Kuracağımız sosyalizm gelişkin ve uluslararası olacak. Ama devrimini arayan bu toprakların tarihinde işimize yarayacak deneyimler bulmak ne kadar önemli.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü Esintisi

1994’te Özelleştirme Yasası Meclisten geçtiğinde Tansu Çiller “Son sosyalist devleti biz yıktık” demişti. Bu laf Türkiye sermayesinin akıl eksiliğini yansıtıyordu, çünkü Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman sosyalist olmadı, kurucuları da bunu hiç arzu etmediler. 

Ancak 1923 Devrimi hemen öncesinde gerçekleşen 1917 Ekim Devrimini yanında sağlam bir dost olarak buldu, ondan esinlendiği noktalar oldu, sermaye birikiminin yeterli olmadığı dönemde planlama yapılabilecek kadar büyük bir devlet ekonomisi oluştu. Bu yüzden hepimize ait olan toplumsal mülkü yağmalayan bu hırsızlara Türkiye “son sosyalist devlet” gibi gelmiş olabilir.

Öte yandan Cumhuriyet kurulurken bir süre sonra sosyalist olanını kurarken yararlanacağımız, esin kaynağı olabilecek olaylar yaşandı. Bunlardan Turhal Şeker Fabrikası örneğini daha önce ele almıştık.

Ankara’ya 35 km uzaklıktaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden geriye kalanları geçenlerde ziyaret etme şansım oldu. Nerdeyse kimsenin görmemesi için duvarlar arkasında saklanmış Enstitüye girince hayretler içinde kaldık. Kırktan fazla binadan oluşan terkedilmiş bir yerleşke öyle mahzun duruyordu. Her bir binası özgün bir mimariye sahipti, bu önemli, çünkü kapitalizm öyle bir tek tipleştirdi ki mimaride özgünlüğün ne demek olduğunu unuttuk.

Müzik hane, demir atölyesi, marangozhane, çamaşırhane, fırın, sinema salonu, açık hava tiyatrosu, dershane, hamam, lojmanlar, yatakhaneler… Böyle gidiyor, hepsini bu kısa ziyarette kavrayamadık bile.

1941 yılında 15. Köy Enstitüsü olarak kurulan Hasanoğlan’a ait belgeseli izleyebilirsiniz.

Belgesel başlangıçta büyük bir yoksulluğu bize gösterir. Yorganların açık havaya serilip bitlerinin temizlenmesi yürek burkar. Çadırlarda kalan öğrenciler öğretmenleri ile birlikte Enstitü binalarını tek tek inşa etmeye başlarlar. Bu esnada ne bir müteahhit ne bir inşaat şirketi ortalıkta gözükür. Bütün inşaatları diğer köy enstitülerinden gelen öğrenciler yapar. Bizim tabirle gönüllü tugaylar tarafından binalar tek tek dikilir.

Hasanoğlan köyü arkada gözükür, sırt sırta yaslanmış kerpiç tuğlalı, toprak damlı evler 9 bin yıl öncesinin Çatalhöyük’üne benzer. Köy Enstitüsü oluşum sırasında haftalık değerlendirme toplantısını köyde açık alanda yaparken köylüler toprak damların üstünde oturup toplantıyı izlerler.

Bir süre sonra ilk binalar ortaya çıkarken radyo alıcısı kurulur ama elektrik olmadığı için kendi yaptıkları kol gücüyle elektrik üreten dinamo ile çalıştırılır. Sonra demirden yapılmış bir kule olan antenin dikilişi görülmeye değerdir.

Köy Enstitüleri başından beri karma eğitim vermiştir, bugün olduğu gibi yobazların köy enstitülerine saldırma nedenidir.

Bu yoksulluklar arasında başarılan kuruluşun sonlarına doğru atölyeye pırıl pırıl bir torna makinesi gelir.

Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kazanımları yansıtan sovhozlar, kolhozlar, fabrikalar, öğrenci yurtları, ne dersiniz bütün kuruluş ögeleri yurtdışından gelen ziyaretçilere gezdirilirdi. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü de her gelen ziyaretçiye kıvançla gezdiriliyor. Prensler, krallar, elçiler hepsi oralarda bir dolaşıp brifing alıyorlar. 

Hasanoğlan 1942’de diğer enstitülere öğretmen yetiştiren bir yüksek köy enstitüsü haline geliyor.

O dönemde Türkiye nüfusunun %80 kadarı köylerde yaşıyor, feodal geleneklerin sürdüğü köylerde ilkokul eğitimi gerçekleştirilemiyor, okuryazar oranı çok düşük kalıyordu. Türkiye burjuvazisi bu geriliğe müdahale etmek zorundaydı, Köy Enstitüleri bu ihtiyaca denk geldi. Hedeflenen sosyalizm değil, köyün kapitalistleşmesi ve nitelikli bir emek gücü yaratmaktı.

Ancak bu işte önderlik edenler, İsmail Hakkı Tonguç başta olmak üzere devrimci insanlardı. Eğitimi iş merkezli olarak yeniden örgütlemek istiyorlardı. Ayrıntısıyla ele alınmayı gerektiren bir hikâye ama köşe yazısına sığacak gibi değil.

Fikirlerin oluşumunda çeşitli eğitim bilimcilerin isimleri geçiyor, Türkiye’den Ethem Nejat, İtalyan Pestalozzi, Alman Kerschensteiner, ABD’li Dewey… Ama Sovyetler Birliği’nin kültürel etkisinden kimse bahsetmiyor, muhtemelen Köy Enstitülerini komünizm yuvası diye tanımlayan gericilerin yaydığı korku devam ediyor.

Oysa Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Nafi Atuf Kansu’nun Sovyet Eğitim kurumlarını 1926’da ziyaret ettiği ve bir rapor hazırladığı biliniyor. Tonguç’un akrabası olan Kansu Etlik bağlarındaki evinde Tonguç ile uzun uzun eğitim meselelerini konuşuyor.

Türkiye’nin ilk tarım bakanlarından olan Mehmet Sabri Toprak aynı yıllarda Sovyetler Birliği’nde aylarca kalıyor. 1932’de heyetinde Talim Terbiye Başkanı da olmak üzere İsmet İnönü iki hafta boyunca Sovyetler Birliği’nde ağırlanıyor.

Burjuvazinin Köy Enstitülerine bu kadar düşmanca yaklaşmasının ve Hasanoğlan’ın 70 sene sonra hala gözlerden kaçırılmak istenmesinin sınıfsal nedenleri var. 1948’de CHP’nin sağcılaşan kadroları eğitimin içeriğini boşaltıp Tonguç’u görevden alıyorlar, Demokrat Parti ise Köy Enstitülerini tamamen kapatıp Tonguç’u oradan oraya sürüyor.
Sosyalizmi bu topraklarda kurmak isteyenlerin bu olayı yeniden ele almasında çok yarar var. 

Tabi ki olayı bir köy sorunu olarak görmüyoruz, ama daha önce ele aldığımız sosyalizmin yapı taşı olacak bir üretim birimi kurulduğunu fark ediyoruz.

Bu kuruluşta piyasa ve sermayeyi ortalıkta gezerken değil, aksine topluma adanmış, kâr nedir bilmeyen bir kolektivizm görüyorsunuz.

Çok yönlü insan yetiştirmeye dönük bir eğitim deneyimi sosyalist kuruluşun ayrılmaz bir parçası olacaktır. 

Geleceğe umutla bakan ve dünyanın iyiye doğru değiştirilebileceğine inanan siyasi insan da öyle.

Kuracağımız sosyalizm gelişkin ve uluslararası olacak. Ama devrimini arayan bu toprakların tarihinde işimize yarayacak deneyimler bulmak ne kadar önemli.

Hele komünistlerin diri kalmış Kemalistlere sosyalist cumhuriyeti birlikte kuralım çağrısını yaptığı bugünlerde.