'Bu durumda rapor ne anlama gelmektedir? Anlayan beri gelsin!'

Bir rapor!

Türk Eğitim Derneği’nin (TED) düşünce kuruluşu olan TEDMEM, geçen ay  ‘Yeni Bir Eğitim Anlayışı Şart'1 başlıklı bir rapor yayımlamış. Rapor, Beyza Himmetoğlu, Gülbahar Yılmaz, Nilgün Demirci Celep, Sabiha Sunar, Senem Oğuz Balıktay tarafından hazırlanmış. Bu rapor, Ezbere Dayalı Eğitim Sistemi, Mesleki Eğitim, Öğretmenlik, Kademeler Arası Geçiş Sistemleri, Yükseköğretim ile Krizlere Dayanıklı Eğitim Sistemi gibi 6 bölümden oluyor.

Raporun ilk bölümü, oldukça çarpıcı olan “21. YÜZYILDA EZBERE DAYALI BİR EĞİTİM SİSTEMİYLE GÜÇLÜ VE ÖNDER BİR TÜRKİYE YARATAMAZSINIZ” ifadesiyle başlıyor. Mevcut durum, “MEB’e bağlı okullarda okutulan müfredatlar, yüksek oranda alt öğrenme basamaklarına karşılık gelen kazanımları içermektedir. Bu durum, çocuklarımızın çağın gerektirdiği 21. yüzyıl becerilerini edinmelerinin önünde engel oluşturmaktadır” olarak özetleniyor. Uluslararası değerlendirmelerde Türkiye’nin yetersiz durumu özetleniyor. Sonra da, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2023’te çalışanlar için analitik düşünme, yaratıcı düşünme, yılmazlık, esneklik ve çeviklik becerilerini gerekli gördüğü vurgulanıyor. Ardından da uluslararası değerlendirmelerde başarılı olan ülkelerin müfredatlarından örnekler veriliyor.

Ancak; raporun hiçbir yerinde, bizim müfredatın laik ve bilimsel içerikte olmadığına, var olan Kuran kurslarıyla, din dersleriyle, imam hatiplerle, tarikat okullarıyla, merdiven altı kurslarla raporda yer verilen önerilerin gerçekleştirilemeyeceğine değinilmiyor.

İkinci bölüm ise, “GENÇ İŞSİZLİĞİNİ ÖTELEYEN DEĞİL ENGELLEYEN BİR MESLEKİ EĞİTİM ANLAYIŞINA İHTİYAÇ VARDIR” vurgusuyla başlıyor. Mesleki eğitimde var olan durum özetleniyor. Sonra da mesleki eğitimin şu temel sorunları ele alınıyor:

  • Mesleki ve teknik eğitim mezunlarının alan içi istihdam oranları düşüktür.
  • Mesleki ve teknik eğitimin istihdam ile olan bağı zayıftır.
  • Mesleki ve teknik eğitim kurumları birbirinin devamı olacak şekilde yapılandırılmamıştır.
  • Mesleki ve teknik eğitimin toplumsal itibarı düşüktür.

Ardından da raporda bu sorunları giderecek önerilere yer veriliyor.

Ancak

  • başkalarıyla aynı işi yapan mesleki teknikte okuyan öğrencilere asgari ücretin çok altında ücret ödenerek sömürüldükleri,
  • ortaokul/ilköğretim mezunlarının alındığı Mesleki Eğitim Merkezleri’nin (MEM), zorunlu eğitimle bağdaşmadığına,
  • zorunlu öğretim sürecinde her öğrenciye eşdeğer eğitim verilmesi gerektiğine ve ortaöğretimdeki mesleki eğitimin öğrencilerin geleceğini sınırladığına,
  • AİHM’nin “din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinin zorunlu olamayacağı” kararına karşın bu dersin hâlâ zorunlu olduğuna hiç değinilmiyor.

Üçüncü bölüm ise, “EĞİTİMİN NİTELİĞİ ÜZERİNDE EN BELİRLEYİCİ ROLE SAHİP AKTÖRLER ÖĞRETMENLERDİR” vurgusuyla başlıyor. Bu bölümde, mevcut durum özetleniyor, klasik söylemleri ve piyasacı anlayışı çağrıştıran önerilere yer veriliyor.

Ancak; ücretli öğretmen uygulamasına, öğretmenlik sertifikası olmayanların istihdamına ve okul yöneticilerinin büyük çoğunluğunun laiklik karşıtı bir sendika üyesi olduğuna ve Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun sakıncalarına değinilmiyor.

Dördüncü bölüm de “OKULUN KIYMETSİZLEŞTİĞİ, ÖĞRENCİLERİN OKUL DIŞI KAYNAKLARA MAHKÛM EDİLDİĞİ BİR SİSTEM ÜLKENİN FELAKETİDİR” vurgusuyla başlıyor. Seçme sınavlarından söz ediliyor. Sınavla öğrenci alan okulların kontenjanları hakkında akıl karıştıran bilgi veriliyor: Tablo4.1’de bu sayılar 2018 için 127.420 ve 2019 için ise 139.600 olarak veriliyor. Bu tablodan sonra gelen paragrafta ise 2018 ve 2019 kontenjanlarının sırasıyla 177.410 ve 192.932 olduğu belirtiliyor! Kademeler arası geçişle ilgili olarak şu temel sorunlara değiniliyor:

  • •Türkiye’de kademeler arası geçişte uygulanan sınavlar eğitim öğretime hizmet etme aracı olmaktan çıkarak amaç haline gelmiştir.
  • Eğitim sistemi üzerindeki sınav baskısı bölgeler, iller ve okullar arası eşitsizlikleri derinleştirmektedir.
  • Sınav odaklı yaklaşım okullardaki eğitim öğretim süreçlerini kıymetsizleştirmektedir.

Ancak; raporu hazırlayanlar;

  • seçme sınavlarında yabancı dil ile DKAB derslerinden soru sorulmasına,
  • genel liselerin kapatılıp sınavla alınacak okul kontenjanlarını sınırlı tutarak öğrencilerin imam hatiplere, meslek liselerine ya da açık liseye gitmek zorunda bırakılmasına,
  • yüzbinlerce öğrencinin tarikat okullarında okumasına, değinilmiyor.

Beşinci bölüm ise “DİPLOMA SAHİBİ YAPMAK, MESLEK SAHİBİ YAPMAK DEĞİLDİR” vurgusuyla başlıyor. Var olan durum özetleniyor. Aşağıdaki temel sorunlara değinilip çözüm önerilerine yer veriliyor:

  • Yükseköğretim sistemi oldukça merkeziyetçi, katı ve tek tip bir yapılanmaya sahiptir.
  • Yükseköğretim sistemi, akademik kadro ve eğitim öğretimin niteliği bağlamında dünyanın gerisinde kalmaktadır.
  • Yükseköğretime ayrılan finansal kaynağın büyüklüğü ve çeşitliliği oldukça kısıtlıdır.
  • Türkiye’de yükseköğretim mezunu olmak işgücü piyasasında beklenen avantajı yaratmamakta; yükseköğretim, işgücü piyasasının talep ettiği bilgi ve becerileri kazandırmamaktadır.
  • Yükseköğretime geçiş sistemi ezbere dayalı tek tip bir sıralama sınavından ibarettir.

Ancak; 23 sayfa tutan bu bölümde, rektör ve dekan atama yöntemlerine, AKP’nin üniversitelerde kadrolaşmasına, üniversitelerin bilimden uzaklaşmasına, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara tek kelimeyle bile değinilmiyor.

Altıncı bölüm ise, “KRİZLER VE AFETLER BAKIMINDAN YÜKSEK RİSKLİ BİR ÜLKE OLDUĞUMUZU YOK SAYMAKTAN VAZGEÇMELİYİZ” ifadesiyle başlıyor. COVİD 19 ile deprem olayının çocuklar üzerindeki etkileri özetleniyor. Genel ifadelerle bazı önerilere yer veriliyor.

Ancak; raporda, ‘aşı olmak günahtır’, ‘deprem yörede işlenen günahlar nedeniyle olmaktadır’ ya da ‘deprem kaderdir’ gibi gerçek dışı söylemlerin çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerine değinilmiyor.

Bu raporun da, geçmiş yıllarda ERG, İLKE, SETA ve TEDMEM gibi sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan raporlara benzediği görülüyor. Bu raporda da birçok bilgi veriliyorsa da, yukarıda özetle değinildiği gibi can alıcı gerçekler ve bu gerçekler var oldukça yapılan önerilerin bir işe yaramayacağı görmezden geliniyor.

Bilindiği gibi TEDMEM, yıllarca AKP’nin eğitimi piyasalaştırıp gericileştirmesine bakan/talim ve terbiye kurulu başkanı olarak katkı veren Prof. Dr. Ziya Selçuk ile Prof. Dr. Emin Karip tarafından yönetilmiştir. Üstelik Bu TEDMEM’in bağlı olduğu TED’in yönetim kurulu başkanı olan S. Selçuk Pehlivanoğlu, 4+4+4 yasasını olumlayan bir kişidir. Temmuz 2018’den bu yana R. T. Erdoğan’ın oluşturduğu 9 kişilik ‘Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Üst Kurulu’ üyesidir. Bu kişinin beş yıldır, eğitim-öğretim alanındaki uygulamaların bire tekine bile a karşı çıktığı duyulmamıştır.

Bu durumda rapor ne anlama gelmektedir? Anlayan beri gelsin!

[email protected]