Yeni Anayasa’dan sonrasını merak ediyorsanız Macaristan’a bakın

Yüzde 50’nin üzerinde oyla gelip, “yeni Anayasa” yaptılar. Yargıyı, bürokrasiyi, medyayı istedikleri şekle soktular. Baskıyı artırıp, siyasi partiler yasasını bu baskıyı süreklileştirecek biçimde değiştirdiler. Yanılmayın, söz konusu ülke Macaristan…

New York Times’ın Nobel ödüllü yazarı Paul Krugman, önceki gün köşesinde Macaristan’ın giderek otoriter bir rejime dönüştüğünü yazdı. Krugman bu iddiasını Princeton Üniversitesi Hukuk ve Halkla İlişkiler Programı Öğretim Üyesi Kim Lane Scheppele’den aldığı bilgilere dayandırmaktaydı. Dün, Krugman gazetenin internet sayfasında yayımlanan bloğunda Scheppele’in “Macaristan’ın Anayasal Devrimi” başlıklı yazısına yer verdi.

Scheppele’in yazdıkları Türkiyeli okurları çok yakından ilgilendiriyor. Başka bir yorum yapmaksızın bu bilgilendirici makalenin geniş bir özetini okurlarımızla paylaşıyoruz.

Yüzde 53’le geldiler ve anayasayı değiştirdiler
Macaristan’da 2010 Nisan’ında yapılan genel seçimleri yüzde 53 oyla sağcı Fidesz partisi kazandı. Parti seçimlerde yüzde 53 oy almasına karşın parlamentodaki sandalyelerin yüzde 68’ine sahip oldu. Bundan sonra olanları Kim Lane Scheppele’den dinleyelim:

“Nitelikli çoğunluğu kazanan Fidesz anayasayı değiştirme gücüne erişti. Bu gücü her defasında en aşırı şekilde kullanarak yönetimlerinin ilk yılında anayasayı on defa değiştirdiler ve daha sonra da 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek yepyeni bir anayasa yaptılar.”

Seçimlerde yüksek oy oranı, alınan oydan daha güçlü bir parlamento çoğunluğu ve ardından anayasa değişikliği… “Bu çerçeve bizler açısından tanıdık” diyorsanız, hikayenin geri kalanını dinlemelisiniz:

“Yeni anayasada en büyük darbeyi yargı yedi. Bir zamanlar neredeyse bütün kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme sorumluluğuna sahip olan Anayasa Mahkemesi üç yolla öldürüldü. Birincisi hükümet görev başındaki hâkimlerin sayısını artırdı ve yeni pozisyonları kendi siyasi müttefikleriyle doldurdu (…). Ardından hükümet mahkemenin yetki alanını, vergilerle ve kemer sıkma programlarıyla ilgili kanunlar gibi bütçe üzerinde etkisi olan kanunları (…) denetlemesine engel olacak biçimde daralttı. Dahası kişiler artık sıradan mahkemelerde uzun bir süreçten geçmeksizin kanunların anayasaya uygunluğu konusunda itirazda bulunamayacak. Tek kamaralı parlamenter sistemde hükümetin gücü üzerindeki ana denetim mekanizması olarak iş gören eski Anayasa Mahkemesi artık işlevsel anlamda ölü.”

“Sadece Anayasa Mahkemesi mi, biz o yolları çoktan geride bıraktık” demeyin… Devamı da var:

“Sıradan yargı da benzer bir kaderi paylaştı. Hükümet hâkimlerin emeklilik yaşını 70’ten 62’ye indirerek onlara yeni geleceklerine intibak etmeleri için yalnızca birkaç ay verdi. Aralarında davaları atayan ve mahkemelerin gündelik işleyişini yöneten adli amirlerin büyük kısmının da bulunduğu 200’den fazla hâkim 1 Ocak’tan başlayarak görevlerinden emekli olacak.”

Macar hükümetinin kendisine yakın yargıç ve savcıların önünü açmak için bir operasyon yaptığı ne malum diye sorulabilir. Scheppele sanki bu soruyu duymuş gibi cevap veriyor: “Bir hükümet kendi hâkimlerini göreve getirdiğinde, onları istediği gibi hareket ettirdiğinde ve de hangi davaya kimin bakacağını tayin ettiğinde yargı bağımsızlığı bitmiş demektir.”

Seçim yasasına da dokundular
Mesele yalnızca yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmış olmasıyla bitmiyor. Fidesz hükümeti, benzerleri gibi, meselenin sadece yargıyla çözülemeyeceğinin elbette farkında… Farkında ki siyasi partiler ve seçim kanunlarını da istediği şekle sokmuş. Şöyle ki:

“Yeni anayasal sistemde seçimlerin yasal denetimi de değiştirildi. Son seçimden önce kural, beş üyeli Seçim Komisyonu’nun siyasi olarak farklı bileşenlerden oluşması ve işbaşındaki hükümetin Komisyon’a aday göstermeden önce muhalefete danışması şeklindeydi. Ancak kurallar geçen yıl değiştirildi artık her yeni ulusal seçime yeni seçim komisyonu üyelerinin belirlenmesi eşlik edecek. Sonuç olarak var olan üyeler, görev sürelerini doldurmalarına izin verilmeksizin görevlerinden alındılar ve artık Seçim Komisyonu iktidar partisinin beş üyesinden müteşekkil.”

İktidar partisi seçim kurulunun bileşimini değiştirmekle de yetinmemiş ve seçim bölgelerinin sınırlarını yeniden belirleyen bir kanun da çıkartmış. Yazar şöyle diyor: “Ama bu yeni bölgeler öyle çizildi ki, siyasi ufukta Fidesz’ten başka bir partinin seçimi kazanması ihtimali görünmüyor.”

Bürokrasiyi "sağlama" almışlar
İktidar partisi bürokrasiye kendi kadrolarını yerleştirme işini de ihmal etmemiş şüphesiz. Yeni anayasayla başsavcılık makamına, kamu denetleme kurumuna ve son olarak da Merkez Bankası’na kendi kadrolarını getirmenin altyapısını hazırlamış Yargıtay başkanını değiştirmiş, bizdeki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun muadili bir Ulusal Yargı Makamı yaratarak, bunun başına tek kişinin geçmesi şartını anayasaya sokmuş.

İktidar partisi bürokrasiye kendi kadrolarını yerleştirirken, yarın bir gün kadrolarının sökülüp atılamaması için tedbirlerini de almış. Yeni anayasayla bazı makamların başındakilerin görev süreleri şöyle belirlenmiş: Başsavcılık makamı 9 yıl, kamu denetleme kurumu 12 yıl, Ulusal Yargı Makamı 9 yıl, Medya İdaresi 9 yıl, Bütçe Konseyi 6 yıl… Üstelik parlamentoda üçte iki çoğunluk sağlanmadan bu makamlardaki kişilerin değiştirilmesinin önü kapatılmış.

Medyaya da uzanmışlar
Fidesz, bütün iktidar aygıtlarını kendi elinde toplamanın planını yaparak “parti-devlet” yapılanmasının anayasasını yapmış. Tabii ki medyayı da bu kapsamda değerlendirerek, yeni basın yasaları çıkartmış. Buna göre yeni bir medya idaresi (bizdeki RTÜK muadili) yaratarak, Scheppele’in aktarımına göre, bütün elemanlarını Fidesz kadrolarından belirlemiş. Kurumun başına da hükümet tarafından “dokuz yıllığına atanan” birini geçirmiş. Kurulun bütün kamusal ve özel medya organlarını denetleme yetkisi de, büyük cezalar keserek herhangi bir medya kuruluşunu batırma şansı da var. Scheppele, “medyanın otosansür uygulamaya başlaması şaşırtıcı değil” diyor.

Dini de anayasaya soktular
Fazla safsanız “bütün bunlar idari reformlardır” diyebilirsiniz. Ama iktidar partisi ideolojik hamleleri de bu idari düzenlemelerin yanına koymayı unutmamış ve muhafazakar Hristiyanlık öğretisinin devlet politikası olarak kabul edildiğini yeni anayasaya geçirmiş. Scheppele, “nüfusun yüzde 21’inin herhangi bir ibadete katılmadığı bir ülkede bunu yaptılar” diyor. Yeni anayasa ayrıca “cenin ana rahmine düştüğü anda koruma altındadır” buyurmuş yani kürtajı yasaklamış.

Fidesz anayasasında, “Hristiyanlığın ulusun birliğini korumaktaki rolü” tanınmış ve “bir arada yaşamanın temeli aile ve millettir” denilmiş.
Hayli ilginç bir aktarım da şu: “Bu dinsel inançlar anayasaya sıkı sıkıya bağlanırken, dinin konumu ile ilgili bir kanun devlet tarafından tanınan kiliselerin sayısını on dörde indirerek diğer 348 kilisenin kaydını sildi.” Başka bir ifadeyle devlet dini ve resmi mezhep “hukukun temeli” olmuş.

Antikomünizm olmadan olmaz
Son olarak, anayasada yapılan bir değişiklikle “eski komünist partinin suçlarına anayasada yer verilmesine”, komünist partinin bir suç örgütü olarak nitelenmesine karar verilmiş bulunuyor. Değişiklikte “komünist diktatörlük, 1990’daki ilk hür seçimlerle yaratılan ve hukukun üstünlüğüne dayanan devletle bağdaşmaz. Mevcut Macar hukuk devleti komünist sistemin suçları üzerinde inşa edilemez” buyuruluyor ve bir cadı avının başlatılacağı 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek değişikliğin 4. maddesinde, “komünist diktatörlükte iktidarda olanlar” hakkında kişisel bilgiler de dahil her şeyin kamuoyuna ilan edilebileceği ifade ediliyor.

Uzun sözün kısası, Macaristan, yüzde 53’ün oyuyla işbaşına geldikten sonra "yeni anayasa" sürecini de tamamlamak üzere olan bir sağcı parti eliyle “ileri demokrasi”ye taşınmış.

(soL-Dış Haberler)