Siyasette bir başarı öyküsü

Zaten ideolojik ve politik açıdan epey karışık olan CHP artık tam bir konglomerada dönüşmüş bulunuyor.

Cemil Fuat Hendek

İtiraf edelim: AKP’nin 20 yılı aşan yağmasından, emekçi düşmanlığından, ülkeye yaptığı bin türlü kötülükten, tarikatların toplumda belli alanları hâkimiyetleri altına almalarıyla birlikte yükselen ahlak düşkünlüğünden değil, aynı zamanda açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilmişlikten bıkmış milyonlarca insan hayal kırıklığı yaşıyor. CHP sıralarında bazılarının gözyaşlarına boğulduğu duyuldu. Şimdi büyük bir hayal kırıklığı, hüzünlü bir şaşkınlık içinde seçim sonuçlarını okumaya, anlamlandırmaya çalışıyorlar. Tabii bu “geliyorum” diyen yenilginin faturasını Kılıçdaroğlu’na çıkaranlar da yok değil. Onun “başarısız bir siyasetçi” olduğunu söyleyen, bu nedenle artık istifa etmesi gerektiğini talep etme cesaretini gösterenler bile çıktı.

Bu “yanlış değerlendirmeye” itirazım var. 

Başarının ölçüsü nedir?

Her insanın başarısının tek ölçüsü, kafasına koyduğu hedefe ulaşabilmiş olmasıdır. Aslen Kılıçdaroğlu’nun kafasında hangi tarihte ne gibi hedefler vardı biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Öyleyse? Demek ki, önce “her siyasetçi için tek hedef iktidardır” ezberini bir yana bırakacağız. Sonra da, aşama aşama onun siyaset yolculuğunun izini süreceğiz.

Bu açıdan bakarsak, Kılıçdaroğlu’nun siyasete girdiği andan itibaren her adımında başarılara imza attığını itiraf etmek zorunda kalırız…

Siyasete girdiği andan itibaren başarılara imza attı

Şimdi bakalım: Koltuğunun altındaki -o sıralarda hiç de sır olmayan- sadece iki konuyla ilgili dosyayla televizyonda ‘star’ oluvermesi az şey miydi?

Partiye dün üye olup, bugün seçim listesinin başına oturmak ve milletvekili seçilmek başarı değil miydi?

Ya bir dizi tartışmalı duruma karşın, o partiye yıllarını vermiş bir dizi deneyli siyasetçi dururken parti başkanı oluvermesi? Bir siyasetçi için partisinin başkanı olmak başarı değil midir?

Ve başarıdan başarıya koştu

Kılıçdaroğlu o andan itibaren kafasına koyduğu istisnasız her adımı gerçekleştirdi. AKP iktidarına karşı olan sıradan insanların bile tüylerini diken diken edecek, onlara saç baş yolduracak kararları partisine ve yandaşlarına dayatmayı başardı.

Birçok örnekten sadece birkaçını sayalım:

2013 Haziran’ında milyonlarca insan laiklik, özgürlük talepleriyle meydanları doldururken, Erdoğan iktidarı sallanma tehlikesine düşmüşken meclise saklanıp, AKP iktidarının meşruiyetinin devamını sağlama başarısı gösterdi.

Kaynağı belirsiz milyonlar ayakkabı kutularından etrafa saçılır, minibüslerle bir yerlere kaçırılırken kafasını başka tarafa çevirdi. El konulan paralar faiziyle “sahiplerine” geri verilirken havaya bakıp, ıslık çalarak gezindi.

Sadık CHP’liler onun emriyle Yenikapı’ya doluştular. Podyuma konu mankeni olarak ilişen başkanlarını alkışladılar. Bu arada tabii podyumun asıl sahipleri olan padişah heveslisi Tayyip Erdoğan’ı, faşist Bahçeli’yi, düşük profilli Başbakan Binali’yi de alkışlamış oldular.

Ezici çoğunluğu laik düşünceli onca milyon muhalif insanı çaresizce “tıpış tıpış” sandığa gönderip, gerici, yobaz Ekmeleddin’e oy verdirmek kolay elde edilecek bir başarı mıdır?

Halkın giderek “Gel bakalım Muharrem”e umut bağlamaya başladığı görülürken, mitinglerine katılım Erdoğan’ı bile kıskandıracak hale gelirken, onun başkanlığındaki parti göz göre göre “kendi adayını” yalnız bıraktı. Sonunda papaz “adam kazandı” diyerek araziye karışan Muharrem’in elinde kaldı. Herkesin İnce’ye lanet okuduğu o günlerin kazananı sadece Erdoğan mı oldu dersiniz?

Yığınların siyaseti sokağa taşımasına karşı çıkarken, “yapılacaksa ben yaparım” havasında başlattığı Adalet Yürüyüşü de Kılıçdaroğlu’nun bir başka başarısıdır. Yürüyüş sonunda, yürüyüş sırasında halkta birikmiş umutları dağıtıverdi. Yığınları “eli böğründe” ortalık yerde bırakarak eylemini noktaladı. Herkesi böylece sus pus edebilmek her yiğidin harcı mıdır?

Ya faşist MHP’den dökülen İYİP’e -kendi cüzdanından çıkarırcasına- milletvekilleri ödünç vermek neydi öyle? Böylece, genel olarak siyaset etiğine uymadığı düşünülen bu davranışı “legalize etti”. Seçmenlerini hiçe sayarak attığı bu adımı “demokrasi adına” tartışmasız kabul ettirmek az başarı mıdır?

En son yaptığı “Ben Aleviyim” çıkışı da aslına bakılırsa “laisizme bir darbe” idi. Böylece o da dinin politikaya alet edilmesinin tersten örneğini sergilemiş oldu. Üstelik, o konuşmasında önce “dinin seçilecek bir şey olmadığını” vurguladı. Orada durmadı, daha kötüsünü de yaptı: “Aleviliğin Anadolu’ya has, çok kendine özgü bir düşünce, bir yaşam felsefesi olduğu” tezini de çöpe attı, onu İslam’ın bir mezhebi konumuna hapsetti. Buna rağmen bolca alkış alması büyük bir başarı sayılmaz mı?

Ya diplomasız Erdoğan’ın Anayasa’ya da aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı olmasını “aman mağdur etmeyelim” diyerek kabullenmesi? Sadece kendisi kabullenmedi, itiraza yeltenen herkesi de susturdu. “Diyelim ki ses çıkardık, nereye gidecek?” diyerek Yüksek Seçim Kurulu’na işaret etti. Böylece yıllardır şaibe taşıyan bu kurulu da tamamen ve tartışmasız olarak aklamış oldu. Sonra da “Bizim Erdoğan’ın aday olup olmamasına kilitlenmek gibi bir düşüncemiz yok” diyerek noktayı koydu.

Benzetmede hata olmasın, muhaliflerin tümüne kuralları kendisi yazmış, hakemliği de üstlenmiş MMA kavgacısının karşısında ringe çıkmayı kabul ettirdi. Ona umut bağlamışlara iyi bir dayak daha attırdı.

Erdoğan’ı mağdur etmemek adına, Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulmak için çırpınan milyonları mağdur etmeyi başarmak kolay iş midir?

En büyük üç başarısına gelince...

En önemli başarılarından biri, aslen “Cumhuriyet’in kurucu partisi” olmakla övünen CHP’yi temelden değiştirmiş olmasıdır.

Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP artık eski kişiliğinden tamamen sıyrıldı. Bazı okları da kırıldı! Deniz Baykal hiç olmazsa son dönemde “laiklik” diye tutturmuştu. Kılıçdaroğlu ondan da vazgeçti. Kim ne iddia derse etsin, CHP’nin ne Mustafa Kemal’le, ne İnönü ile, ne de 1923’de kurulan Cumhuriyet’le kan bağı kaldı! 

Zaten ideolojik ve politik açıdan epey karışık olan CHP artık tam bir konglomerada dönüşmüş bulunuyor: Liberaller, milliyetçiler, gericiler, Kemalistler, sola yatkınlar, sosyal demokrasi özentileri, imam bozuntusu Fethullah’ın müritleri ve sıradan çıkarcılardan oluşan çamur rengine bürünmüş bir eriyik! (Ne yazık ki, arada bir dizi de iyi niyetli, canla başla ve fedakârca çalışan, -şayet meclise girebildilerse- yakarışları meclisin kalın duvarları arasında yitip gidecek insan...)

Ülke çapında bir diğer başarısı da, muhalif siyasetin değer taşlarını un ufak etmiş olmasıdır. AKP’nin saldırgan politikası karşısında silik, sinik, pısırık, ne dediği anlaşılmaz biri olarak salındı durdu. Ve bu duruşu “kutuplaştırmaya karşı ulusu birleştirici, bütünleştirici, barışçıl ve yumuşak siyaset çizgisi” olarak pazarlamayı başardı. Parti üyelerinden başlayarak geniş bir kesimin bunu “medeni siyasetin genel geçer değerleri” olarak kabullenmesini sağladı. Kabullenilen, aslına bakılırsa “medeni bir duruş” değil, sürekli yutkunarak karşıtına asıl söylenmesi gerekeni söylemeyen, temel sorunlara parmak basmayan, bunlara karşı inandırıcı çözümler sunmayan, havanda su döverken ve “miş gibi” yaparken “karşıtının kıstaslarını benimseyen, onun kötü, beceriksiz ve silik kopyasına dönüşen bir siyaset çizgisi” idi.

Halka verdiği “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” sözü de unutulmamalı.

Parlamentonun güçlendirilmesinden bahsederken içeriğine, bileşimine dair herhangi bir şey söylemediği unutulmamalı. Şu parlamentoya bakar mısınız? Sadece Cumhur İttifakı’nın oraya soktuklarından ibaret değil. Daha bir sürü faşistin, ırkçının, milliyetçinin, dinci yobazın yanı sıra AKP’nin eskittiği kadrolar da CHP listeleri ve Millet İttifakı üzerinden girdi parlamentoya. Böylece liberaller, sağcılar, gericiler, din tacirleri ve önemli bir kısmı Cumhuriyet’in kurucu değerlerinin yeminli düşmanları açısından Cumhuriyet’in en güçlü parlamentosu oluşturuldu! İşte şimdi bu güce dayanarak 1923’de kurulan Cumhuriyet’in ölüm fermanını resmen imzalayacak ve Anayasa’yı da değiştirecekler. Bu “başarı”nın da önemli bir kısmı Kılıçdaroğlu’nun hesabına yazılmalıdır.

***

Ünlü sosyal demokratımız, kimi solcu geçinenlerin sevgilisi Ecevit, hayatının son döneminde itiraf etmişti. 1974 yılında “Komünizmi önlemenin en etken yolunun da demokratik sol yönünden tedbirler olduğuna inanıyoruz” diyen Ecevit, ömrünün sonunda da en büyük başarısının komünizmle mücadelesi olduğunu söylememiş miydi? Sakın ola ki, “Kılıçdaroğlumuz” da bir gün, “En büyük başarım AKP ve Erdoğan’ı yıllarca iktidarda tutmak oldu” deyivermesin?