TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu, geçtiğimiz günlerde Türkiye İhracatçılar Meclisi ev sahipliğinde yapılan toplantıda, Merkez Bankası’nın herhangi bir kur hedefinin olmadığını ifade etti. Kavcıoğlu konuşmasında, “Döviz kuru istikrarlı şekilde devam ediyor. Bu piyasalara ve kura olumlu yansıyor. Aldığımız tedbirler ve kararlar ile istikrarlı bir şekilde devam edecektir. Merkez Bankası rezervleri artarak devam ediyor. Piyasalara olumlu yansıyor. Merkez Bankası’nın herhangi bir kur hedefi yok” dedi. Gerçekten Merkez Bankası’nın bir kur hedefi yok mu? Burada bahsedilen ‘tedbirler ve kararlar’ neydi?
Kur artışı ve enflasyon sarmalı
2021 yılı Eylül-Aralık ayları arasında dolar kuru 8,30’dan 17,14’e doğru çok sert yükseldi. Bu yükseliş tam da dünyada faizler artmaya başlamışken bizde tam tersi yönde ve Tayyip Erdoğan’ın isteği ve baskısı doğrultusunda cari açığa ve ekside bulunan rezervlere rağmen faiz indirim sürecinin başlamasına denk geliyor. TCMB politika faizi o gün için bulunduğu yüzde 19 düzeyinden 24 Eylül 2021’de yüzde 18’e, sonrasında kademeli olarak 2021 yılı Aralık ayına kadar yüzde 14’e düşürüldü. Bu arada dolarda yüzde 106’yı bulan yükseliş, başta enerji faturaları, gıda fiyatları ve ardından iğneden ipliğe her şey olmak üzere ciddi bir zam silsilesini ve enflasyon sarmalını doğurarak geniş emekçi kesimlerin hızlı bir şekilde yoksullaşmasını getirdi.
Kurları tutmak için “yaratıcı” çözüm
Aralık ayında kur artışını durdurmak için hükümet, faiz inadından vazgeçemediği için yeni bir yaratıcı(!) çözüm bulmak zorunda kaldı. Böylece ilk tedbir olarak Döviz Tevdiat Hesaplarından TL Vadeli Mevduata Dönüşümün Desteklenmesi kararı yayınlandı, yani KKM-Kur Korumalı mevduat icat edildi. Buna göre döviz bozdurarak ya da doğrudan TL olarak açılan bu hesaplara bankalar TCMB politika faizi + en fazla 3 puan faiz öderken, kurdaki yükselişin bu faizi aşması durumunda aradaki getiri farkı da TL açılan hesaplara hazine, dövizden dönüşen hesaplara ise Merkez Bankası tarafından ödenecekti. Şimdiye kadar görülmemiş bir pervasızlıkla, toplam mevduatın yüzde 80’in elinde bulunduran yaklaşık 300 bin kişiye kamudan, emekçinin cebinden açıkça kaynak aktarılması anlamına gelen bu karar ile döviz tutanların dövizlerini bozdurması, TL sahiplerinin ise dövizi tercih etmek yerine TL’de kalması hedefleniyordu. O günlerde bankalardaki toplam mevduatın içerisindeki dövizli mevduatların payı yüzde 70’lere ulaşmıştı. Ekonomi yönetiminin amacı ise bu oranı tekrar geçmişte bulunduğu yüzde 50 seviyelerinin altına çekmekti.
KKM kapsamına şirketler de dahil edildi
2022 yılı Ocak geldiğinde KKM’nin kapsamına şirketler de dahil edildi. Elindeki dövizi bozan şirketlere KKM yapma imkânı getirilirken ayrıca Kurumlar Vergisi üzerinden vergi avantajı da sağlandı. Bir yandan piyasada kuru tutmak üzere arka kapı satışları olarak adlandırılan yöntemle döviz satışlarına devam edilirken kaybedilen rezervleri toparlamak için dış ülkeler ile swap arayışına girildi. Birleşik Arap Emirlikleri ile o dönemde 18 Milyar Dirhem/64 Miyar TL karşılığı 3 yıllık swap anlaşmasına gidildi. Daha öncesinde Katar, Çin ve Kore ile de swap anlaşmaları imzalanmıştı. Ancak swap ile gelen döviz bir borç niteliğinde olduğundan piyasalar açısından etkisi sınırlı oldu.
“Makroihtiyati tedbirler” ile hedeflenen: Dövizi tutmak
Nisan ayından itibaren Merkez Bankası’nın makroihtiyati tedbirler olarak adlandırdığı, TL kredi büyümesini kısıtlamaya, TL Ticari Kredilere uygulanan faizi düşürmeye ve toplam mevduatın döviz içerisindeki payını azaltmaya yönelik düzenlemeler ardı ardına gelmeye başladı. Önce kredi büyümesi yüzde 20’nin üzerinde olan bankalara, aşan kısmın yüzde 20’sini 6 ay zorunlu karşılık olarak tutma yükümlülüğü geldi. Yabancı para cinsinden mevduatların TL’ye dönüşüm hızına göre zorunlu karşılık uygulaması başladı. Haziran ayında yabancı mevduatları belli bir oranın üzerinde olan bankalara uzun vadeli TL cinsi Hazine tahvili alma zorunluğu getirildi. Menkul Kıymet tesisi olarak adlandırılan bu yaptırımın giderek artan oranlarda sürdürülmesi ile Hazine tahvil faizleri hızlı bir şekilde gerilemeye başladı. Hazine’nin tüm tahvil ihraçları neredeyse bankaların zorunlu karşılık ihtiyacı tarafından karşılanmaya başladı. 5 ila 10 yıl vade arasındaki tahvillerin faizi yüzde 8-10 seviyelerine kadar geriledi. Bankalar gelecekte kendilerine zarar ettirme potansiyeli olan bu kağıtları alma yükümlülüğünden kurtulmak için döviz müşterilerini TL mevduata iknaya çalışmaya başladı.
Ağustos, Ekim, Aralık aylarında TL’ye dönüşüme ve kredi büyümesine yönelik yeni makroihtiyati tedbir uygulamaları ardı ardına gelirken, diğer taraftan döviz talebini kısıtlamaya yönelik şirketlerin kredi kullanımında harcama karşılığı kredi uygulaması, bilançosunda döviz tutan şirketlere kredi verilmemesi, ihracatçıların döviz gelirlerinin önce yüzde 25 ardından yüzde 40 oranında Merkez Bankası’na satma zorunluluğu uygulamaları getirildi. Döviz piyasalarında işlem saatlerinde kısıtlamalar, bankaların döviz alış satış marjlarını geniş tutmaları için baskı uygulamaları ile döviz alımı zorlaştırılmaya çalışıldı.
İhracatçıya “ikili kur sistemi”
2023 yılına başladığımızda ise Menkul Kıymet tesisi oranları yeniden artırıldı. Hedefe ulaşan, döviz mevduat oranını yüzde 50’nin altına çeken bankalar için ise yükümlülüklerde hafifleme sağlandı. Dövizden dönüşen KKM hesaplarına bankaların uyguladıkları faizde üst limit uygulaması ise kaldırıldı. Böylece bankaların KKM hesaplarına daha yükse faiz uygulayabilmesinin yolu açıldı. Diğer taraftan yurtdışı kaynaklı dövizlerin TCMB’ye satışında ilave yüzde 2’lik destek sağlanacağı duyuruldu. Yani ihracatçılar dahil yurtdışından döviz getirenler piyasa fiyatlarından değil TCMB desteği ile yüzde 2 üzerinden bozma imkanına kavuşacaktı. Bu uygulama da kur politikasının sorgulanmasına, ikili kur sistemi eleştirilerine yol açtı.
Döviz talebi “fiilen” engellenmeye çalışılıyor
Zaman zaman bir gün içerisinde yapılan 2-3 farklı düzenlemeyi finans piyasasındaki aracı şirketler bile takip etmekte zorlanır hale geldi. Tutarlı bir para politikası uygulamasından ziyade, maliyeti kamuya yüksek olsa bile, bir sürü ufak ve kısıtlayıcı düzenleme ile, döviz talebi fiilen engellenmeye çalışılıyor. Öte yandan faiz inadı da sürmeye devam etti. 2022 yılı Ağustos ayında yeniden başlayan faiz indirimleri serisi ile politika faizi yüzde 9’a indirilirken, resmi enflasyon yüzde 80’lerde zirve yapıyordu. Dövizdeki artış Ağustos ayından itibaren dururken dolar TL fiyatı serbest kur politikalarında alışık olmadığımız ölçüde yatay bir seyir izlemeye başladı. Kurun frenlenmesi ile dövizden TL’ye dönüşüm de hızlandı. Aralık 2021’de yüzde 70’lere yaklaşan döviz mevduatların oranı son verilere göre yüzde 44’e geriledi. Ancak uygulanan bu politikaların halka maliyeti oldukça yüksek oldu. KKM’nin sadece Hazineye yükü 100 milyar TL’yi buluyor. Merkez Bankası’na olan yük ise açıklanmıyor.
Ancak Türkiye Bankalar Birliği Başkanı geçtiğimiz hafta bir TV kanalı ile yaptığı söyleşide 1,4 trilyon TL’yi bulan KKM içerisinde dövizden dönen, dolayısı ile Merkez Bankası’nın farkı ödemekle yükümlü olduğu kısmın 1 Trilyon TL’yi bulduğunu açıkladı. Buradan Merkez Bankası’na düşen yükün Hazine’nin üstlendiği 100 milyar TL’nin çok üzerinde olduğu sonucu çıkabilir.
Gerek finansal kesimin gerek reel kesimin dövize ulaşımının türlü kanallardan zorlaştırılması serbest piyasada farklı döviz kurları oluşumuna neden olmakta, giderek efektif döviz talebinin geçmişte olduğu gibi Tahtakale piyasası benzeri döviz karaborsasına yönelmesi durumu doğuyor.
Dövizi tutmanın maliyeti de emekçilere çıkarılıyor
Yapılan birçok düzenlemenin muhatabı olan bankalarda ise 2022 yılı son çeyrekte TL mevduata verdikleri faiz yüzde 6 yükselerek yüzde 24’e yükselirken, ticari kredilerin faizleri yüzde 14’lere geriledi. Bu gelişmenin bankaların ana kâr kalemi olan kredi mevduat makası üzerinde daraltıcı etkisi olsa portföylerinde yüklü miktarda taşıdıkları TÜFE’ye endeksli tahvillerin yüzde 85’leri bulan getirileri ile kayıpları fazlası ile telafi ettikleri görülüyor. Borsada işlem gören bankaların 2022 yılı son çeyreğinde kârlarını yüzde 24, yıllık bazda yüzde 334 artırmış olmaları bekleniyor. Ancak yüzde 9-10 faizle tuttukları uzun vadeli tahviller geleceğe dönük bir risk olarak algılanıyor.
Tüm bu uygulanan ismi para politikası olan gerçekte ise bir politikadan ziyade panikle alınmış kararlar silsilesi olarak görülen düzenlemelerin asıl amacı ise seçimlere giderken kuru sabit tutarak enflasyonu kontrol altına almak, ekonomide daha büyük bir sarsıntı ve risklerin önüne geçmek olduğu aşikar. Her ne kadar Merkez Bankası Başkanı kur hedefimiz yok dese de ortaya çıkan resim tüm kararların tek amacının kuru tutmak olduğunu gösteriyor.
Bu yapılırken hem enflasyon yolu ile hem de KKM, düşük faizli kredi gibi sermayeye kaynak aktarım mekanizmaları ile gelir dağılımı iyice bozuluyor. Serbest piyasa ekonomisinin ise bu gidişi maliyeti yine emekçi kesimlere olacak şekilde faizleri yükselterek durdurmaya çalışmak dışında bir çözümü bulunmuyor.