerinden, sınıf mücadelelerinden ve burjuvazinin gereksinimlerinden doğduğu gizlenir.
Ayrıca resim-heykel müzelerinde eserlerin seçimi de burjuva ideolojisinin filtresinden geçer. Örneğin, işçi sınıfı mücadelesini anlatan resim ve heykeller elenirler. AKP döneminde bir de buna muhafazakârlık eklenir ve insan vücudunu çıplak gösteren resimler de elemeye tabi tutulur. Oysa aydınlanma çağı insan anatomisini anlama mücadelesi ile kendini var etmiştir.
Etnografya müzeleri ise içlerinde en açıklısıdır muhtemelen. Bize feodal ilişkilerin buzluktan çıkan bir suretini gösterir gibi yapar. Ancak feodalizmde köylü ve efendisi arasındaki ilişkiye, dinsel sofuluğa, kadınların ikinci sınıf insan muamelesi görmesine, toprak düzenine, bütün bunlardaki değişime hiç değinmez. Ayrıca Anadolu halklarının kültürel kökenlerine değinmek burjuva milliyetçiliği için bir tabudur.
Bu koşullarda işçi sınıfı siyaseti müzeleri yeniden kuracak güce ulaşana kadar, anlatı düzeyinde müzeleri yeniden inşa etmeliyiz. Bu var olan müzelerin derin bir eleştirisi ve sakladıkları arka planın anlatılmasına dayanacaktır.
Eğer müzelerde sergilenen nesneler anlatıyı tahrip edilecek kadar elenmişlerse o zaman onların görsellerini içeren sunular hazırlanacaktır.
Müzeler ilk ve orta öğrenim, üniversite ve yetişkin eğitiminde işçi sınıfının ideolojik hegemonyasına alınmalıdır.
Kenti yeniden anlatmak
Kentlerin nasıl oluştuğunu anlatmak da son derece sınıfsal bir taraflılık gerektirir.
Koç’ların İstanbul ve Ankara’daki sanayi müzelerinden başlayalım. Bu müzeler burjuvazinin görgüsüz bir eşya biriktirme hastalığının yanı sıra işçi sınıfsız bir sanayileşme hikâyesi anlatırlar. İşçi sınıfı mücadelesi olmayınca ister istemez kentlerin oluşumunda burjuvaziyi öven bir anlatı ortaya çıkar.
Kent müzeleri, örneğin, Bursa ve Çanakkale, yerel burjuvaziyi övmeye ve emekçi sınıfların durumunu saklamaya adamıştır kendini.
Bir de kent gezileri var ve çoğunlukla bu iş liberallere kalıyor.
İşçi sınıfı siyaseti kenti sınıf tarihi üzerinden çözümlemeli ve anlatmalıdır. Tarihi geçmişi, burjuva devrimi süreci, kapitalizmde sermaye birikim dönemleri, bunların kent mekânlarına ve mimariye yansıması.
Ayrıca siyasi tarihimizin sahneleridir kentler. Önemli direnişler, mitingler, burjuvazinin kurduğu tuzak ve cinayetler. Tarihimizdeki figürlerin, örneğin Nazım’ın yaşadığı, çalıştığı mekânlar. Bunları bizden başka kimse anlatamaz.
Aydınlara sahip çıkmak
İşçi sınıfının siyasi kültürü doğal olarak bağlantılı olan aydınlarla ilişkilidir. Türkiye çelişkiler ülkesi, bir yandan tarikatlar bir kanser gibi ülkeyi sarmış ama öte yandan sanatçılar, yazarlar, müzisyenler, araştırmacılar, tarihçiler, belgeselciler ileri ürünler vermeye devam ediyorlar.
İşçi sınıfı siyaseti bu aydınlara ve ürünlerine sahip çıkmak zorundadır. Onların yerellerde emekçi halkla buluşmasını sağlamak, eserlerini sunmalarına fırsat vermek gerekiyor. Bu hem onları heyecanlandıracak hem de sınıfın yapıcı bir eleştirisini almalarına izin verecektir. Böyle bir alışveriş işçi sınıfı ideolojisini kültürel bir referans noktası haline getirir.
Türkiye’de sınıf mücadelesi yükseliyor, ideolojik hegemonya mücadelesi de.
Evet, onların paraları ve piyasaları var, ama çok geri ve çağ dışılar.
Çağ bizim çağımız olacak.
Konu ise geniş, ileride farklı yönlerini açma ümidiyle…