Bu akıl ve insanlık dışı düzeni, sürüp giden savaşı, küçük bir azınlığın zenginliğine karşı giderek yoksullaşan kitlelerin acısını kim ve nasıl durdurabilir?
Toplumsal huzursuzluk yayılıyor, bugün bu yaz boyu tanıklık ettiğimiz dört ayaklanmayı ele alıp, hangisi umut vaat ediyor diye soracağız.
Seçtiğimiz ayaklanmalar şunlar: Rusya’da Wagner’in şefi Prigojin, Fransa’da banliyölerde emekçiler, Nijerya’da yaşam pahalığına karşı işçiler ve Hollywood’ta grev.
Umut beslemekten ne kast ettiğimizi de yazalım.
Bu akıl ve insanlık dışı düzeni, sürüp giden savaşı, küçük bir azınlığın zenginliğine karşı giderek yoksullaşan kitlelerin acısını kim ve nasıl durdurabilir? Umut bu aranışa ilişkin ve ayaklanmalara bu gözle bakacağız.
Rusya’da tekelci sermayeye oligarklar deniyor, bütün halka ait olan fabrikalara bir anda çökmeleri dışında özünde bir fark yok. Tekelci sermayenin devleti, resmi olarak ortalıkta gözükemeyeceği işler için doğrudan tekelci sermayenin üyelerinden biri tarafından yönetilen paralı bir asker ordusu besliyor. Ukrayna savaşında da sokak savaşı gerektiren zorlu durumlarda Wagner isimli bu şirket ordusu ileri sürüldü.
Geçen Mayıs ayında Wagner’in sahibi Prigojin bir uyarıda bulundu ve dikkat edilmezse 1917 Ekim devriminin tekrarlanabileceğini ileri sürdü. Biraz amiyane ama olduğu gibi alalım anlamak için: “Seçkinlerin çocukları güneşte kıçlarını sallarken, sıradan Ruslar çocuklarını çinko tabutlara koymaya devam ederse, Rusya 1917 devrimlerinin çizgisinde bir karmaşayla karşı karşıya kalacak.”
Aman o da nesi, Lenin mi konuştu yoksa?
Ama merak etmeyin, bir devrimin peşinde değil, olur a ayaklanan olursa diye sıkıyönetim öneriyor.
Sonunda bir ay sonra kendisi ayaklandı, Ukrayna cephesinden çıkıp Rusya’da bir kente girdiler. Askeri olarak hiçbir şansı yoktu, ama halkın kötü yönetilen savaş konusunda kışkırtılacağını düşünüyordu muhtemelen. Egemen sınıfın bir iç darbe girişimi miydi, yoksa savaşın duygusallığı içinde profesyonel olmayan bir atak mıydı, tam anlaşılamadı.
Girdiği Rus kentinde halk tanklarının etrafını sarıp yurtseverlik şarkıları söyleyerek isyanı sonlandırmalarını istedi.
Rusya’da şu anda hâkim olan ideoloji sermaye sınıfından emekçi sınıflara bulaşan milliyetçilik ve bir boyunduruk gibi Rus halkını esir almış gözüküyor. İkinci Dünya Savaşı Sovyetler Birliği için bir sınıf savaşıydı, ama burada yükselen tarihsel yurtseverlik içeriğinden boşaltılarak milliyetçiliği beslemek için kullanılıyor. Batı emperyalizminin sahtekarlıkla dolu saldırganlığı da bu milliyetçiliği besliyor.
Buradan bir umut yakalayamıyoruz. Zaten Prigojin Rus devleti içindeki konumuna şu veya bu rezervle dönmüş bulunuyor.
Fransa ise sürekli olarak kitlesel emekçi eylemleri ile sarsılıyor. Önce mezarda emeklilik için grevler, protestolar, sonra bir göçmen çocuğunun yok yere polis tarafından öldürülmesiyle banliyölerde oturan yoksul emekçilerin isyanı.
Fransa’daki kitlesel emekçi eylemleri tabi ki umut veriyor. Ancak genellikle düzen dışı bir siyasi hedefle davranılmıyor. Sendika eylemleri geçen yüzyılda sosyalizmin zaferlerinden kapitalist ülkelerdeki işçilere düşen hakları korumayı amaçlıyor. Bu bağlam bile kurulamıyor. Banliyö yoksulları yoksulluğun, işsizliğin, ayrımcılığın körüklediği bir öfke ile ve herhangi bir siyasi hedef olmadan ayaklanıyorlar.
Bu son ayaklanma da çoğu işçi sınıfının parçası olan “orta sınıfların” düzen tutkusuna ve göçmen düşmanlığına çarptı. Genci öldüren polisin avukat masrafları için kısa sürede büyük bir meblağın toplanmış olması büyük bir ahlaksızlıktı. Muhtemelen polisin hesabına para yollayanlar kısa bir süre önce mezarda emeklilik yasasına karşı sokaktaydılar.
Fransa’da “orta sınıf” tepkilerini parçalayan tarihsel olaylara ve sınıfın bütününü sosyalizm hedefi ile bir araya getirecek bir özneye ihtiyaç var.
Nijerya’da geçenlerde işçi sendikalarının düzenlediği eylemde hayat pahalığı protesto edildi ve işçiler meclisin kapısını kırarak içeri girdiler. soL Haber Portalı’nın dışında bu olayı gören pek olmadı Türkiye’de.
Petrol zengini Nijerya halkı yoksulluk içinde acı çekiyor. Başka bir yazı ile ancak Nijerya’da neler olduğunu daha ayrıntılı değerlendirebiliriz.
Burada şu kadarını söyleyelim, Afrika hiç homojen bir yapıya sahip değil, özellikle okyanus kıyısı ve doğal zenginliği olan ülkelerde emperyalizmin çok yönlü müdahalelerine rağmen önemli bir sermaye birikimi gerçekleşti. Sermaye sınıfı ile birlikte modern bir işçi sınıfı doğdu. Bu süreci umut ederek izleyelim.
Hollywood grevi ise Los Angeles’ta 100. gününü doldurdu. Hollywood’ta ilk kez senaristler, yazarlar ve oyuncuların birlik içinde davrandığı bu çapta bir grev oluyor. İş güvencesi ve uygun ücret talebinin yanı sıra yapay zekâ kullanımı nedeniyle patronlar tarafından tehdit edilmek istenmiyorlar.
Greve katılan bir yazar şöyle demiş: “Ben bu şirketlerin açgözlülüğüne ve acımasızlığına, yaptıkları şeyin mutlak yanlışlığına maruz kaldığımıza üzülüyorum. Bu, çok kötü hissettiriyor."
Bu grev birçok açıdan önemli: Bir kere ABD emperyalizminin çok önemli bir ideolojik aygıtı olan Hollywood’a sınıfsal çelişkiyi sokuyor. İkincisi, ABD’de “orta sınıfların” nasıl eridiğini ve radikalleştiğini bize gösteriyor. Üçüncüsü, yapay zekâ gibi bir teknolojinin sermayenin elinde nasıl emekçi sınıfların düşmanı haline geldiğini ve düzenin bundan sonra üretici güçleri geliştiremeyeceğini söylüyor.
Son olarak Hollywood grevi emperyalist hegemonya savaşında kan kaybeden bir ülkede gelişkin bir işçi sınıfının sahaya indiğine tanıklık yapıyor.
Umudu nerede arayacağını bilmek insanın kendi ülkesine de doğru bakmasını sağlıyor.