Demokratik Özerklik Üzerine Notlar

Kürt sorunu başlığında önümüzdeki süreçte yapılacak olan bütün tartışmaların temelinde ne olacağını artık açık bir şekilde biliyoruz: Demokratik özerklik.

Bilmediğimiz ise şu: Demokratik özerkliğin tam olarak neyi ifade ettiği.

Özerkliği talep eden Kürt siyasi hareketi de dâhil olmak üzere sağıyla, soluyla Türkiye siyasetinin herhangi bir öznesinin demokratik özerklikle neyi kastettiği ya da neyi anladığı bir muamma olarak karşımızda duruyor.

Talebin sahibi Kürt hareketi açısından yanıt verilmesi gereken ilk soru şu: Demokratik özerklik sahiden de birlikçi bir perspektiften dile getirilmiş bir çözüm önerisi mi, yoksa bağımsızlığa gidilen yolda kat edilmesi gereken bir aşama mı?

Soru önemli, çünkü eğer demokratik özerlikle kastedilen bir çözüm önerisi ise farklı, yok eğer bağımsızlık yolunda kat edilmesi gereken bir aşama ise farklı şekilde tartışılacak, yaratacağı siyasal sonuçlar da aynı şekilde farklı olacak.

Kürt hareketinin yaptığı açıklamaları esas alarak demokratik özerkliğin bağımsızlık için atılmış bir adım değil, sorunun üniter yapı içerisinde çözülmesi yönündeki bir iradenin ürünü olduğunu kabul edelim ve tartışmayı da buradan başlatalım.

Demokratik özerklik talebinin sadece Kürt coğrafyası için dile getirilmediğini, Türkiye’nin Trakya, Ege, Marmara gibi özerk bölgelere ayrılmasının ve idari yapısının da buna göre düzenlenmesinin istendiğini biliyoruz.

Bu bağlamda yanıtlanması gereken temel soru şudur: Etnik açıdan görece homojen bir nitelik taşıyan Kürt coğrafyası bir kenara bırakıldığında diğer bölgelerde yaşayan yurttaşların özerklik istemelerinin nasıl bir gerekçesi olabilir?

Örneğin Karadeniz bölgesi halkı, ya da Marmara bölgesinde yaşayan insanlar, nasıl bir gerekçeyle özerklik talebinde bulunacaklardır? Peki herhangi bir şekilde özerklik talebinde bulunmamaları halinde ne olacaktır, “hayır siz özerk olmak zorundasınız” mı denilecektir?

Bunun bir şekilde halledildiğini ve sahiden de Türkiye’nin özerk birimlere bölündüğünü varsayalım. Kültürel açıdan düşünüldüğünde bunun Kürt coğrafyası için taşıdığı anlam açıktır. Homojen nüfus yapısı ve Kürt siyasetinin ulusal niteliği göz önüne alındığında özerkliğin bir ulus inşası için kullanılacağı, Kürtçenin resmi dil haline geldiği, eğitimin Kürtçe yapıldığı, Kürt kültürünün ve tarihinin söz konusu ulus inşası için seferber edileceği bir siyasi/iradi birimin ortaya çıkacağı muhakkaktır.

Bunun Kürt halkının en doğal hakkı olduğu söylenebilir fakat yine de yanıtlanması gereken soru şudur: İç Anadolu ya da Marmara bölgeleri için özerkliğin söz konusu boyutu, yani kültürel boyutu, nasıl bir anlam taşımaktadır? Kürt coğrafyası dışında Türkiye’nin herhangi bir bölgesinin böylesi bir kültürel özerkliğe ihtiyacı var mıdır?

Eğer son sorunun yanıtı “hayır”sa Kürt coğrafyası dışında kalan bölgelerin özerkliğe nasıl ikna edilecekleri ya da neden bunu talep etmek isteyecekleri başka bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Örneğin bu bölgelerde yaşayan nüfusun önemlice bir bölümü, özerklikten gelen “demokratik haklarını” kullanarak, o coğrafyada yaşayan Kürtlerin bir an önce “özerk Kürdistan”a göç etmelerini talep ederse, bu durumda ne yapılacaktır?

Soruları bir kenara not edelim ve meselenin kültürel boyutunun da bir şekilde aşıldığını varsayalım. Hatta siyasal karar alma mekanizmalarının da başka federatif ya da eyalet sistemine dayalı devletler örnek alınarak oluşturulduğunu, yerel parlamentoların, yerel hükümetlerin, asayiş ve güvenlik birimlerinin vs. kurulduğunu, bu mekanizmalarla merkezi hükümetin ilişkilerinin hukuki zemininin oluşturulduğunu, hatta bunların diğer ülkelerle olan diplomatik ilişkilerinin ne şekilde gerçekleştirileceğinin de bir statüye bağlandığını kabul edelim.

Bu noktada olanca “ekonomik indirgemeci” bir tavır alarak sormamız gereken esas soru şu olmalıdır: Özerkliğin ekonomik boyutu ile kastedilen nedir?

Sorunun ilk boyutu şöyle açılabilir: Türkiye gibi kapitalizme bütünüyle eklemlenmiş ve kapitalist dünya sistemi içerisinde önemlice bir yeri bulunan bir ülkede özerk birimlerin küresel sermaye ile ilişkisi nasıl kurulacaktır?

Örneğin finansal sermaye özerk birimlerin borsalarında her özerk birimin kendi koyduğu kurallara göre mi hareket edecektir? Ya da çokuluslu şirketler doğrudan yatırımlarda bulunmak, örneğin fabrikalar açmak için her özerk birimle ayrı ayrı mı müzakere edeceklerdir?

Soru önemlidir, çünkü küresel kapitalizm kârını, yani sömürüyü maksimize etmek adına bölgeler arası farklılık ve eşitsizliklerden ustaca bir şekilde yararlanmayı bilmekte, emeğin daha ucuz, korunmasız ve örgütsüz olduğu bölgeleri tercih etmektedir. Dolayısıyla sermaye, “Özerk Marmara” ile “Özerk Kürdistan”ın emekçilerini kıyasıya bir rekabete sokmak için var gücüyle çalışacaktır.

Sorunun ikinci boyutunu ise şöyle açmak mümkündür: Özerk bölgeler kamu finansmanını nasıl sağlayacaklar ve kamu harcamalarını nasıl gerçekleştireceklerdir?

Kamu finansmanı ile kastettiğimiz vergilerdir. Eğer özerklik talebi, her özerk bölgede o bölgenin hükümetinin vergi toplamasını da içeriyorsa, bunun ülkenin batısı ve doğusu açısından yaratacağı çelişki açıktır.

Örneğin Marmara bölgesinde toplanan vergilerin sadece Marmara bölgesindeki kamu harcamaları için kullanılması talep ediliyorsa, bundan en çok Kürt coğrafyasında yaşayan emekçilerin ve yoksulların zarar göreceği açıktır. Çünkü iki bölge arasında muazzam bir gelir farkı bulunmaktadır. Yok eğer “özerk Marmara”dan “özerk Kürdistan”a gelir transferi düşünülüyorsa, buna özerk Marmara halkının nasıl ikna edileceğinin de bir şekilde açıklanması gerekmektedir.

Sorunun üçüncü boyutunda ise özerk bölgelerin sahip oldukları yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin kime ait olacağı sorusu bulunmaktadır. Her bölgenin sahip olduğu zenginliklerin yine o bölge halkına ait olacağı ilkesi ilk başta doğru ve adil gibi görünse de, gerçek hiç de öyle değildir. Kapitalist bir ekonomik sistemde bu zenginlikler şüphesiz ki sermayenin elinde toplanacak ve sermaye ucuz emek için özerk birimleri nasıl birbiriyle rekabet eder hale getirmek isteyecekse, bu zenginlikleri gasp ve talan etmek için de aynı yöntemleri kullanacaktır.

Kuşkusuz, sorular çeşitlendirilebilir, ama solun özerklik bağlamında bir tartışmayı başlatması açısından yeterli görünmektedir. Böylesi bir tartışma acilen başlatılmalıdır çünkü en başta da söylediğimiz üzere Kürt sorunu tartışmalarının merkezinde bundan sonra demokratik özerklik bulunacak ve bu bütün bir ülkeyi etkileyecektir.

Türkiye’de solun bir bölümü Kürt hareketinin her dediğini ilahi bir gerçeklikmişçesine kabul edip tartışmaya dahi gerek görmemektedir, dolayısıyla da onlar açısından herhangi bir sorun olmayabilir. Ancak meseleye emeğin iktidarı açısından bakanların özerklik tartışmalarına müdahil olmaları, Türk ve Kürt emekçilerine kendi somut çözüm önerileriyle gitmeleri, gerçek bir eşitliği ve özgürlüğü getirecek olan kültürel, siyasi, iktisadi mekanizmaların neler olduğunu ve nasıl kurulacağını anlatmaları gerekmektedir.