Eşitliğin, adaletin olmadığı yerde içi boş bir kozmopolitanizmin unutturamayacağı şey yoktur.

Hakim değerler sorunu

Türkiye eğitimden, yaşam tarzına, gelir durumundan, kimliklere her şeyi tartışmaya başladı.

Tartışmanın kendi başına “kötü” olduğunu söyleyemeyiz. Tartışma bazen arındırır, farkındalık uyandırır ve ileri olanın önünü açar. 

Öte yandan benzer tartışmaların geçmişte Türkiye’yi özgürleştirmek, eşitliği hakim kılmak için değil aksine tam da bir özgürlük illüzyonu ile Türkiye’yi geriye götürmek için yapıldığını, karşıdevrimin böyle çalıştığını biliyoruz.

Acaba AKP’yle geçirdiğimiz bunca yıldan sonra bu işin mekaniğini hâlâ öğrenemedik mi?

Bunun yanıtı o kadar basit değil. 

Çünkü sorun kendi başına bazı değerlerin, bakış açılarının veya faydaların tartışılması da değil. Sorun değerler hiyerarşisine hangi değerlerin hakim olacağı sorunu. Bu soruna “alt sıradakileri” tartışarak yanıt üretmek bir tuzak.

Ne demek istiyoruz?

Örneğin karma eğitim sorununda “aslında tek cinsiyetli eğitimin de faydaları var, işte veriler…” demek gerçek bir tartışmanın daha en başından önünü kapatmak demek. 

Çünkü bir ülkenin nasıl yönetileceğinde olduğu gibi hakim değerlerinin ne olacağı da ancak sonuna kadar politik bir tartışmayla yanıtlanabilir.

Halbuki olan tam tersi değil midir?

Bu ülkenin nasıl yönetileceğine olduğu gibi hakim değerlerinin ne olacağına da “seçmece” usulüyle yanıt vermedik mi? Vermeye mecbur bırakıldık çünkü siyasetten anladığımız şey seçimlere, seçme anına, seçileceklerin hangisini beğendiğimize kadar daraltıldı. Çünkü siyaset politik olandan arındırıldı.

Özgürlükse özgürlük: Erdoğan’ı mı, İmamoğlu’nu mu, Kılıçdaroğlu’nu mu yoksa Akşener’i mi daha çok beğeniyorsunuz? Özgürlükse özgürlük: Daha iyi bir iş bul çalış paranı kazan. Özgürlükse özgürlük: Kendini geliştir, yurt dışına çık, istediğin hayatı yaşa…

Bu düzenin yarattığı özgürlük yanılsamasının hafife alınmaması gerektiğini söylerken kastımız özgürlüğü değil işte bu yanılsamayı tartıştırmaktı. Çünkü ancak böyle bir tartışma, sonuna kadar politik bir tartışma gerçek bir ileri adım anlamına gelebilirdi.

Bunun yerine öykünmecilikle uğraşıldı. Ve şimdi merak ediyoruz… Her tartışmada ABD’yi, AB’yi veya Japonya’yı örnek gösterenler bu sefer ne yapacaklar? 

Örneğin oradaki okulları örnek göstererek Türkiye'de karma eğitimin fiilen ortadan kaldırılmasını, resmen ortadan kaldırılması için çalışılmasını “bu benim düşüncem, benim çocuğum, benim özgürlüğüm” diye mi savunacaklar? 

“Batı”da gördükleri özgürlüğün arka planında ırkçılığın, evsizliğin, uyuşturucu bağımlılığının, hırsızlık ve yağmacılığın, yobazlık ve bilim dışılığın olduğunu nasıl yok sayacaklar?

Üstelik şimdi bir de bu "arka plan" medya sayesinde telefonlarımıza kadar girmişken... 

Acaba hep böyleydi de biz mi yeni izliyorduk? Esasında, toplumsal çürümüşlüğün dünyanın normu haline gelmesinin önündeki en büyük engel, eşitlik ve adalet düşüncesinin, yurttaş ve toplum olabilme bilincinin hâlâ hakim değerler olmasıydı. Hakim değerler çürümenin, geriye gidişin normallik kazanabilmesine değil, ortadan kaldırılabilmesine olanak sağlıyordu.

Daha açık söyleyecek olursak dünyada komünizm düşüncesi, sosyalizmin varlığı ve bizim topraklarımızda Cumhuriyetin değerleriydi bunu mümkün kılan.

Şimdi bu düzenin egemenleri referans gösterilebilecek bir çıtanın kalmayışının keyfini sürüyorlar. Çünkü her şey her yerde "makul"e dönüştürülmüş durumda. Bu büyük dünyada ve bu büyük ülkede her şey olabilir. Her şey her şeyle bu büyük ülkeyi paylaşabilir. Her şey, gerçekleştiği yerde yaşanıp kalabilir, unutulabilir. Yani Batı'da ve dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de "çeşitliliğin" kanıksanması sağlanabilir.

Göç sorunu, uyuşturucu, şiddet, çıkarcılık, faydacılık, cehalet... Yani herkes kendi önlemini alsın!

Bunun karşısına öykünmeci, bireyci, seçmeci, kimlikçi bir anlayışla çıkmak yangına benzin dökmek demektir. Hakim değerlerin anahtarını düzenin sahiplerine vermek demektir.

İlacıysa bellidir. Hakim değerler sorunu politikleştirilmeli, yani sınıfsallaştırılmalı, yani kitlelerin kitlesel müdahalelerine açık hâle dönüştürülmelidir. Beğeniciliğe, seçmeciliğe değil, gerçek bir taraflaşmanın ve kavganın konusuna çevrilmelidir.

Yoksa bu düzen kendi bildiği çözümü dayatacaktır. Eşitliğin, adaletin olmadığı yerde içi boş bir kozmopolitanizmin unutturamayacağı şey yoktur.