Orhan Pamuk o olağan “bilmiyordum, duymamıştım” konuşmalarından biri nedeniyle yeniden gündemde.
2010 Anayasa referandumunda "Yetmez ama Evet" diyenler arasında yer alan Pamuk, ülkenin hem siyasi hem de ekonomik olarak berbat durumunda olduğunu söyledi, “hiçbir zaman aklıma gelmezdi” dedi. 2010 referandumunda evet derken ülkenin cennet olacağını sanıyordu belli ki.
Bu talihsiz konuşmaya muhatap olmamızın sebebi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin verdiği 45. Sedat Simavi Ödülleri’nde edebiyat kategorisinde ödüle layık görülmesi. Cemiyet düşünüp taşınmış, derin derin araştırmış, nedense aklına ödül verecek edebiyatçı olarak Orhan Pamuk gelmiş. Hep böyle oluyor zaten. Kritik zamanlarda ortaya çıkıyor, abuk sabuk laflar edip kendine hafızalarda sarsılmaz bir yer ediniyor.
Derin bir siyasi ve iktisadi krizin ortasında yaptı ödül konuşmasını. İktidara oturuşundan beri doğrudan veya dolaylı destek verdiği siyasal İslamcı AKP ülkeyi batırmıştı. Doğal olarak hükümeti eleştirdi, “İnsanlara karantina kurallarını dayatmak hem Türkiye’de hem Batı’da gördüğümüz gibi bir anlamda devletleri otoriterleştiriyor. Bu konuyu da ele almak istedim. Ama bizim devletimizin hele son beş yılda otoriterleşmek için bir salgına ihtiyacı yoktu” dedi. Evet bu saçma cümleyi salon dolusu gazetecinin önünde söyledi. Tabii kimse devlet otorite demek zaten, otoriterleşmeyen devlet mi olur diye sormadı. “Dünyaca ünlü yazar” konuşmasını “Allah millete sabır versin, direnme gücü versin diyorum” diyerek bitirdi. 20 yıllık siyasal islam yanaşmalığını bu cümleden daha iyi hiçbir şey anlatamazdı.
Yeni değil bu muhalif tavrı aslında. Birkaç ay önce de Türkiye’de demokrasi olmadığını söylemiş, “Ben siyasi konuşmaya yapmaya meraklı değilim. Siyaset sorana düşünce özgürlüğü yok diyorum. Siyasi laf edenleri sokakta dövüyorlar, parmaklarını kırıyorlar, tehditler ediyorlar, mafya karışıyor işin içine” demişti.
Her konuşması siyasi
Aslına bakılırsa bunu da yanlış hatırlıyor. Siyasi konuşmayı seviyor, hatta siyasi konuşmaları romanlarından daha çok ilgi çekiyor.
2008’de yukarıdaki cümlesini tekzip etmiş, “sanatçının hem topluma karşı sorumluluğu hem de kendine saygısı gereği elbette politika konuşması gereklidir” demiş mesela.
2009’da Kürt açılımıyla ilgili AKP’nin “Kürt meselesine ilişkin yumuşak ve liberal tavır geliştirmek yerine, sert tavır izlediğini” ileri sürerek, “Hükümet konuya yumuşak biçimde nasıl yaklaşacağını bilmezse, sorun maalesef devam edecek” demiş, bu siyasal sorunda tarafını belli etmiş.
2010’da “Benim Anayasa değişikliğindeki oyum evet... 12 Eylül anayasasından zaten memnun değilim. Anayasadan çok fazla anlamam çünkü siyasi ve hukuki bir belgedir. Ben, 12 Eylül'ün kendisinden memnun değilim” demiş, yargının AKP’ye teslim edilmesine aracı olmuş. Anayasadan anlamıyor ama görüldüğü gibi yapımına katılabiliyor.
2011’de “Siyasete karışmaktan çekinmem. Bir sürü demeç verdim, başım da derde girdi ama romanlarım o anlamda siyasi değildir” demiş.
2012’de “Burjuvaziden tiksiniyorum. Başörtüsü taktıkları için kadınlara yukardan bakıyorlar. Bu bana eskiden Güney Afrika 'da beyazların siyahlara bakışını hatırlatıyor” demiş. Büyük ihtimal Cumhuriyete ve laikliğe saldıran bir roman hazırlıyordu.
2015’de “Recep Tayyip Erdoğan karşıtı bir laik muhalif” olarak tanımlanmak istemediğini, “romancı” kimliğiyle anılmak istediğini söylemiş.
2017’de referandumda evet dediğini unutarak ifade özgürlüğünün kalmadığını, artık aşırı otoriter bir siyasi ortamın oluştuğunu belirterek, referandumla getirilen anayasa değişikliğinin güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırdığını söylemiş. Yine de kötümser olmadığını belirterek, referandum süresince “Evet” kampanyasının yoğun yürütüldüğünü gözlemlediği İstanbul Kadıköy’de yüzde 80 oranında “Hayır” çıkmasını örnek göstermiş.
Doğru tek bir sözü yok
Bu kadar değişken veya pragmatisttir. Bunlara bakan herkes anlayacaktır ki Orhan Pamuk siyasi demeç vermeyi çok sevmektedir ancak demeçlerinin hiçbir doğruluğu ve haliyle hiçbir değeri yoktur. “Piyasa yapmak” için sarf edilmiş hesaplı ve planlı sözlerden ibarettir. Biri diğerini tutmaz, devamlığı ve tutarlılığı yoktur.
Tutarlı olduğu tek konu cumhuriyete ve laikliğe düşmanlığıdır.
2012’de Tiyatro Sanatçısı Genco Erkal onu gericilerin Sivas Katliamını anlatan “Sivas ‘93” oyununun galasına çağırdı. “Benim orada görünmem politik olarak doğru olmaz” diyerek reddetti. Değerlendirmesi doğruydu, o sırada katliamı yapanlarla iş tutuyordu. AKP’yi hiç üzmedi, ne zaman onları zora sokacak bir konuda konuşması istense ya sustu ya da ters düşmeyecek şeyler söyledi. Romanlarında sistematik olarak cumhuriyeti ve kurucularını aşağıladı.
Bu sadece onun değil sırtını yasladığı Batılı efendilerinin de programıydı. AKP’yi rahatsız etmeyerek onları da hoş tutmuş oluyordu. Yazdıklarında, yaptıklarında AB’nin ve ABD’nin politikalarını ihlal etmemeye büyük özen gösterdi. Onlara her eylemiyle bilinçli destek verdi.
ÖSO'nun tüfeğindeki mermi
Bunun en tiksindirici örneği kendisi gibi angaje beş yazarla birlikte Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a yazdıkları bir açık mektuptu. Suriye’ye saldırının en yoğun olduğu 2012’de yazdıkları mektupta Esad’ı, “İstifa et, yoksa senin sonun da Saddam ve Kaddafi gibi olacak” diyerek açıkça tehdit ediyorlardı. O sırada Suriye’ye saldıran ÖSO’nun arkasında ABD, AB, Amerikancı Körfez ülkeleri ve AKP iktidarı vardı. Bu örgüte her türlü desteği sağlıyorlar ve işledikleri suçları örtbas ediyorlardı. Bu altı kafadar ÖSO’nun tüfeğine mermi olmayı düşünmeden kabul etmişti. Emperyalizmin Özgür Yazarlar Ordusu, emperyalizmin Özgür Suriye Ordusu’nun arkasındaydı.
Fransız Liberation Gazetesi’nde yayımladıkları mektupla Esad’dan şu alaycı sözlerle Suriye’yi terk etmesini istediler:
“Ruslar ve Çinliler sizi misafir etmeyi kabul etmezlerse Cezayir'e gidin. Cezayirliler bellek sahibi insanlardır. Kahramanları emir Abdülkadir'e Suriye'nin kucak açtığını unutmadılar. Emir Abdülkadir Fransa tarafından yenildiğinde dostu haline gelen 3'üncü Napolyon tarafından Suriye'ye gidip yerleşmesine izin verilmiş, Fransız sömürgesinden kaçan binlerce Cezayirli de kendisiyle birlikte oraya gitmişti… Siz ve aileniz için tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi bir ölüm ya da Lahey’de mikroptan arındırılmış bir hücrede müebbet hapis.”
Bir ünlü müzisyenimiz onu evinde ziyaret etti son eyleminin ardından, “ülkenin evladı fazla yüklenmeyin” falan dedi. Bundan daha yakışıksız bir tanımlama hatırlamıyorum. Ülkenin evladı değil o, gericilerin ve emperyalistlerin evladı. Sorun ettiğimiz, önemsediğimiz de bu zaten. Yoksa ortada bir edebiyat varmış yanılsamasına kapılmadık hiç!