Türkiye’de yeni bir liberalizm türü sermaye sınıfına sürekli olarak Çin’in temsil ettiği dünyayı gösteriyor.

İki ziyaret: Türkiye’de Wang Yi ve Çin’de Kissinger

Geçen ay içinde bu köşede ele almaya fırsat bulamadığımız iki önemli ziyaret oldu. 

Bunlardan biri geçen hafta Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Türkiye’yi ziyareti, ikincisi ise eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in resmi olmayan bir ziyaret için Çin’e gitmesiydi.

Wang Yi şu anda Çin’in uluslararası ilişkilerinde en üst düzey isim, ancak son dönemde muhtemelen NATO’ya yapılan yatırım nedeniyle sermaye medyasında beklenen ilgiyi görmedi.

Daha önce bahsettiğimiz BRICS’in Ağustos zirvesi için hazırlanan Wang Yi Afrika ülkelerini ziyaret ettikten sonra Türkiye’ye geçti, Fidan ve Erdoğan ile görüştü.

Çin Dışişleri Bakanı’nın gündeminde başlıca Kuşak ve Yol (Yeni İpek Yolu) açılımı vardı. Çin’in bir hegemonya projesi ve Çin’i Avrupa ve Afrika’ya kara ve deniz yollarından bağlayacak büyük bir dünya ticareti rotası olan Kuşak ve Yol için Kuzey, Orta ve Güney hatları tanımlanıyor. Kuzey yolu Ukrayna Savaşı nedeniyle kullanılamaz olunca Türkiye’den geçen Orta Hat önemli hale geldi. 

Türkiye sermayesi bir yandan yılan hikâyesine dönen AB standartlarına uyum meselesi ile uğraşırken bir yandan da Çin’in Kuşak ve Yol’una uyum için çoktan somut adımlar attı. Anadolu’da doğudan batıya hızlı demiryolu hattı aslında Kuşak ve Yol’un standartlarında inşa ediliyor, gümrük meseleleri yine uyumlaştırılıyor.

Türkiye sermayesinin, güncel haliyle AKP yönetiminin Çin’den iki acil beklentisi var. Birincisi, Çin’den gelecek doğrudan yatırımlar, ikincisi ise dış borç krizindeki Türkiye’ye sağlanabilecek mali destek.

Kuşak ve Yol geçtiği her yere Çin sermayesini taşıyor, etrafında serbest bölgeler, limanlar, sanayi ve ticaret alanları yaratıyor. Dolayısı ile Türkiye sermayesi buraya yönelirse zaten Çin sermayesi akacaktır bir süre sonra. Ziyaret sonrası bu konuda somut bir başlık ilan edilmedi, ama süreci izlemek gerekiyor.

Uygun koşullarla kredi almaya gelince, Çin’in hegemonyasındaki BRICS büyük mali olanaklara sahip. Ağustos zirvesini belki ileride tarihçiler bir milat olarak tanımlayabilirler, burada yeni bir uluslararası rezerv para oluşturma, yeni bir IMF yaratma gibi başlıklar ele alınacak.

BRICS’ten uygun koşullarda bir kredi için ön anlaşma yapıldı mı, bu da netleşmedi. Türkiye sermayesinin siyasi yönelimi, pazarlık masalarının kimlerle kurulduğu, Türkiye’nin NATO angajmanı, bütün bunlar süreci belirleyecek gibi gözüküyor.

Gelelim Kissinger’ın ziyaretine.

1923 doğumlu Kissinger 100 yaşını geçmiş haliyle hiçbir resmi görevi olmadan Çin’i ziyaret etti ve en üst düzeyde karşılandı. Hem Dışişleri Başkanı Wang Yi, hem Devlet Başkanı Şi tarafından ağırlandı.

Fotoğraf 1: Temmuz ayında Henry Kissinger kendi inisiyatifi ile gerçekleştirdiğini söylediği Çin gezisinde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile görülüyor.

Şunu bir yere kaydedelim, Kissinger 100 yaşına kadar yüzden fazla kere Çin’i ziyaret etmiş, sivil hava yollarında pilot olmadığına göre, Çin ve ABD arasında tahminlerin ötesinde bir diplomatik misyon ile hareket etmiş. Pekin’de Kissinger’ı ağırlayan Şi, “Ne eski dostlarımızı ne de Çin-ABD ilişkilerinin ve iki halk arasındaki dostluğun geliştirilmesine yaptığınız tarihi katkıları asla unutmayız" dedi.

Son aylarda Çin’e önemli devlet görevlilerini yollayan ABD ise ziyareti soğuk karşılamış gibi gözüktü. Beyaz Saray “Sivil bir vatandaşın, Çin Savunma Bakanı ile görüşebilmesi ve ABD'nin sahip olmadığı iletişime sahip olması talihsizlik”  diye açıklama yaptı.

Eğer Kissinger ölmeden önce bir ortalıkta dolanayım demediyse, devletli bir misyonla gitmiş olması çok daha olası gözüküyor. ABD bütün çabasına karşın Çin ile bir savaşa hazır hale gelemiyor, Hindistan’ı ikna edemiyor, ABD donanmasının güç kaybettiği söyleniyor, Japonya, Güney Kore ve Avustralya böylesine bir savaşa çok hazırlıklı gözükmüyorlar vb. ABD karşı tarafın ağzını aramak istemiş, zaman kazanmak için böyle bir yol tarif etmiş olabilir.

Peki, Kissinger’ın Çin’deki bu ayrıcalığı ve “eski dostluğu” nereden geliyor?

Çin bir tarafa ABD emperyalizmi için geçen yüzyılın sınıf mücadelelerinde Kissinger çok özel bir yere sahipti. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki gerilim ve ayrışmadan sonra Kissinger Çin’deki burjuvaziye açılan dar deliği çok iyi fark etti ve 1971’de buraya sızdı. Bu 100’den fazla ziyaret böyle okunmalı. 

Gençler hatırlamayabilirler, 1971’de daha Çin Halk Cumhuriyeti dev gövdesiyle Birleşmiş Milletlerde bile temsil edilmiyordu.

Kissinger mekik diplomasisiyle o sırada Japonya’da bulunan ABD Ping Pong (masa tenisi) takımının Çin’e davet edilmesini sağladı. Arkası geldi. 1972’de ABD Başkanı Nixon bir haftalık bir Çin ziyareti gerçekleştirdi.

Fotoğraf 2: 1970’lerde Kissinger o zaman Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı olan Çu Enlay ile samimi bir yemekte.

Çin’e birden emperyalist dünyada kapılar açıldı. Birleşmiş Milletlerde Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti ötelendi ve kapının önüne kondu, kıta Çin’i içeri alındı.

Çin Halk Cumhuriyeti düşmanımın düşmanı mantığıyla Sovyetler Birliği’nin kuşatmasına katılıyor, ABD ile işbirliği yapıyordu. Adeta Sovyetler Birliği’nin desteğinde burjuva devrimini gerçekleştiren ve 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’ne sırtını dönerek ABD müttefiki haline gelen ülkelere katılıyordu.

Unutmayalım, 1970’lerin başında daha yeni Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta halkı vahşice katletmiş, Şili’de Pinochet darbesini, Türkiye’de 12 Mart Muhtırasını örgütlemiş halkların katili olan bir ABD’den bahsediyoruz. 

Bu pragmatizmle çok geçmeden 1970’lerin sonunda Çin’de kapitalizme açılan reformlar gerçekleşecek ve tarihin cilvesi olarak 30 yıl sonra Çin güçlü bir rakip olarak ABD’nin karşısına dikilecekti.

Şimdi tekrar Türkiye’ye ve Wang Yi’nin ziyaretine dönebiliriz.

Türkiye’nin NATO denilen haydut çetesi ile davranmasının halkımıza büyük bir felaket getireceğini ısrarla söylüyoruz. Ancak Çin ve BRICS’e bir ekonomik bağlanma gerçekleşirse bunun bir süre sonra siyasi bağımlılığa dönüşeceğinden de eminiz. Türkiye’de yeni bir liberalizm türü sermaye sınıfına sürekli olarak Çin’in temsil ettiği dünyayı gösteriyor.

Türkiye’de ancak emekçi sınıflar için siyaset yapanlar bağımsız bir Türkiye hayali kurabiliyorlar.