Kuzey Kutbu: Eskiden buralar hep buzdu!

2016 yılının ilk yarısı boyunca gezegenimizin iklimi yine rekor üzerine rekor kırdı.

Mehmet Yayla - bilimsoL

NASA bünyesindeki Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü'nün (GISS) son yaptığı açıklamaya (1) göre, 2016 yılının ilk yarısında her bir ay, tarihte kayıtlara geçmiş en sıcak ay oldu. Çalışmada kullanılan küresel sıcaklık kayıtları 1880 yılından beri tutuluyor ve isteyen herkes Enstitü'nün web adresinden ulaşabiliyor (2). Uzmanlar büyük olasılıkla 2016 yılı bittiğinde kayıtlı tarihin en sıcak yılı olacağını söylüyorlar. Bir önceki rekor pek eski sayılmaz: Geçtiğimiz 2015 yılı kayıtlara geçen en sıcak yıl olmuştu (3).

Baz alınan iki temel iklim değişikliği göstergesi yüzey sıcaklıkları ve Kuzey Kutbu'ndaki (Arktik) buz kütlesi. Yer ölçümleri ve uydu verilerinin analizine göre, buz kütlesinin boyutları 2016'nın ilk yarısında ölçülegelmiş en düşük değerlerdeydi. Buz tabakasının yüzölçümü uydu verileri aracılığıyla 1979'dan beri düzenli olarak kaydediliyor. Bu verilerin analizlerine göre, 2016'nın ilk yarısındaki 5 ay kaydedilen en düşük buz yüzölçümü rekoruna sahip. Yalnızca Mart ayı "kaydedilen ikinci en küçük buz yüzölçümü” sıfatı ile rekoru kaçırıyor. Genel olarak, uydu ölçümleri başladığından beri geçen 37 yılda buz tabakasının %40 oranında küçüldüğü gözlenmekte.

Aslında Kuzey Kutbu"ndaki bu erime tek başına ele alındığında deniz seviyesinde kayda değer bir yükselmeye yol açmaz, çünkü Arktik Okyanusu'nun buzları suda yüzer, ve suda yüzen her cisim gibi ağırlıkları kadar şu taşırır. Yani zaten denizde yüzen buzun eriyip deniz seviyesini yükseltmesi sözkonusu değildir. Deniz seviyesinin yükselmesi, kısmen Grönland ve Antarktika'da kara üzerinde bulunan buzulların eriyip denize akması, kısmen de ısınan okyanus suyunun genleşmesi ile ilgilidir.

“Madem deniz seviyesini yükseltmiyor, Kuzey Kutbu'nda eriyen bu buz neden bu kadar önemli? "

Okyanuslar, düşük enlemlerdeki sıcak suları kuzeye taşıyan "Gulf Stream" gibi; veya Kuzey Kutbu'nun soğuk sularını ekvator civarındaki enlemlere ileten Labrador Akıntısı gibi gezegenin iklimini düzenleyen akıntılarla dolu(4,5). Bu akıntıların hepsi biribiriyle etkileşim halinde, Termohalin olarak adlanırılan, yani sıcaklık-tuzluluk farklarına dayalı küresel akıntı sistemini oluşturuyor. Kutupların, özellikle Kuzey Kutbu'nun buzları da okyanustaki bu akıntı sisteminin en kritik bileşeni. Akıntıların hareketini sağlayan dünyanın şekli ve dönüşünden kaynaklanan ivme değişimi (Coriolis etkisi) ve deniz suyunun içindeki yoğunluk farkları. Kutuplar ise deniz suyu yoğunluğunda değişkenliğin en çok yaşandığı bölgeler. Kutup sularında üç temel süreç gerçekleşiyor: 1) Yıl boyunca düşük enlemlerden gelen sıcak su burada soğuyarak yoğunlaşıp dibe çöküyor. 2) Kışları, yüzey suyu donarken tuzunu dışarı atıyor ve aşağı çöken, tuz yoğunluğu yüksek, soğuk dip suyunu oluşturuyor. 3) Yazın buzlar kısmen erirken ise tuzluluğu az, dolayısıyla düşük yoğunlukta suyu yüzeye bırakıyor. Bu yoğunluk farklılıklarından kaynaklanan potansiyel enerji de okyanustaki akıntı döngülerini sürdürecek kinetik enerjiye dönüşüyor. Kabaca bir benzetme yapmak gerekirse kutuplar, gezegenimizin ısı dağıtım sisteminde motor işlevini görüyor. Buzlar ise bu sistemin termostatı: Yazları, Kuzey yarıküre ne kadar ısınırsa ısınsın, kutup bölgesinde -buz olduğu sürece- deniz suyu buzun erime sıcaklığı civarında kalıyor. Yani kutuptaki buz, uzun vadede iklimin istikrarını sağlıyor, küresel ısınmayı frenliyor.

Grafik: Stefan Rahmstorf/PIK

Tekrar etmekte fayda var: bu durum deniz yüzeyinde buz olduğu sürece geçerli. Uydu görüntülerinin gösterdiğine göre, son 37 yıldır Kuzey Kutbu'ndaki buz kütlesi hızla azalmakta (buzla kaplı alanın yüzölçümü %40 azalmış durumda). Eğer yakın gelecekte yazları Kuzey Kutbu buzsuz kalmaya başlarsa, Arktik Okyanusu'nun yüzey suları bundan böyle sıfır derece civarına sabitlenmeyecek demektir. Peki bu aşamadan sonra, Kuzey yarıkürede freni boşalmış bir küresel ısınma nasıl devam eder? Birkaç derece ısınıp yeni bir dengeye mi ulaşır, yoksa sıcaklık sürekli artar mi? Isınma hangi hızda olur? Antarktika'nın uzak ve izole buzulları bu denkleme nasıl etki eder? İki kutbundan biri soğuk ve buzullarla kaplı, diğeri ise kalıcı buzlarını kaybetmiş bir dünyada okyanus akıntıları, hava akımları ve iklim nasıl değişir? Bu sorulara cevap vermek çok güç, çünkü son bir kaç milyon yıldır -yani kıtalar bugünkü halini aldığından ve Homo sapiens ortaya çıktığından beri- gezegenimiz böyle bir süreç yaşamadı. Daha öncesinden -yani milyonlarca yıl önce yaşanmış buzsuz dönemlerden- kalma jeolojik verileri bugünün dünyasına birebir uyarlamak, karşılaştırmak mümkün değil: Geçen zamanda kıtaların göreceli konumu, deniz tabanı, gezegenin ekosistemi, hatta atmosferin ve deniz suyunun kimyasına kadar pek çok parametre değişti. Ayrıca eldeki verilere göre gezegenimiz daha önce atmosferdeki karbon miktarında ve sıcaklıkta bu kadar hızlı bir değişim geçirmedi. Tüm bu nedenlerden dolayı uzun vadeli iklim modellerinde öngörülen senaryolar değerlendirilirken önemli bir belirsizlik hüküm sürüyor.

Devletlerin tepkisi

Büyük devletlerden hiçbiri artık küresel iklim değişikliğini reddetmiyor: ABD'nin NOAA, NASA gibi resmi kurumları uzun zamandır küresel ısınmayı dile getiriyorlar. Rusya Federasyonu 2014 yılında(6), Çin Halk Cumhuriyeti ise 2015'te(7) yayınladıkları raporlarla topraklarında gözlemledikleri iklim değişikliğini ve aldıkları önlemleri resmi olarak teyit ettiler. Nüfusunun büyük bölümü deniz seviyesinde ve Gulf Stream'in iklim yumuşatıcı etkisi altında yaşayan Avrupa Birliği ise doğal olarak en başından beri iklim değişikliği konusunda hassas görünüyor. Avrupa hem küresel ısınmayı, hem de bunun insan kaynaklı olduğunu savunarak karbon emisyonunu azaltmaya yönelik düzenlemeler geliştiriyor(8).

Öte yandan, devletlerin küresel ısınma karşısında giriştikleri eylemler “önlem mi, fırsat mı” sorusunu akla getiriyor. Bu kadar büyük bir belirsizlik içeren küresel tehlikeye rağmen, devletlerin ilk tepkileri işbirliğinden çok rekabet ve piyasa hesapları üzerine kurulu. Örneğin Avrupa'nın önerdiği karbon emisyonu düzenlemelerinin temeli, ülkelere belirli bir karbon emisyon kotası (izni) vermek, bu kotayı aşan emisyona da değer biçmek. Yani bir nevi "karbon üretim cezası", ancak ilk bakışta endüstrileşmiş ülkeleri cezalandıracak gibi görünen bu düzenlemeler, piyasa ekonomisinde "karbon emisyonu ticareti" işin içine girince aslında yine parası olmayan, sanayileşmemiş ülkeleri cezalandıracak düzenlemelere dönüşüyor. Zira endüstrileşmemiş, yani kasası boş ve borca batmış bir ülkenin kaderine düşen "karbon kotasını" zengine satıp, kotası dolduğu için yine endüstrileşemeden yoluna devam etmek. (Tabii bu ticaret karmaşık ve dolaylı bürokratik işlemlerle güzelce paravanlanmış olacak ki, Avrupa bu konularda oldukça deneyimli!)

Gündemdeki Kuzey Kutbu da, iklim değişikliğinden fırsat çıkarma yarışının yaşandığı bir başka alan. Hedef, eriyen buzların altında erişilebilir hale gelen petrol, maden doğalgaz gibi kaynaklara sahip olmak. Örneğin Kanada buzkıran-araştırma gemileriyle 10 yılı aşkın bir süredir Arktik okyanusun tabanını haritalandırmak için çalışma sürdürüyor(9). Politik olarak amaç, Kanada'nın deniz tabanındaki kıta sahanlığının boyutunu belirlemek, böylece kıta sahanlığının uluslararası yasalarda belirlenen 200 mili aştığı bölgelerde Kanada hak iddia edecek. Rusya da benzer şekilde, 2015 yılında kutup noktası da dahil olmak üzere Arktik Okyanusun 1.2 milyon kilometrekarelik bir bölümünde hak iddia etmiş, bunu da bilimsel raporlara dayandırmıştı(10). ABD, Danimarka ve Norveç de bu paylaşım yarışının oyuncuları. Devletleri bu yarışa süren de -tahmin etmesi zor değil- petrolcüler başta olmak üzere uluslararası şirketler.

Bilim insanlarının uyarılarına, hatta feryatlarına rağmen piyasa ve devletler oldukça iyimser görünüyor: Öncelikleri küresel ısınma değil küresel pazar. Oysa gidişat göründüğü gibi devam eder ve gezegenimizin klima düzeneği su kaynatırsa, elde ne pazar kalır ne de küre!