'Onlar başkalarının heykellerine karşılar. Kendi heykellerine, kendi kara taşlarına biat etmeyenleri düşman biliyorlar çünkü. Halkımızla, vatanımızla ve tarihimizle sorunları derindir.'

Heykeller ve putlar

İlk, ne zaman, kim yaptı bilmiyoruz. Belli ki çıkışının inançla bir bağlantısı var. İlah tasvirleri ile başladı, sonra hükümdarlar, kahramanlar ve toplumun ortak değerleri olmuş şahsiyetlerle devam etti. Galiba bilinen ilk örnekleri “ana tanrıça”lardı. Mısır’da İsis’i ve Sümerlerde İnanna’yı biliyoruz; Anadolu’da örnekleri var, Kibele ve Artemis onlardandır. Sanırım bizim “toprak ana” da bu tanrıçalardan esinlenmiştir; bizi doğuran ve besleyendir, karşılıksız veren ve sevendir. 

Tanrılar varsa putları da olur. Putlar put oldukları için değil, tanrıları temsil ettiği için saygı görür. Ancak yozlaşma dönemlerinde put temsil ettiği tanrının yerine geçer, onu gölgeler. Böyle dönemlerde putları kırmak gerekmiştir. Put kırıcılığının dinler ve sosyal mücadeleler tarihinde yeri var.

Ama her yerde put görmek de bir başka aşırılıktır. Putları yıkma girişimlerinin temsil ettiği inancı da yerle bir etmesi o nedenle imkân dahilindedir. Ortodoks Hıristiyanlık'ta İkonaların, İslam’da Hacerülesved-Kara taşın putların dönüşümü açısından öğretici bir tarihi var. Kaldı ki heykel zamanla inançtan ayrılmış bağımsız bir sanat dalına dönüşmüştür. Heykelde put görmek bir zorlamadır, yersizdir.

En aşırı hali cihatçılarla-Taliban, El Kaide vs.- baş gösterdi, sonra oradan bizim ılımlı cihatçılara sirayet etti. Heykel görünce kırmızı görmüş boğa gibi kuduruyorlar. Put sanıyorlar, puta tapındıklarını unutuyorlar. 

***

Sonuncusu Samsun’da yaşandı, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı yere dikilen “Onur” Anıtı”nı yıkmaya kalkıştılar. 

Gericilerin saldırdığı o anıtın yaratıcısı Avusturyalı Heykeltıraş Heinrich Krippel, daha çok portre, büst ve mezar taşları ile tanındı. Birinci Dünya Savaşına topçu subayı olarak katıldı. 1925 yılında yeni cumhuriyete heykeller yapması için Türkiye’ye davet edildi. 1938’e kadar on üç yıl Türkiye’de kaldı, pek çok Mustafa Kemal heykeli yaptı. Galiba geride bıraktığı son eser Sümerbank binasındaki “oturan” Mustafa Kemal heykeli oldu. 1938 yılında Viyana’ya döndü, İkinci Dünya Savaşı başlayınca Türkiye ile bağlantısı kesildi, 1945’te öldü.

Yerini bulan ilk çalışması Sarayburnu’ndaki anıttır. Rastgele seçilmemiştir bu yer. Milli Mücadele’nin fitilini ateşleyen İstanbul-Samsun yolculuğu buradan başlar, Krippel’in diğer anıtının olduğu yerde, Samsun’da biter. Ankara Ulus’taki “Zafer Anıtı” bu mücadelenin evi olan Meclis’in karşısındadır. “Utku Anıtı” en zorlu savaşların yaşandığı Afyon’dadır. Krippel’in heykelleri Milli Mücadele güzergâhındadır, temsil ettiği de aslında bu mücadeledir. Sonuncusu “Onur”dur, temsil ettiği çıkışın onuru hepimizindir.

TKP Samsun İl Örgütü, anıta yapılan saldırıya ilişkin bir açıklama yaptı, saldırının Cumhuriyet'in temel değerlerine, bağımsızlık fikrine ve Türkiye ilericiliğine karsı gerçekleştirildiği vurguladı. Doğrudur, Samsun’daki anıta saldıranlar aslında o mücadeleye saldırmışlardır. Yıkmak istedikleri heykel değil, o mücadele sonunda kurulan laik Cumhuriyet'tir. 

Demek ki “bir iki meczubun işi” deyip geçiştiremeyiz. Heykel saldırıları organize işlerdendir. 

***

Heykeltıraş Krippel’in şimdi unutulmuş iki eseri daha var. 1938-1940 yıllarında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in talimatıyla Krippel’e yaptırılan bu “nü” heykeller genç bir kadın ve erkeği resmeder. İki metre 80 santim ve iki buçuk ton ağırlığındaki bu iki heykel yıllardır Gazi Üniversitesi’nin rektörlük binasının girişinde duruyordu. Daha sonra Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne taşındı. Otuz yılı aşkın bir süredir burada duran heykeller bir gün sessiz sedasız ortadan kayboldu. Heykellerin çıplaklığından rahatsız olmuşlardı!

Tepkiler artınca dönemin rektörünün danışmanı-ne demekse-heykellerin Resim Heykel Müzesi’ne yerleştirildiğini iddia etti. İhtiyaç hasıl olmuştu, yoksa “müstehcenlik diye bir şey yok”tu. Okulun öğrenci ve öğretim üyelerinden oluşan bir grup basın açıklaması yaparak bu karara tepki gösterdi fakat. Onlar da heykellere yapılan saldırının aslında Cumhuriyet'e, Mustafa Kemal’e ve onun getirmiş olduğu çağdaş sanat anlayışına yapıldığı kanısındaydı. 

Birleşmiş Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği Eski Başkanı ressam Önder Aydın, “Bu heykellerin görünmesini istemedikleri için binanın içine almışlardı. Şu anda içeride olmasına da tahammülleri yok. Artık çıplak modeller de kullandırtmıyorlar… Bu bir Taliban anlayışıdır. Çağdışı, ülkeyi geri götürmeye çalışan bir anlayış” dedi. Müzeye kaldırdık diyorlardı ama heykeller müze binasına sığmayacak büyüklükteydi. Akıbetlerini bilemiyoruz.

Büyük Heykeltıraşımız Mehmet Aksoy diyor ki, “Heykel en büyük korku haline geldi… Sanattaki çıplaklıkla doğadaki çıplaklığı birbirine karıştırıyorlar. Hâlâ cahiliye dönemindeki heykel antipatisi devam ediyor. Üniversitede heykel kaldırılıyor çünkü Başbakan’ın heykele fobisi var. Görecek de bir şey olacak diye” dedi.

Kaldı ki Aksoy’un Kars’a diktiği barışı simgeleyen heykelini de “ucube” ilan edip yıktırdılar. Gericilik rüzgârı sokaktan değil, iktidardan esiyor yani. Sokaktaki meczuplar feyzlerini onlardan alıyor. 

***

Mustafa Nusret Suman, Cumhuriyet'in devlet bursu ile yurtdışına gönderdiği ilk heykeltıraşımızdır. Moda deyişle “yerli ve milli”dir. Önce Münih’te resim, ardından Paris’te heykel öğrenimi gördü. 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olarak atandı, pek çok öğrenci yetiştirdi. Çoğu Mustafa Kemal temalı yirmiye yakın anıt çalışması gerçekleştirdi. Ankara Sıhhiye Meydanı’ndaki “Hitit Güneş Kursu Anıtı” da onun eseridir.

Mustafa Nusret’in eseri 1970’li yıllarda Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay tarafından şehrin simgesi haline getirildi. Ardından gericilik dönemi geldi. 12 Eylül karanlığının mimarı Kenan Evren anıtın yanından makam aracıyla geçerken heykele bakıp müstehcen olduğunu düşündü. Doğaldır, 12 Eylül faşist generalleri için Kemalizm ve cumhuriyet müstehcen kavramlardır.

Kursun şehirdeki izini silmek Kenan Evren’in reenkarnasyonu Melih Gökçek’e nasip oldu. Anıt belediyenin ambleminden kaldırıldı. Yeni üretim cami resmini koydular yerine. Laikliğin silinmesinin hazin hikayesidir.

Aslına bakarsanız ortalıkta bir “Güneş” falan da yoktur. Sedat Alp “Hitit Güneşi” adlı eserine göre, Boğazköy Hitit Arşivlerinin hiçbir yerinde “Hitit Güneşi” deyiminden söz edilmemektedir. Ayrıca Hititoloji’de de böyle bir deyim yoktur. Bizim bildiğimiz anıt, Alacahöyük kazılarında ortayı çıkartılan kral mezarlarında bulunan bir mezar hediyesinin büyütülmüş şeklidir. Üstelik anıt Hitit eseri de değildir. Onlara da “Hatti”, demek ki “Ati”, uygarlığından miras kalmıştır.

Nedir peki mesele? Mustafa Kemal, Batıcı bir program yürütüyordu. Bu yüzden Türklerin Hitit kökenine vurgu yapmak zorunda kaldı. Hititlerin Türk olduğunu söylerken aslında Türklerin Hitit olduğunu söylemek istiyordu. Çünkü Avrupa ve Batı Hint-Hitit ve giderek Hint-Avrupa köklerine aşağı yukarı 100 yıldan bu yana ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapmaktaydı. Avrupalı olmak için Hitit kökler şarttı. Yeni cumhuriyete sağlam bir temel gerekliydi. Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerinin kolaylaştıracağını düşündü. En azından Anadolu’daki çoğu yer adları Hint-Hitit köklerini çağrıştırmaya devam ediyordu.

Ancak Türkçe, bu coğrafyada Türklerin egemenlikleri altına aldıkları birçok halkın Hint Hitit kökenine karşılık (Ermenice, Arnavutça, Slavca, Farsça, Kürtçe, Yunanca) yabancı bir unsur olarak görünüyordu. Mustafa Kemal, Batılı köksüzlüğe bir kök yaratmak üzere Etilere tutunmaya çalıştı. Sıhhiye’deki Güneş Kursu o çaresizliğin anıtıdır…

Şöyle cevaplayabiliriz meselenin ne olduğu sorusunu: Cumhuriyet'in kurucuları Hititler'in Türk olduklarında ısrar etmişlerdir. Çünkü anıt da iddia da Kemalist Türk Tarih Tezi’nin bir uzantısıdır. Özetle, Ankara’nın ortasındaki “Hitit Güneşi Kursu” aslında “Türklük” anıtıdır. “Güneş” kursta değil, kurulmakta olan cumhuriyettedir. Doğru veya değil, o anıtın esası budur. Gericiliğin o anıta muhalefetinin esası da budur.

***

Heykele falan karşı değiller zaten. Öyle olsa AKP’nin yönettiği her şehrin, her kasabanın girişine bir ucube heykel-patates, soğan, çay bardağı, maşrapa, simit vs.- dikmezlerdi. Onlar başkalarının heykellerine karşılar sadece. Kendi heykellerine, kendi kara taşlarına biat etmeyenleri düşman biliyorlar çünkü. Halkımızla, vatanımızla ve tarihimizle sorunları derindir. 

Mesele Mustafa Kemal heykeli değil zaten, kişiselleştirmenin bir anlamı yok. Halkımız o heykellere saygı duyuyor, çünkü laik cumhuriyeti temsil ettiğini biliyor. Bu rüzgâr Fransız Devrimi ile başladı, Ekim Devrimi ile devam etti. Cumhuriyetimiz o esintinin bir devamıdır. Hepsi monarşiye karşıdır, laiktir, özgürlükçüdür, bilimden yanadır. O heykeller bu mücadelenin anıtlarıdır, devrime aittir, bizimdir.

Yıkmak isterler biliriz, yıktırmamak da bizim görevimizdir. Şeriata, faşizme, karanlığa geçit yok!