Kuşatma ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal, yönetsel, çok yönlü ve temposunu artırarak sürdürülüyor. Bilim yok sayılıyor, eğitim teslim alınıyor.  

Dinsel kuşatma

Diyanet İşleri Başkanlığı 12 Eylül 2023 günlü yazısıyla kamu kurum ve kuruşları, eğitim ve öğretim kuruluşları, belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak “Mevlid-i Nebi Haftası ile Din Görevlileri Haftası” etkinlikleri için çalışanların il/ilçe müftülüklerindeki etkinliklere katılması çağrısı yaptı.

Çağrı yazısındaki, “Cumhurbaşkanlığına bağlı anayasal bir kurum olan” DİB’nin “toplumun her kesimini sahih dini bilgiyle buluşturma ve kuşatıcı bir din hizmeti sunma gayreti içinde” olduğu vurgusu ciddi bir tehlikeyi içeriyor. 

Tehlike yalnızca Anayasadaki “laik hukuk devleti”, “laik cumhuriyet ilkeleri” ve DİB’nin “laiklik ilkesi doğrultusunda” yapması gereken görevleri dışına çıkılmasıyla, genel anlatımla laiklik ilkesinin yok edilmesi girişimleriyle sınırlı değil. İlerici, aydınlanmacı ve insan haklarına saygılı/dayalı laik Cumhuriyetin yerine konulacak olanın emareleri “kuşatıcı bir din hizmetiyle” açık olarak vurgulanıyor. 

Dinsel kuşatma ekonomisinden siyasetine, devletinden hukukuna, eğitiminden bilimine, kültür ve sanatından bireysel ve toplumsal yaşam koşullarına kadar tüm ilişkileri içeriyor.

Ne anayasa ve yasalar ne de yargı bu kuşatmaya engel olabiliyor. 

1924 Anayasasındaki Türkiye Devletinin “Dini İslamdır” hükmünün 1928’de çıkarılmasının, laiklik ilkesinin 1937’de Anayasaya eklenmesinin ardından 1961 Anayasası laikliği “Cumhuriyetin nitelikleri” arasında saymış iken liberalizmin dinsellikteki etkisini yine 1961 Anayasasının özgürlükçülüğünde görüyoruz. Dinsellik ve siyaset -aynı zamanda dinsellik ve eğitim- ilişkisi bu özgürlük ortamında büyümeye başlıyor. 

“Milli Nizam” ve “Milli Selamet” partileri 1961 Anayasası, “Refah” ve “Fazilet” partileri 1982 Anayasası döneminin ürünü. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi denetimine takılsalar da bu denetim büyümelerine, iktidar ortağı olmalarına engel olamadı. Saadet Partisi ile devam beklenirken AKP devreye girdi.

AKP de 2008’de anayasal denetime takıldı, suçu sabit görülerek akçalı yaptırıma tabi tutuldu ama yaşamaya, hem de iktidarda yaşamaya devam etti, hâlâ da ediyor. 

1982 Anayasası tartışmalı zorunlu din dersi ile eğitimdeki kapıyı da araladı. 

AKP’nin 2008’deki Anayasa değişikliğinin iptali kararında ve aynı yıl verilen kapatma davası kararında laiklikle ilgili ilkesinde direnen Anayasa Mahkemesi 2012’de 4+4+4 yasası kararında ilkesinden vazgeçti ve esnek, özgürlükçü bir laiklik anlayışına geçti. Devlet düzene uydu, laiklik “din özgürlüğü” uğruna liberalleştirildi; yok edildi. 

Dinsel kuşatma yolculuğuna “Türk-İslam” ve “Kürt-İslam” sentezlerini de eklemek gerekiyor.

Dinselliğin siyasallaştırılmasıyla sosyalleştirilmesi koşut olarak sürdü. Eğitim, devlet ve hukuk aynı kulvara yerleştirildi.

AKP’yi, ortaklarını, parlamentoda koltuk bulan HÜDA PAR ve YENİDEN REFAH’ı, siyasal İslamı birlikte okuduğumuzda, bu okumaya her alanda boy atan tarikat ve cemaatleri eklediğimizde kuşatmanın siyasal, yönetsel ve toplumsal ayakları her geçen gün yaygınlaşıyor, güçleniyor. Hizbullah’a yakın “Alimler ve Medreseler Birliği”nin Diyarbakır’da düzenlediği Çalıştay’da HÜDA PAR Genel Başkanının ulema sınıfının enerjisini yalnızca eğitim faaliyetlerine hasretmeden sosyal, ekonomik ve siyasal konulara da daha güçlü etki etmesini, idarecileri yönlendirmesini belirten sözleri nasıl kararlı ve kapsamlı düşündüklerini gösteriyor.  

Dinsel kuşatmanın yalnız dinseli örgütleyip, yayıp güçlendirmeyle olamayacağını Erdoğan 2019 yerel seçimler konuşmasında "Türkiye'yi laiklik istismarından kurtarmanın vakti gelmiştir" diyerek vurguladı.     

AKP hem kapitalist/emperyalist düzenin hem de etnik/dinsel kuşatmanın ürünü olarak siyasal iktidarını sürdürürken laikliği yok etme yolunda düzen içi muhalefeti de yanına aldı.

Milliyetçiliğin ve dinselliğin örgütlendiği siyasi partiler çoğalıyor. Dinsellik siyasi partilerle birlikte legal olarak devlet organlarını, dernekleri, vakıfları, sendikaları, şirketleri, eğitim ve sağlık kuruluşlarını kullanırken illegal olarak da tarikat ve cemaatlerle yaygınlaşıyor. 

Kuşatma ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal, yönetsel, çok yönlü ve temposunu artırarak sürdürülüyor. Bilim yok sayılıyor, eğitim teslim alınıyor.  

Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar”ında küçük ağa ve ırgatbaşının patozdaki koltukçuları “devir ha, devir ha, devir!” bağırışlarıyla hızlandırdıkları gibi hızlanıyor kuşatma. Orada iş hızlandıkça hızlanıyor ve baş döndürücü bir hâl alıyor. Hızlı tempo koltukçu Pehlivan Ali’nin koca bedeninin yığılan demetlerin arasına yitip gitmesiyle sonuçlanıyor.

“Kitlelerin dinsel gereksinmeleri”nin kavranmasıyla -doğa güçleri ve devamında çok tanrılı ve tek tanrılı hayali güçler olarak- başlayıp çeşitlenen ve yayılan dinsellik 21. Yüzyılda yeni sömürgeciliğin ve sömürücülerin gereksinmeleri için daha yaygın ve etkin kullanılmaya başladı; “kul hakkı” öne çıkarılarak sömürücü düzene boyun eğmenin etkili aracı oldu. 

Sömürücü sınıfın gericilik araçlarına, din boyunduruğuna gereksinimi var. Hukuk ve yargının laikliği koruyamaması da sermaye ve din işbirliğinin bir sonucu. Düzen içi muhalefetin teslimiyeti ve dinselliğin antikomünizmin vazgeçilmezi olması da bu işbirliğiyle bütünleşiyor.

İşçi sınıfının, emekçilerin vazgeçilmeziyse laiklik… “Halk için cumhuriyet”in laikliği…