'Bağımsızlıktan, laiklikten, eşitlikten yana olanı güçlendirmek yeni dönemin en önemli görevi'

Yarın akşam NHKM Kadıköy'de yapılacak 'Yeni bir ülke kurmak için... Kadın, Emek, Cumhuriyet' etkinlik öncesinde Güldal Okuducu ile yakın tarihin ve bugünün mücadelesi üzerine konuştuk.

Tuluğ Ünlütürk, Kaya Tokmakçıoğlu

Siyasetçi ve yazar Güldal Okuducu ile 5 Mayıs Cuma akşamı İstanbul Kadıköy'deki NHKM’de yapılacak etkinlik öncesinde yakın tarihimizin ve bugünün kadın, emek ve Cumhuriyet mücadelesi üzerine sohbet ettik. 

Uzun yıllar CHP Kadın Kolları başkanlığı ve milletvekilliği yaptınız. Ama galiba hikaye orada başlamıyor. Siyasetle ve kadın mücadelesiyle kurduğunuz bağ nerede ve nasıl başladı, biraz anlatabilir misiniz?

Edirne Öğretmen Okulu’nda başlıyor benim hikayem. Bizim içinde bulunduğumuz zaman diliminde toplumun politizasyon düzeyi çok yüksekti. Hele gençlik söz konusu olduğunda mutlaka herkesin bir görüşü vardı. Solun etkin olduğu, bütün toplumsal dinamiklerin belli oranlarda örgütlü olduğu, kadınların, öğrencilerin, memurların, işçilerin örgütlendiği koşullarda şekillendi gençlik yıllarım. Politik bir gençliğin parçasıydım. Öğretmen okulu mezunuyum ben. İkinci sınıftayken abimin eve getirdiği Komünist Manifesto’yu ondan alamadığım için, onu bir deftere yazıp okula götürürdüm; Komünist Manifesto ile eğitim çalışmaları yapardık. Okuduğumuzu anlamamak gibi bir durum yoktu, -ki zaten onun çok da basit ve güzel bir yazımı vardır o büyük kitaplar içinde. 1000, 1500 mevcutlu bir okulda, faşistlerin dışında kalan neredeyse herkes Komünist Manifesto eğitiminden bir biçimde yararlanmıştır. Sınıf nedir, kitle nedir? Küçük kırmızı broşürlerdeydi bu soruların cevabı ve biz anlardık onları. Çanta çanta alıp gizlice okula sokup ekiplere dağıtıp okuturduk herkese. Ayıptı okumamak…

18-19 yaşında  İlerici Kadınlar Derneği (İKD) ile tanıştım; daha sonra bir ayrışma sonucunda Demokratik Kadın Birliği’ni kurduk ve kadın örgütlenmesi çalışmalarımız sosyalist bir perspektifle devam etti. Şimdi sizin yaptığınız çalışmalarla bizim yarım asırı geride bırakan o çalışmalarımızın arasında nasıl benzerlikler ve farklar var, bakmak lazım. Bunları Cuma akşamki etkinlikte hep beraber konuşuruz, diye düşünüyorum. Kuşkusuz özünde birler. Hem kadro devşirmeye hem kitleselleşmeye çalışıyorduk. Yani her bir kadını kazanma, onun meseleyi etraflıca anlamasını, bilgiyle hareket eden bir insan ve parçamız olmasını sağlama çabasıydı bu. O süreçten 50’li yaşlarımın ortasına kadar genel siyasal mücadelenin bir parçası olmakla birlikte hep kadın çalışmalarının içinde bulundum.

Bunların hatırı sayılır bir bölümü de CHP içerisindeydi…

Evet. Ancak, 1996'da CHP Kadın Kolları Genel Başkanı olarak göreve başladığımda o günün koşulları içinde gelişmiş bir örgütçü pratiğim vardı. Girdiğim her yerden yüzlerce kadınla çıkmak gibi bir deneyimi kazanmıştım mücadelenin içinde. Birebir ilişkiler açısından da öyle. Mensup olduğu sınıfsal ortaklığa rağmen kendi içlerinde o kadar farklı ki her bir kadın… Kolay gibi gelebilir kulağa ama çok çetrefilli, koşulları zor bir alan, hele günümüzde. Çünkü kadınların çeşitli bağımlılıkları, bağlılıkları, sorumlulukları devreye giriyor. Aile, eş, çocuk, içinde bulunduğu sosyal çevre, iş… Bütün bu kabukları kırıp bir yurttaş kimliğiyle, özgür bir insan kimliğiyle kendini bir yerde ifade etmesi, bunlar çok kolay süreçler değil.

Ama o dönem CHP gibi bir partide kadın çalışması yaparken bunlar asgari düzeye inen sorunlardı. Çünkü o zamanlar, partinin tabanında belli düşüncelerle zaten tanışmış oluyordu insanlar, yahut biz o insanlara ulaşıyorduk zaten. Bağımsızlık, laiklik meselelerine duyarlı bir toplamla temas ediyorduk. Ama o yıllarda kadına ulaşma mücadelesi bugüne oranla daha iyi sonuçlarla geri dönüyordu; günümüzde izliyorum, özlüyorum ülkenin o halini.

Bahsettiğiniz dönem 1996-2007 yılları arasını kapsıyor. Bir kısmı ve sonrası 20 yıllık AKP iktidarı… CHP içerisinde de tartışmalar yaşadığınızı hatırlıyoruz. Buradaki temel mesele de laiklik konusundaki ısrarınızdı değil mi?

Hepsini anlatırsam cuma gününe mevzu kalmaz değil mi? Ama bu 20 yıl bana şunu öğretti: Kişilik tamam, özgürlükçülük, adaletsizlik tamam ama laikliği çekip çıkardığında, bütün bu kavramlar kuleden aşağıya düşüyor. Sonlandırıyor, işlevleri kalmıyor. Eşitlik kalmıyor. 

Cumhuriyet fikri, dinselleşmeden, gerici örgütlenmelerden, toplumu kıskacına alıp cehaletle boğacak bütün süreçlerden arınmanın da adı. Bu yüzden Aydınlanma'ya saldırdılar. Cumhuriyet Aydınlanması'na, devrimlerine yönelik saldırı ve tabii bütün bu iç hattı tutan laiklik. Laiklik aşama, aşama, aşama, o kadar güzel aşındırıldı ki, açık seçik adını duymaz olduk. Adı geçiyor bazen, kendisi değil ama! Soyguncusu, talancısı, mafyası kendini çok rahat ifade ediyor ama biz laik bir düzenden yana olduğumuzu, laik yurttaşlar olarak yaşamak istediğimizi lafları dolandırarak, mümkünse laik sözcüğünü kullanmadan ifade etmeye çalışıyoruz yıllardır. Laiklik kavramı etrafında bir abluka var. İnsanlar bastırıldılar, kimileri isteyerek bunu böyle yapıyor ama kimileri de baskı altında, toplum içinde aynı dili konuşmayan insanlar olmak korkusuyla Cumhuriyet’in ve onun kazanımlarının adını anmaz oldular. Siyasi partiler de “biz sizin dilinizi kullanıyoruz” demek için laiklik söyleminden vazgeçti bu zaman zarfında. Sadece söylem olarak vazgeçmek de değil mesele, adını ansalar da pratikte laikliği gündeme almıyorlar. Onun gereklerini, kazanımlarını ağızlarına almıyorlar. Cumhuriyet’in en temel kanunlarından, kız çocukları ve erkek çocukları arasındaki eşitliği sağlayan, eğitimde öğretimde birlik ilkesini kimse ağzına almıyor mesela. Halbuki işin mayası, harcı Tevhid-i Tedrisat. Tarihsel olarak böyledir zaten, hilafetin ilgası ile eğitim birliğinin sağlanması birliktedir. Geçenlerde okuduğum bir haber, Hüda-Par meselesiyle birlikte Bitlis'teki medreseleri anlatıyor, sayı aklımda yanlış kalmadıysa 23 tane medrese var sadece Bitlis'te. Sıbyan mektebinden kaçak Kuran kurslarına, Diyanet’in Kuran kurslarına, medreselere kadar… Buralarda on binlerce çocuk ve genç var, zaten tarikatların uzantısı yaptıkları işler. 

Bu tablonun yoksullaşma ile, gerek İstanbul’da gerek ülkenin bütününde yoksul mahallelerle, yoksul kentlerle doğrudan bir ilişkisi yok mu? Emek mücadelesi ile laiklik arasındaki bağı buradan kurmak ve anlatmak olanaklı değil mi?

Evet, yoksulluk, yaşam için gerekli kaynaklara ulaşamıyor olmak ortak bir sınıfsal durumdur ve ben seninle hemen o zaman bağ kurabilirim. Ama işin içinde bununla alakasızmış gibi görünen bir başka durum ortaya çıkıyor. Yani siyasal İslam motifleriyle zihni bezenmiş, cinsel çağrışımlarla yapılandırılmış bir insan bilinciyle karşı karşıya kalıyorsun; böyle bir zeminde sınıfsal bir gerçekten, ortaklaşa olandan hareket etme şansın sınırlanıyor. 

Yoksullaşma, eğitimin, çalışma yaşamının dışına düşmek, açlık sınırında nefes almadan yaşamak tamam ama… Sınıfsal bir bakış açısı ve sınıf gerçeğinin ortaya koyduğu gerçeklere göre bir gelecek şekillendirmesi yapamıyoruz her zaman. Parçalanıyor o bütünlüklü bakış. 

Parçalanma, küçülme ne? Devleti, ülkeye bir bütün olarak bakma yetisini, merkezi yapıyı zayıflattılar. Yerel unsurların güçlendirilip merkezi yapının, devletin zayıflatılarak görevini göremez hale gelmesi işin bir tarafı. Pandemide devleti gördük. Arkasından başlayan krizle şimdi artık kimse evine süt alamıyor. Sonra yangında, depremde de gördük devleti. Bunların bir tanesi bile iktidar devirir. Ama bu kadar etmenin bir araya gelmesine rağmen hâlâ “birinci turda biter mi, bitmez mi bu seçim?” tartışılıyor. Biraz tuhaf değil mi? 

Ben 20 yıldır süren düşmanlaştırma süreçlerinin bu parçalanmada en temel etken olduğunu düşünüyorum. O kadar düşmanlaşmışız ki ortak çıkarımızı bir yana itip, bir adama ya da yapıya, dar bir bakış açısına hizmet edebiliyoruz. Hiçbir ahlak, vicdan, doğru, gerçek, hakkaniyet, dürüstlük tanımayan o kaba saba zalim politikalarını çalıştırabiliyor toplum içinde. 

Bizim ilişkilerimizi, örgütlenmemizi, mücadele etmeyi sınıfsal bir bakış açısıyla belirleme zeminimiz de küçülüyor bu parçalanmayla. Bana göre kitle partisi olmak da sınıfsal gerçeği örtemez. Ötelenmiş bir durum var siyasette. Şimdi bir sınıfsal zeminden konuşmayınca bir insan hangi verilerle hareket edecek? O açıdan örgütlenmek tabii zor. Normalde ne olacak? Böyle bir yoksullaşmaya, böyle bir yağma ve talan düzenine karşı emekçi olan işte evini zor geçindiren, çocuğunu okutmaya çalışan insanlar otomatik olarak emekçi kimliğiyle bağlaşık olacak. Yok o bağlaşıklık bizde şu an. Yeniden kurmamız gerekiyor. 

10 gün sonra ülkede tarihsel bir seçim gerçekleşecek. Buradaki olasılıkları kadın mücadelesi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçime her konuda olduğu gibi ikili bir bakış açısıyla bakıyorum. Mevcudun kazanması halinde Afgan kadınlarına, İran kadınlarına bakıp -gidip avrupa'nın o büyük mücadele örneklerini vermiyorum bilhassa- oralardan ve kendi öz varlığımızdan, tarihimizden esinlenip çok ciddi bir bent oluşturamasak vay halimize. Olabildiğince büyük bir kenetlenme ile sürece bakmamız gerekir. Bu durumda biz kadınları ne bekliyor? Hani belki bunca yaşadığımız örnek bile yetmiyor anlamamıza. Bir kadının dokuz yaşındaki çocuğunu bir adama vermek zorunda kalmasını, kendisinin kuma olarak verilmesini, 13 yaşındaki bir çocuğun çocuk doğurmasını, tecavüzleri, yalanı anlamak için daha neye ihtiyacımız var? Her türlü pislik ve zalimlik bizi kuşatmış vaziyette. Hatta iktidarın, karşı devrimin, şu son Hüda-Par hamlesini de oylarını artırmak için yaptığını düşünmüyorum. 2023’ü 20 yıl önce ilan etmişti onlar. Adım adım ördüler, anayasa değişiklikleri, yağmalar, eğitimde, çocuk ve kadın haklarında kayıplar, dinselleşme, mafyalaşma… Orta sınıf, yoksul, cahil, okumuş farketmiyor bu noktada. Biz yine aklımızı başımıza alacağız, daha çok güveneceğiz birbirimize. Dayanışma ve örgütlenmenin dışında başka bir aracımız olmadığını görüp birlikte yürüyeceğiz.

Tersi durumda da, yani bu 22 yıllık karanlığı sonlandırabilirsek, bilelim ki yeni iktidar çok parçalı, onun içinde de farklı bakış açıları, dünya görüşleri söz konusu. Direncimizi örgütlü ve kitlesel bir şekilde ortaya koymalıyız ki toplumda kadından yana, laiklikten yana, Cumhuriyet ilkelerinden yana tavır almak isteyenlere yardımcı olmuş, yol çizmiş olalım. Orada iş yine bize düşüyor. Yani tarikatların, cemaatlerin ve örgütlü gericiliğin geriletilmesi, sonlandırılması konusunda bir basınç yaratamazsak, kim seçilirse seçilsin kaygı verici bir durum ortaya çıkar. 

Böylesi bir dönemin siyasetini ve örgütlenmesini nasıl tarif edersiniz? Neye ihtiyacımız var?

Siyasi mücadelenin ana hatlarının ve ilkelerinin çok belirgin olması lazım. Ortaklaşa düşündüğümüzü biliyorum, bağımsızlıkçı, antiemperyalist, kuşkusuz, laik ve emekten yana bir hattın, güçlü bir mücadeleyle, ikirciksiz, bundan sonraki günler için örgütlenmesi gerekiyor. Bunlardan ödün vererek siyaset yapamayız. 

Şimdilerde kendine Atatürkçü'yüm diyenler, birilerine karşı kendini öyle konumlandıran çok önemli isimler bile “tarikat yol demektir”,”benim tarikatlara saygım var” diyip duruyor yıllardır. İşte sizin siyasetiniz bu, diyebilmeliyiz! Çünkü bütün bunlar olurken, insan ruhunun hiçbir yanıyla kabul edemeyeceği ağırlıkta şeyler dökülüyor ortalığa. 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi, intiharlar, çocuk tecavüzleri…

Bunları açıkça ortaya koyup bunlara karşı ne yapılacağını, uygulamanın ne olacağını açıkça konuşmuyorlar. Böyle siyaset olur mu? Ama bu ülkede hatırı sayılır bir Cumhuriyet yurttaşı kitle var, onurlu insanlar direnecektir. 

Onların dinlenmelerini kolaylaştırmamız lazım. Yani motivasyona, güvene, özgüvene ihtiyacı var insanların. Bunu yerine koymamız gerekiyor. Olursa, iktidar değişikliği ile kadınların mücadele etmeleri bence kolaylaşacak. Yani bir yandan üzerlerindeki somut gerici baskı kalkarsa daha çağdaş değerlere göre kendilerini tanımlayabilecekler; bir yandan da yükselen bir işçi mücadelesinden güç alacaklar, kuşkusuz. Şu an öyle bir olanak yok, uzun zamandır yok. Dolayısıyla mesela kadın meselesini yurttaş kimliği bağlamında ele almak, sınıfsal bir kimlik bağlamında ele almak kolaylaşacak diye düşünüyorum. Yani kadının mücadeleye bağlanması kolaylaştığı oranda mücadele de çok daha fazla olanağa kavuşur. Yurttaşın hakları vardır, sorumlulukları vardır. 20 küsur yıldır her cepheden kul davranışına mecbur bırakılıyoruz. 

Seçimden hemen sonrasının acil görevi nedir sizce? 

İster Kılıçdaroğlu, ister Erdoğan seçilsin, bu ülkede yeni bir dönem açılacak. Bu dönemin en önemli görevi bence sosyalistleri, bağımsızlıktan, laiklikten, eşitlikten yana olanları, özellikle de bu ilkelerden ödün vermeyen TKP'yi güçlendirmek. Bence bu işin taşıyıcısı da, elinden gelenin en iyisini yaparak kadınlar olmak zorunda. Çünkü tersi durumda başımıza ne geleceği çok açık. 

Kapitalizmin işleyişi açısından mahkum olduğumuz emek sömürüsüne, işsizliğe, yoksullaşmaya girmedim bile hiç. O çok daha büyük toplum kesimleriyle hep birlikte vereceğimiz bir mücadele. Belki biraz da alan küçültmek için, laikliğin olmazsa olmazımız olduğunu söylüyorum ama. Çünkü Cumhuriyet kamuculuk demek aynı zamanda, devletleştirme demek. Son 20 yılda çok hoyratça oldu her şey, bütün KİT’ler özelleştirildi, kamu arazileri, kaynaklar satıldı. Bu ülkede yağma gibi işledi, talan gibi işledi bütün bunlar. Oralarda birtakım adımlar atmak zorunda iktidarım diyenler. Laiklik diyenin yolu buradan geçiyor, el mecbur. Yani ülkenin direklerini yeniden kuracağım, diyen bir iktidar, dilencilikten kurtarmak istiyorsa halkını, o zaman laiklik kadar, bağımsızlık kadar kamucu adımlara muhtaç. Cumhuriyet fikri bununla birlikte düşünülmesi gereken bir şey. Aslında bugünden bakarak nasıl sıçrayacağımızı düşünmemiz lazım. Tarihsel sürecin kendisi de geri düşüşler, bir daha sıçramalara gebe her zaman. Şu an en karanlık hissettiğimiz momentte toplu iğnenin başı kadar dahi olsa bir umut göründüğü anda kurucu irade ortaya çıkar. Orayı örgütlemeye çalışmak meselemiz. Nihayetinde “yurttaşlarım” diyen birini duymak istiyor insan, bir gün onu da başaracağız.  

Teşekkür ediyoruz bu güzel sohbet ve ağırlama için. Cuma günü görüşmek üzere…

Yeni bir ülke kurmak için...

KADIN, EMEK, CUMHURİYET

5 Mayıs Cuma 19.30

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi

Katılımcılar: 

Güldal Okuducu, Siyasetçi-Yazar

Senem Doruk İnam, TKP İstanbul İl Başkanı

Moderatör: Kaya Tokmakçıoğlu, Yazar-Akademisyen