İsveç’in NATO üyeliği: Olmazsa olmaz mı?

'Pazarlık sürecinde Türkiye’deki komünistlere de İsveç’in üyeliğinin NATO için ve dünyadaki ve ülkemizdeki emekçiler için ne anlama geleceğini ısrarla anlatma sorumluluğu düşüyor.'

Cansu Oba

İsveç’in Finlandiya ile birlikte NATO’ya başvurusunun üzerinden bir yılı biraz aşkın bir zaman geçti. Finlandiya geçtiğimiz Nisan ayında üyeliği alırken İsveç’in üyelik süreci uluslararası siyasetin ve Türkiye’nin iç ve dış politikasının gündeminde. 

İsveç’in üyeliğini henüz onaylamamış olan Türkiye ve Macaristan ile devam eden süreç, iki ülkenin İsveç ile ikili görüşmelerinden ziyade başından beri bizzat ABD’nin de aktif olarak dahil olduğu bir şekilde ilerliyor. Uluslararası basında başta İsveç ve ABD olmak üzere Batının bu üyelikteki ısrarı, karşılığında AKP iktidarına verilmekte ve verilecek olan tavizler üzerinden yer buluyor. Oysa bu tartışma konunun özünü görünmez kılıyor. NATO ittifakının sınırlarında meydana gelecek bir değişiklikten, söz konusu olan bir daralma değilse, hiçbir koşulda ve dünyanın hiçbir yerinde emekçilerin yararına bir sonuç çıkmayacağını peşinen biliyoruz. O nedenle İsveç’in olası üyeliğinin mücadele ettiğimiz emperyalist kampın en azılı örgütü için ne ifade ettiğine ve NATO’nun gücünde nasıl bir değişiklik anlamına geleceğine biraz daha yakından bakmaya çalışalım.

Fahri üye mi demeli?

Yakın zamanda İsveç hükümetinden NATO üyeliği kesinleşmeden dahi üye ülkelerin askeri ekipman ve personelinin İsveç topraklarında konuşlandırılabileceğine dair bazı sinyaller geldi.

Aslında İsveç ve NATO ilişkilerinin kısa tarihçesi, bu sinyallerin bir açıdan çok da haber değeri taşımadığını ve İsveç’in zaten uzunca bir süredir NATO ile müttefiklik yoluna girmiş olduğunu anlatıyor. Bu tarihçeye dair bir derleme için ise pek de titiz bir araştırmaya gerek olduğu söylenemez. İsveç hükümetinin resmi internet sitesi bu açıdan fazlaca veri sunuyor ve sağladığı kolaylıkla NATO iletişim ofisi sayfası izlenimi veriyor.

İsveç’in NATO ile kağıt üzerindeki ortaklığı 1994’te NATO ve Avrupa-Atlantik bölgesindeki üye olmayan devletlerin iş birliğini amaçlayan Barış için Ortaklık’la başlıyor. 1997 yılında ise tüm NATO üyesi devletlerle üye olmayan devletler arasındaki ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulmuş olan Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ne üyelik ekleniyor. Arada, 1995 yılında gelen AB üyeliğini de bu tabloya ekleyelim.

İsveç’in 200 yıldır tarafsız olarak nitelenen dış politikası için bu yıllardan itibaren “askeri açıdan bağımsız” nitelemesi kullanılmaya başlanmıştı. Bağımsızlığın askeri alana sıkıştırılmasının nedeni Batı ile girilen siyasi angajmanın tam bir tarafsızlık tarifini açıkça zorlaştırmasıydı. Fakat İsveç’in NATO dostluğu bu kısıtlı bağımsızlık tanımı için bile sınırları zorlamayı gerektiriyor. Bağımsızlık iddiasındaki bir hükümetin utana sıkıla açık edeceği ancak aynı internet sayfasında gurur nişanesi gibi sıralanan ortaklıkların bazılarına bakalım: 

İsveç Silahlı Kuvvetlerinin NATO’nun Bosna Hersek, Kosova, Afganistan, Libya ve Irak’taki operasyonlarında yer alması; NATO’nun eğitim ve tatbikatlarına katılımın yanı sıra ev sahipliği ve desteği; NATO, AB ve BM tarafından yürütülen operasyonlara daha fazla katkı koymayı amaçlayan bölgesel iş birliği NORDEFCO’ya katkıları; bilim insanlarını NATO’nun kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer savunma programlarına katkı koymak üzere istihdam etmesi; NATO ortağı ülkelerde mayın ve patlayıcıların imhasıyla ilgili programlara sunduğu destekler…

SSCB’nin çözülüşüyle birlikte alenileştiği söylenebilir ancak Soğuk Savaş döneminde de kendisini gösteren bir yakınlaşma söz konusu olan. 

Bugünlerde İsveç’in dış politikasının en öncelikli başlıklarından biri olan NATO üyeliğinin yanına eklenmesi gereken bir madde daha var. NATO süreciyle doğrudan ilişkili ama ayrı bir başlık olarak ele alınmayı hak ediyor. O da Ukrayna’ya her türden desteğin devam ettirilmesi. Ukrayna savaşının patlak vermesi ve ardından İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu İsveç seçimlerinden hemen önce Sosyal Demokrat Parti iktidarında gündeme gelmişti. Başvuruyu yapan da onlar olmuştu. Eylül 2022’deki seçimlerde sağ blok dışardan neo-Nazi partisinin de desteğiyle iktidara geldi ve NATO üyeliği ve Ukrayna desteği konusundaki dış politika önceliği korundu.

İsveç sermaye sınıfı kararlı görünüyor. İktidarlar değişiyor fakat bu iki başlıktaki ısrar artarak devam ediyor.

Başbakan Ulf Kristersson bunu ülkenin ulusal birliğine yoruyor. Öyle ki yeni bir durumla karşı karşıya kalındığında sosyal demokratlar pozisyon değiştirmeyi ve NATO yanlısı konum almayı bildi, “ülkenin çıkarlarını” her şeyin üstüne koydu.1 Ülkenin tüm düzen partilerini aynı çizgiye getiren çıkarın hangi sınıfsal ve ideolojik pozisyondan kaynakladığını Ukrayna yardımları anlatıyor:

Şubat 2023 tarihli ABD raporuna göre, İsveç Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’ya tanksavar silahları, hava savunma sistemleri ve arazi araçları da dahil olmak üzere yaklaşık 570 milyon dolarlık askeri yardımda bulundu.2

Rusya’nın Ukrayna’da işlediği iddia edilen savaş suçlarının sorumluluğunu alması için uluslararası hukuk alanında çalışmayı temel meselelerinden biri olarak ilan etti.3 Bunun bir bölümü Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne maddi yardımı da kapsıyor. Emperyalist sistemin zorba karakteri sınır tanımıyor. Özgürlükçü değerler setiyle övünen İsveç hükümeti öncülüğünde Rusya’nın dondurulmuş varlıklarına Ukrayna’nın yeniden inşası için nasıl el konulup kullanılabileceğini araştırmak için AB bünyesinde komisyon kuruldu.

Ukrayna’nın Batılı ülkelere yaptığı çağrıyı yanıtsız bırakmadı. İngiltere iş birliğinde Archer topçu sistemi yardımı4 ve Almanya iş birliğinde uçaksavar sistemi yardımı5 planlar arasında. İsveç Psikolojik Savunma Ajansı ile de Ukrayna’yı savaşın başından beri enformasyon savaşı alanında desteklemeye devam ediyor.6

İsveç’in bir NATO üyesi gibi elinden geleni yaptığı görülüyor. 

Öyleyse İsveç’in üyeliği gerçekte bir fark yaratacak mı?

İsveç, başvurunun ardından Haziran 2022’de NATO’dan kendisine giden davetle birlikte davet edilen ülke statüsüne kavuştu. Bu statü, üyeliği tüm NATO müttefikleri tarafından onaylanana kadar devam ediyor ve nükleer silahlarla ilgili olanlar dışında tüm NATO faaliyetlerine katılımı öngörüyor.

Buna İsveç’in NATO politikalarının hayata geçirilmesindeki hevesi ve aktif katkısı de eklenince üyeliğin kayıt üzerinde de karşılık bulmasının tartışıldığı kadar önemli olup olmadığı sorusu akla geliyor. Ya da İsveç daha ne yapsın?

Mesele sadece İsveç’in yapacakları değil. İsveç hükümeti 5. madde kapsamında değerlendirilmek istiyor. Yani üye ülkelerden biri saldırıya uğradığında tüm üye ülkelerin bunu kendilerine yapılmış bir saldırı saymaları ve yardım etmeleri kuralının İsveç için de geçerli olmasını. Bunun için de üyelik gerekiyor. Rusya’nın kendi topraklarına karşı tehdidini artırdığını çeşitli raporlarla öne sürerken buna karşı ülke güvenliğini sağlamanın en iyi yolunun NATO üyeliği olduğu argümanını kullanıyor.

ABD’nin manipülasyonlarının NATO üyesi olmayan ülkelerde kamuoyu algısı üzerindeki etkisini ihmal edemeyiz. Ukrayna savaşının başlarında ülkemizdeki kafa karışıklığını ve savaş tehdidi karşısında yükselen güvenlikçi ve NATO’cu söylemin nasıl geniş bir kesimi etkisi altına aldığını hatırlayalım. İsveç’te NATO üyeliği üzerine yapılan anketlerde giderek artan ve bu yılın başında %63’e ulaşan kamuoyu desteğinde de bu emperyalist propagandanın etkisi var.

Diğer yandan bu etki sadece emperyalizm ve NATO’ya değil İsveç sermayesine de yarıyor. İsveçli komünistler tüm dünyada çelişkiler derinleştikçe İsveç sermayesinin kendi yatırımlarını koruma ihtiyacının da arttığını ve NATO üyeliğindeki ısrarı bu açıdan değerlendirmek gerektiğinin altını çiziyor. Türkiye ile pazarlığın ana konusu olan anti-terör yasasının yürürlüğe girmesini de bir de bu açıdan değerlendirilmeye değer. İsveç’i AKP karşısında zor durumda bırakan ve nihayetinde vermek zorunda kaldığı bir taviz olarak tartışılan yasa aynı zamanda İsveç sermaye sınıfı tarafından ülke içinde ipleri sıkılaştırmaya ve işçi sınıfını baskı altında tutmaya yarayacak bir işlev de görecek. Bu bağlamda İsveç için yasanın maliyetinin mi getirisinin mi ağır bastığı tartışılır. Bir başka açıdan ise seçimlerle birlikte sıkılaşan göçmen politikası da bu yasanın kullanım alanını genişletiyor ve birkaç açıdan elverişli bir enstrüman haline getiriyor. 

İsveç sermaye sınıfı NATO üyeliğinin getireceği farka inanıyor. 

Peki NATO için ne anlam ifade ediyor?

İsveç elinden geleni yapıyor olsa da NATO üyeliği bazı mali ve askeri uygulamaları üye devletlere bir yükümlülük olarak getirerek daha bağlayıcı bir ilişkiyi kuruyor. 

Bu yükümlülüklerden biri NATO’nun askeri ve politik yapılanması için insan gücü sağlamak. İsveç hükümetine göre buna ek olarak NATO ortak bütçesine yıllık 55-65 milyon dolar katkı koyması beklenecek. NATO’nun üye ülkeler için öngördüğü savunma harcamaları ise gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYİH) yüzde 2’sini hedefliyor. 2021 itibariyle İsveç için bu oran yüzde 1,3 fakat 2026’ya kadar yüzde 2’ye çıkarma taahhüdü bulunuyor. Bir diğer yükümlülük de bu savunma harcamalarının yüzde 20’sinin savunma malzemelerine ve Ar-Ge çalışmalarına ayrılması.7

İsveç’in askeri harcamalarının GSYİH’ye oranı neredeyse 1960’lardan beri düşüş eğilimi içinde olsa da toplam harcama miktarının özellikle 2015’ten bu yana arttığı ve 2020-2022 yılları arasında yaklaşık 8 milyar dolara ulaştığı görülüyor.8

Karşılaştırma için benzer bir nüfus ölçeğine sahip NATO üyesi bir ülkeden örnek verelim. Yunanistan’da 2020 itibariyle GSYİH’nin yüzde 3,9’u savunma harcamalarına ayrılmış durumda, bu oranın rakamsal karşılığı ise yaklaşık 8 milyar dolar.9 Bu açıdan İsveç’in henüz hedeflerinin gerisinde olduğu durumda bile mevcut NATO üyesi ülkelerin bir bölümünden daha önemli bir askeri güç kaynağı anlamına geleceği anlaşılıyor.

Ordusunun insan gücü açısından ise NATO için durum çok da arzu edildiği gibi olmayabilir. 1990’larda 100 bine çıkan aktif askeri güç 2000’lerde dramatik bir düşüş yaşamış ve 2019 itibariyle 15 bine kadar gerilemiş.10 Yine de son dönemde burayı güçlendirmeye dair önlemlerin alındığı görülüyor. 2017’de zorunlu askerlik belli koşullara tabi olsa da geri getiriliyor örneğin.

Diğer yandan demir-çelik İsveç’in temel sanayilerinden biri, savunma sanayisi de buna paralel gelişiyor. Askeri yatırımlara verilen ağırlık artıyor ve hükümet değişikliği ile birlikte daha da artacağa benziyor. Silah ihracatında dünyada ilk 15’te yer alıyor. Bu savunma gücününün envanterine katılmasının elbette NATO için askeri bir önemi var. Diğer yandan her ne kadar silah ithalatı giderek azalsa da toplam ithalat payının yüzde 95’i ABD’ye ait.11 Müttefiklik bu ticaret hacmini korumak için de önemli.

Stratejik açıdan ise İsveç, Finlandiya kadar olmasa da önemli bir yere sahip. Rusya ile doğrudan sınırı yok fakat Rusya’nın Kaliningrad’da bulunan ve stratejik öneme sahip olan askeri üssünden 350 km uzaklıktaki Gotland adalarını elinde bulunduruyor. Ayrıca İsveç’in üyeliği NATO için Baltık bölgesinin tamamen müttefiklerle kapatılması anlamına geliyor.

Tüm bu maddi getirilerine ve savunma kapasitesinde yol açacağı artışa karşın İsveç’in NATO’ya katılmasının emperyalist sistem içi rekabet açısından çok kritik sonuçlar doğurmayacağı ve ABD emperyalizmi lehine bir güç dengesi değişikliğinden söz etmenin abartılı olacağı anlaşılıyor. İsveç de dahil olmak üzere NATO bloğunun en çok başvurduğu argümanlardan biri üyeliğin Rusya üzerinde caydırıcı etki yaratacağı yönünde. İsveç’in bu anlamda tek başına caydırıcı olmaktan uzak olduğu açık. Emperyalist sistem içindeki çelişkilerin daha kapsamlı bir dünya savaşına evrilmesinin önünde bir caydırıcı etkiden söz edeceksek o etki hala karşılıklı konuşlandırılmış nükleer silahlara ait. İsveç bu açıdan özel bir ağırlık taşımıyor.

Caydırıcılığın aksine NATO’nun genişlemeye devam etmesi başlı başına bir tehdit. Hem üye olan hem de üye olmayan ülkelerin halkları için. SSCB ortadan kalktığında 16 üyesi olan NATO’nun şimdi 31 üyesi var.

NATO’nun güvenliğin teminatı olduğu yalanıyla birlikte gelen her yeni üyelik, bu emperyalist yalanlarla etkili bir ideolojik mücadele yürütülemediği sürece emekçiler arasında da NATO destekçiliğini güçlendiriyor, emperyalist savaş karşıtı birikimi aşındırıyor ve olası bir emperyalist savaşta kendi ülkelerindeki sermaye iktidarı arkasında pozisyon alma potansiyelini artırıyor. Emperyalist müdahalelerin meşruiyet alanı genişliyor. İsveç üye olsun ya da olmasın, üyelik tartışmalarının kendisinin yarattığı bu tahribatı da çok ciddiye almalı.

İsveç komünistlerinin işaret ettiği yer bu açıdan çok anlamlı. İsveç’te üyelik sürecine karşı çıkan seslerin büyük bir kısmı İsveç gibi “özgürlükçü” bir ülkenin Erdoğan’a “boyun eğmesi”ne tepki olarak çıktı. Oysa bu süreç NATO üyeliğinin getireceği sonuçlar ve sermaye ve emperyalizm karşıtlığı üzerinden tartışıldığında ve toplumsal karşılığı yaratıldığında geri adım attırma ihtimali bulunuyor. 

Temmuz’daki NATO zirvesinden önce sonuçlanıp sonuçlanmayacağına dair net bir şey söylemek için henüz erken olan pazarlık sürecinde Türkiye’deki komünistlere de İsveç’in üyeliğinin NATO için ve dünyadaki ve ülkemizdeki emekçiler için ne anlama geleceğini ısrarla anlatma sorumluluğu düşüyor.