'NATO karşıtlığını devrimci sosyalist fikirler temelinde kurmalıyız'

İsveç’in NATO’ya üyeliği tartışılmaya devam ederken İsveç Komünist Partisi Genel Başkanı Sörensen ile üyelik gündemini ve NATO’ya karşı mücadelenin önemini konuştuk.

Dış Haberler

NATO’nun, 11-12 Temmuz’da Litvanya Vilnius’ta toplayacağı zirvede en önemli gündem maddelerinden birisi İsveç’in NATO’ya üyeliği konusu olacak. Türkiye, İsveç’in NATO’ya üyeliğini henüz onaylamadı. İsveç, Türkiye’nin çekincelerini gidermek üzere bir dizi adım atsa da onay sürecinin zaman alabileceği ve sadece Türkiye’de değil dünyada da İsveç’in NATO’ya üyeliğinin bir süre tartışılmaya devam edileceği düşünülüyor.

NATO’nun Vilnius Zirvesi öncesi, ülkede NATO karşıtı güçlerden birisi olan İsveç Komünist Partisi’nin Genel Başkanı Andreas Sörensen ile İsveç’in NATO üyeliği sürecini konuştuk. İsveç’in fiilen zaten uzun süre önce terk ettiği tarafsızlık pozisyonunun NATO üyeliği ile birlikte resmen de ortadan kalkacağını belirten Sörensen, üyeliğin İsveç sermayesinin çıkarlarını ilerletmede önemli bir işlev göreceğini vurguluyor.

Emperyalist sistem anlaşılmadan NATO’nun genişleme sürecinin doğru değerlendirilmeyeceğini söyleyen Sörensen, İsveç’te NATO üyeliğine “Erdoğan ile ittifaka” karşı oldukları için itiraz edenlerin olduğunu ancak İsveç Komünist Partisi’nin üyeliğe NATO emperyalist bir örgüt olduğu için karşı çıktığını belirtiyor.

'Kapitalizmde tarafsızlık yoktur'

İsveç'in NATO üyeliği için yaptığı başvuruyla birlikte uzun süredir devam eden tarafsızlığını bozduğu iddia ediliyor. Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

İsveç'in resmi olarak uzun bir tarafsızlık geçmişi vardı ve bu tarafsızlık artık kesin olarak bozulmuştur. Ancak bu resmiyetteki tarafsızlık hiçbir zaman gerçek bir tarafsızlık anlamına gelmedi. İsveç'in gerçekte hiçbir zaman tarafsız olmadığına, aksine her zaman İsveç sermayesini güçlendiren tutumlar aldığına dair sayısız örnek var. Bu da anlaşılabilir, çünkü kapitalizmde tarafsızlık yoktur; kimse kenarda durup müdahil olmama yoluna gidemez.

Resmiyette tarafsız olmasına rağmen İsveç, Batı Avrupalı emperyalist güçlerle ve ABD ile yakın bağlarını sürdürdü. Bu bağ çeşitli görünümler aldı: İkinci Dünya Savaşı sırasında Norveç'in işgaline yardımcı olmak için Alman birliklerinin geçişine izin verilmesi; Soğuk Savaş sırasında Gladio Operasyonu çerçevesinde gizli bir ordu kurulması; Batılı gizli servislerle yakın işbirliği; NATO ile ortak askeri tatbikatlar ve özellikle Batılı ülkelere kapsamlı silah ihracatı, ki bundan bahsetmeye bile gerek yok.

Tüm bunlar yaşanırken İsveç resmiyette tarafsızlık pozisyonunda idi. Şimdi olan şey ise siyasetin gerçekliği yakalamış olmasıdır.

'Kapitalist güçler arasındaki rekabet giderek daha da artıyor'

İsveç hükümeti NATO üyeliği konusunda neden bu kadar kararlı? Ne gibi beklentileri var? Ve geçen yılki hükümet değişikliğinden sonra bu konudaki yaklaşımda bir değişiklik oldu mu?

Hükümet değişikliğinden bu yana yaklaşımlarında önemli bir değişiklik olmadı. Bu sürecin bir önceki hükümet tarafından sağ partilerin desteğini aldıktan sonra başlatıldığını unutmamak gerekir. Mevcut süreçte ise tam bir mutabakat söz konusu.

Tüm bu sürecin arkasında kapitalist sistem içindeki çelişkilerin keskinleşiyor olması açıkça görülebilir. Kapitalist güçler arasındaki rekabet giderek daha da artıyor, Ukrayna'daki savaşta bunu görebiliyoruz ve İsveç de bu çelişkilerin içine çekiliyor.

İsveç küçük bir ülke olmasına rağmen, uzantıları tüm dünyaya yayılmış çok gelişkin bir kapitalizme sahip. İsveç'in Baltık ülkelerine yaptığı yatırımlar bu açıdan özel bir önem taşıyor ve bu yatırımlar Rus muadilleriyle doğrudan çatışma içinde. Kendi çıkarlarını tek başına savunacak araçlara sahip olmayan İsveç sermayesi müttefiklere ihtiyaç duyuyor ve doğal olarak bu, Rus çıkarlarına karşı koymak için NATO ve AB yönünde evriliyor.

'Askeri harcamalarda büyük bir artış olacak, bu da halkın refahı için ayrılan bütçeyi tüketecek'

İsveç'te yaşayan ve mücadele eden komünistler olarak bu dış politika yaklaşımını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? NATO üyeliği gerçekleşirse bunun İsveç'teki toplumsal koşulları ne yönde etkilemesini beklemeliyiz?

Öncelikle bunu İsveç sermayesi için doğal bir adım olarak görüyoruz ve analizlerimiz bu üyeliğin İsveç sermayesinin çıkarlarını ilerletmede oynadığı role odaklanıyor. İsveç sermayesinin müttefik arama zorunluluğunu ve bunun derinleşen çelişkiler bağlamında nasıl acil bir mesele haline geldiğini görüyoruz.

Geçmişteki tarafsızlık politikasını kabul etmiyoruz; çünkü tarafsızlığın yakınından bile geçmiyordu. Şimdiki adımın ise hükümetin politikalarını açıkça büyük sermaye ile aynı çizgiye getirdiğini görüyoruz.

Elbette bundan iyi bir şey çıkmasını beklemiyoruz. İsveç'in Afganistan, Kosova, Mali ve Libya gibi ülkelerde şimdi ve geçmişte zaten asker bulundurduğunu hatırlayacak olursak, söz konusu militarizmin artması ve İsveç ordularının dünyanın dört bir yanındaki emperyalist müdahalelere daha da fazla katılması beklenebilir. Sınırlarımız dahilindeki askeri varlığın da büyüyeceğini ve bunu halkın gözünde normalleştirme adına girişimlerde bulunulacağını da göreceğiz.

Askeri harcamalarda büyük bir artış olacak ve zaten olmakta, bu da halkın refahı için ayrılan bütçeyi tüketecek.

İsveç Komünist Partisi Genel Başkanı Andreas Sörensen

'Halkın savaşa karşı tutumu gerçektir'

Sonuçları kamuoyuna yansıyan anketlerde İsveç halkının giderek daha büyük bir bölümünün NATO üyeliğine destek verdiği görülüyor. Hatta takip edebildiğimiz kadarıyla bu oran son zamanlarda yüzde 60’ın üzerine çıktı. Bu desteğin temelinde ne yatıyor?

Bu çok ilginç bir soru ve buna kısa bir cevap vermek oldukça zor.

Öncelikle, insanların nasıl yanlış bir ikileme sürüklendiğini görmemiz gerekiyor. Bu, kendini komünist olarak tanımlayan pek çok kişinin de içine sürüklendiği ikilemin aynısı, ancak karşı taraftan. Yani insanlara birinden birini seçin deniyor: Ya NATO ya da Rusya. Aynı şekilde, kendini komünist sayan pek çok kişi de, illa sunulan taraflardan birini seçmesi gerektiğine dair yanlış bir inançla, savaşta Rusya'nın tarafını tutmakta.

Kabul etmediğimiz bu ikilik, çok etkili bir medya mekanizması tarafından kamuoyuna sunuluyor. Bir yandan, İsveç'te medya kuruluşlarının büyük çoğunluğu iki ailenin elinde, yani medya sahiplerinin elinde merkezileşmiş durumda. Diğer yandan İsveç, haberleri devletin çıkarlarına göre -yani büyük sermayenin çıkarlarına göre- sunan çok etkili bir kamusal yayın hizmetine sahip. Kamusal yayının en büyük avantajı, tarafsızlık yanılsamasını sürdürmenin daha kolay olması.

Eleştirel seslere ise medyada yer verilmediği için, halk tek bir bakış açısından haber almış oluyor, ki o da NATO yanlısı yaklaşım.

Ancak bir şeyi de kabul etmeliyiz: Halkın savaşa karşı tutumu gerçektir. Böyle bir işgalle karşı karşıya kalan insanlar öfkelenir ve korkarlar. Savaşla karşı karşıya kaldıklarında ise savaşla aralarına mesafe koyarlar. Özünde bunlar olumlu, insani duygulardır. Biz de aynı tiksintiyi hissediyoruz.

Fakat teoriden, siyasi ideallerden ve şüphesiz etkili bir devrimci komünist partiden yoksun insanlar kendilerine sunulanla baş başa kalıyor ve bu içten duygular bir diğer emperyalist bloğa desteğe dönüştürülüyor.

'Erdoğan orada olsa da olmasa da emperyalist bir örgüt olduğu için karşı çıkıyoruz'

Peki NATO karşıtı kesim açısından durum nedir? İsveç’te böyle bir toplumsal dirençten söz etmek mümkün mü?

Hayır, anlamlı bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Elbette NATO'ya ve üyelik sürecine karşı çıkan farklı örgütler ve koalisyonlar var. En yüksek sesle karşı çıkanlar Kürt hareketini desteklemek için çalışan örgütler.

Ancak bunlar küçük ve ideolojik tutarsızlıklarla dolu. Örneğin, bu protestoların ana sloganlarından biri, Türkiye Cumhurbaşkanı'na atıfta bulunarak "Bir faşistle ittifaka hayır" oldu. Bu sloganı eleştirdik çünkü asıl noktayı tamamen gözden kaçırıyor: NATO'ya Erdoğan içinde olduğu için değil, Erdoğan orada olsa da olmasa da emperyalist bir örgüt olduğu için karşı çıkıyoruz. Bu gibi sloganlar odağı emperyalizm sorunundan ve sistem içindeki keskinleşen çelişkilerden egemen sınıfın yararına olan yaklaşımlara kaydırmaya hizmet ediyor.

İşte bu nedenle bu protestolardan resmi olarak uzak durmayı tercih ettik, çünkü bu protestolar bizi istemediğimiz bir uzlaşıya zorlayacaktı. Özünde bu, komünistlerin kısa vadeli zaferler adına temel ilkelerden ödün verdiği, ancak sonunda gerçekliğin çarpıtılmasına yarayan "ehveni şer" mantığı.

'Devrimci bir dünya anlayışı olmadan NATO'ya karşı devrimci bir direniş olamaz'

Türkiye, İsveç'in üyeliğini henüz onaylamamış olan iki NATO ülkesinden biri. Bu konuda devam eden pazarlıklar Türkiye'nin dış politikasının olduğu kadar iç politikasının da gündeminde. Bu arada Türkiye'deki komünistler de NATO'nun genişlemesinin hem Türkiye hem de dünya halkları için ne anlama geleceğini anlatmaya devam ediyor. İsveçli komünistler olarak bu konuda soL okurlarına ve genel olarak Türkiye halkına ne söylemek istersiniz?

Emperyalist sistemi anlamadan NATO'nun genişlemesini açıklayamayacağımıza inanıyoruz. Bu konulardan kaçamayız ve gelişmelerin arkasındaki gücü açıkça ortaya koymalıyız. Sizin gibi biz de insanların yanılsamalarını yıkmak ve gerçekleri olduğu gibi göstermek için elimizden geleni yapıyoruz. Bunu yapmaya devam etmeliyiz. Devrimci bir dünya anlayışı olmadan NATO'ya karşı devrimci bir direniş olamaz.

NATO'ya karşı mücadele bugün bizler için en önemli mücadelelerden biridir, çünkü NATO dünyadaki en güçlü emperyalist ittifak ve rekabetle karşılaştıkça giderek daha saldırgan hale geliyor. Ancak, NATO'ya karşı olan herkesi dost ve müttefik olarak görme tuzağına da düşmemeliyiz; "düşmanımın düşmanı dostumdur" yaklaşımına başvurmamalıyız. Kendi yolumuzu çizmeli; NATO ve emperyalizm karşıtlığımızı devrimci sosyalist fikirler temelinde kurmalıyız.

Halka güvenmeliyiz, bizim gördüğümüzü elbet onlar da görebilir ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilirler. Politikalarımızı "sulandırarak" halkın idrak kapasitesini hafife almamalıyız. Aksine, standardımızı yüksek tutmalı ve halkı kurtarabilecek olanın yalnızca halkın kendisi olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmeliyiz.