Müze bağımsız bir ulus oluşumunu sağlayan sınıfla ülkeyi bağımlı hale getiren ve çürüten sınıfın tarihsel sürekliliğini de gizliyor.

İktisadi Bağımsızlık Müzesi neyi gizliyor?

Türkiye İş Bankası tarafından 2019’da açılan İktisadi Bağımsızlık Müzesi Cumhuriyet’in 100. yılı nedeniyle kıymete bindi, ben de geçenlerde gezebildim.

Hem Ulus’taki tarihi İş Bankası binasını, hem de müzedeki belgeleri görmek için ziyaret etmeye değer. Örneğin fotoğrafını çektiğim aşağıdaki belgeyi ilk defa bu müzede görme şansım oldu. 3 Kasım 1923 tarihli resmi gazetede Cumhuriyet ilan ediliyor, ortada Mustafa Kemal, yanlarda ise o zamanki devlet başkanlarının fotoğrafları yer almış, solda yukardan aşağıya ikinci Lenin. 

1970’li yıllarda TRT haberlerindeki arkadaki dünya resminde bile Lenin silueti gören anti-komünist akıl bozukluğu yaşayanların yetiştiği ülkemiz için şaşırtıcı bir an. 

Fotoğraf 1: Türkiye İş Bankası Müzesinde belge olarak sergilenen 3 Kasım 1923 tarihli resmi gazete. Gazete Cumhuriyet’in ilanını kesinleştirirken yan tarafa Lenin’in fotoğrafını koymuş.

Ancak müzeyi bir ideolojik kalkan olmadan gezerseniz hapı yuttunuz demektir. Sonuçta Türkiye sermaye sınıfı bugün gerçeği çarpıtma ve yalan söyleme konusunda çok ustalaşmış hilekâr bir sınıftır. Düzeltilmesi gereken çok şey var ama biz bu yazıda esas iki noktaya değineceğiz.

Yalnız burada İş Bankası’na yüklendiğimiz sanılmasın, Türkiye işçi sınıfı siyaseti uzun bir zamandır, sermaye sınıfını iyi veya kötü diye bölmelere ayırmıyor, tümünü karşısına alıyor.

İlki, Müze Türkiye’nin bağımsız bir cumhuriyet haline gelmesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin etkisini el çabukluğu ile görünmez hale getiriyor.

1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye Osmanlı’nın dev dış borçlarını devralmak zorunda kalmış, nadir sanayi, maden ve alt yapı tesisleri yabancıların elinde olan geri kalmış bir tarım ülkesiydi.  

1923 Devrimi bu koşullarda iktisadi olarak bağımsız bir ülke inşası için uğraştı ve mücadele etti. Emperyalist devletlere karşı verilen bu mücadele günümüze göre çok geri olmasına rağmen sosyalist bir cumhuriyetin kuruluşu için esin kaynağı olabilecek deneyimlere işaret ediyor.

1908 Devriminin şansızlığı emperyalist devletlere karşı destek alabileceği dünyada bir sosyalist devletin bulunmamasıydı. Türkiye Cumhuriyeti ise bağımsızlık mücadelesinde sağlam bir dost buldu arkasında.

Lozan ve Montrö Antlaşmalarında emperyalizme karşı Sovyetlerin verdiği diplomatik desteğin önemini biliyoruz. Ayrıca Cumhuriyet’in kurucuları kendileri sosyalizme karşı olmalarına rağmen emperyalist devletleri diğer tarafa kayma tehdidi ile dengelemeyi bildiler.

Müze’de Lenin fotoğraflı gazete dışında Sovyetlerin Türkiye’nin bağımsızlığı konusundaki rolüne ilişkin tek kelime edilmiyor, tek belge sunulmuyor. Bu sessizlik bir yalana dönüşüyor.

1923-1930 yılları arasında milli burjuvazi yaratma politikası sonucunda sermaye sınıfı bir miktar palazlandı. Ancak kolay kazancın kokusunu alan bu sınıf yabancı malların ithalatı üzerinden para kazanmayı tercih ediyor, devletin içinden aldığı tüyolarla hızlıca zenginleşiyordu. 1929 Bunalımına giren dünyada ülkenin bu şekilde sanayisiz ve ithalata bağımlı kalması mümkün değildi.

Burjuva hükümetleri o yıllarda ufuksuz tekil sermayedarlara karşın bir üst akılla davranıyordu. Türkiye’nin hızlıca sanayileşmesi gerekiyordu, aksi takdirde herşey üstlerine kapaklanacaktı.

Devletçi model bu şekilde devreye girdi. İsmet İnönü geniş bir heyet ile 1932’de Sovyetler Birliği’ni iki hafta süresince ziyaret etti. Olağanüstü şekilde ağırlandılar. Stalin’in liderliğindeki Merkez Komite toplantısına katıldılar, heyetin şerefine Moskova Büyük Tiyatrosu’nda klasik müzik konseri verildi, İnönü Kızıl Meydan’da 1 Mayıs törenini izledi.

Fotoğraf 2: İsmet İnönü 1932 1 Mayıs’ında Kızıl Meydan’da Sovyet Hükümeti üyeleriyle birlikte 1 Mayıs törenini izliyor. “Umarım beni burada gören olmaz” diyen bakışları kaçırılacak gibi değil.

Sonuçta Sovyetler Birliği ülkenin sınıfsal konumunu çok iyi bildiği halde büyük bir cömertlikle el uzattı. Sekiz milyon Rublelik bir kredi anlaşması yaptılar. Faizsiz ve malla yıllar içinde geri ödemeye dayanıyordu. Ayrıca planlama için Sovyet uzmanları Türkiye’ye geldiler, tekstil, demir-çelik, kağıt, çimento, cam ve kimya ürünleri üretecek sanayinin kuruluşunu önerdiler. Türkiye Sovyetler Birliği’nden sonra planlı ekonomiye geçen ilk ülke oldu.

Sümerbank 1933’te bu kredi ile kuruldu. Fabrikalar ve sosyal tesisler bir üretim birimi olarak Sovyet mühendislerinin katkısıyla inşa edildi.

Bu fabrikalarda spor sahası, sinema salonu, lojman, sağlık tesisi de bulunuyor, fabrikalarda işçilerin kurduğu orkestralar işçilere klasik müzik çalıyordu.

Şimdi sömürücü alçakların sadece fabrikaların yanına cami inşa ettiğini düşününce tarihimizi unutmamanın önemi daha iyi anlaşılıyor.

Sümerbank ve planlı kalkınma yıllarına burada tekrar dönmeliyiz.

Şimdi müzede ikinci saklanan gerçeğe değinelim.

Türkiye’nin bağımsızlığını sağlayan sınıfla bağımsızlığını kaybetmesine neden olan sınıf kategorik olarak aynıdır .

Nasıl bir nehire iki kez girilmezse, bir ülkedeki aynı burjuvaziye karşı iki kez dövüşülmez. Çünkü sürekli bir değişim içindedir, ister sermaye birikimi, ister dünyadaki politik durumun değişmesi, ister işçi sınıfının siyasi gövdesinin büyümesi deyin, burjuvazinin karakteri değişir.

Müze bağımsız bir ulus oluşumunu sağlayan sınıfla ülkeyi bağımlı hale getiren ve çürüten sınıfın tarihsel sürekliliğini de gizliyor. Köşe yazısında ele alma şansı çok az ama özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası ABD hegemonyasına girilmesi ve onun peşinden giderek bağımlı bir ülke haline gelmenin hikâyesi çok ibret vericidir.

Şimdi Müze’de yer alan aşağıdaki fotoğrafa bakalım. 

Fotoğraf 3: 1950’lerden sonra piyango çekilişi ile mevduat sahiplerini bir seferde zengin etme iddiası taşıyan reklam panosu.

İş Bankası mevduat sahipleri arasındaki bir çekilişte bir seferde 20 milyon TL vaat ediyor. Hiç zahmetsiz bir emekçi bir anda köşeyi dönecek.

Sermaye sınıfı sadece ülkeyi bağımlı hale getirmedi, aynı zamanda emekçi halkın ahlakını bozmayı da denedi. Bunu ne kadar başardıklarına okuyucu karar versin.