Yurt dışındaki 'tuhaflık hali' ve 'ikiyüzlüler'

'Bu seçmenleri 'ahlaksızlıkla', 'ikiyüzlülükle' damgalayabilir miyiz? Bunu ne kendimiz yaparız, ne de başkalarının yapmasına izin veririz. Çünkü biz komünistiz!'

CEMİL FUAT HENDEK

Seçimlerin heyecanıyla, bir an önce sonuçları öğrenmek için Türkiye’deki televizyon yayınlarını izliyordum. Tabii öncelikli olarak sayısı pek az “alternatif” kanalları...

Bunlardan birinde Almanya’daki seçim sonuçları da girdi sıraya. Kılıçdaroğlu’nun Avrupa’da Türkiye ortalamasının altında, Recep Tayyip Erdoğan’ın ise Türkiye ortalamasının üstünde oy almış olduğu konuşulurken, önem verdiğim bir yorumcunun aşağıda alıntıladığım sözleri dikkatimi çekti ve düşündürdü beni:

“Türkiye göçmeni ve orada çalışan insanların tuhaf bir hali var. Orada demokrasinin bütün imkânlarından yararlanıp, sosyal demokrat partilere oy veren, yani yabancı düşmanlığına karşı olan sol ve sosyal demokrat partilere oy veren Türkiyeli seçmenlerin önemli bir bölümü gelip Türkiye’de tam tersine oy kullanabiliyorlar, muhafazakâr partilere oy veriyorlar. Seçmen ahlakı ve davranışı itibariyle son derecede tartışmalı bir durumla karşı karşıyayız. Burada bir siyasi ikiyüzlülük var (kalın harfler benden) ve Almanlar buna çok şaşırmış vaziyetteler.”

Yorumcu bu sözlerin ardından siyasi olarak bu konuyu -umarım sadece o an için olsa gerek- önemsemediğini ekledi. Ona göre önemli olan, “Türkiye’deki seçimleri ne kadar etkileyeceği” imiş.

O önemsemedi, ama ben çok, hem de çok önemsedim. Birden fazla açıdan...

'Demokrasinin imkânları' mı?

Böylece Türkiye’de, ne yazık ki “sol camia” içinde de, Avrupa’ya bakıştaki kırılmalar bir kez daha ve “önemli bir kaynaktan” önüme düşmüş oldu. Buradaki “demokrasinin imkânları”nın -kimi zaman hayranlığa uzanacak derecede- nasıl abartıldığına bir kez daha şahitlik etmiş oldum. Nereden bilsinler ki?.. Bu “demokrasinin imkânları” arasında solcuların Alman federal devletinin gizli servislerince nasıl tek tek ve adım adım izlenerek fişlendiğini… Sol Parti meclis üyelerinin e-posta yazışmalarına dek takibe alındığını… Devletin kimi kurumlarının faşist örgütlere göz yummak bir yana, parasal olanaklar sunduğunu… Halen ilan edilmemiş fakat titizlikle uygulanan meslek yasaklarını… Falan filan! Örnek çok, ama asıl konumuz bu değil.

Kısaca not düşüp, geçeyim: İnsanların arada bir buralara gelip, iki üç gün kalarak bu hınzır düzeni ayrıntılarıyla kavramasını beklemiyorum. Bu tabii ki beklenemez, ama ülkesindeki siyasete sınıfsal açıdan baktığı iddiasında olan insanlardan bu bakışı sistemin mucidi ve çok daha deneyimli sahiplerinin ülkesinde de kaybetmemesini talep etmek haksız bir istek olmasa gerek.

'Depremzedeler ve Avrupazedeler'

Fakat asıl konumuz, Avrupa ve Almanya’daki Türkiyeli seçmenlerin değinilip geçilen ve muhakkak yanıtlanması gereken “tartışmalı ahlakı” ve “ikiyüzlülüğü” idi.

Türkiye’de, iktidarın yıkıntılar arasında yalnız bıraktığı, ilk birkaç gün içinde binlercesinin ölümüne neden olduğu bölgelerde bile Recep Tayyip Erdoğan’a, AKP’ye oy veren seçmenler çoğunlukta. Bunların “kendi katillerine” oy vermesini ikiyüzlülükle, ahlaksızlıkla damgalamıyoruz. Medyanın ablukasından, insanların gerçeğe ulaşmasının engellendiğinden, tarikatların eline terk edildiğinden, açlığa mahkûm edilerek sadaka toplumunun kurbanı haline getirildiğinden -uzatmayayım- kısacası “aldatılmışlığından” bahsediyoruz.

Ya Avrupa’daki Türkiyeliler?

Ailece oy vermek için konsolosluk önüne vardığımızda, gördüğümüz manzara ilginçti. Sokaklarda hiç de rastlamadığımız tipten, cüppeli, şalvarlı, bakımsız sakalları tel tel dökülen erkekler... Tarikatlara göre renk renk tesettür bir yana dursun, Afganistan’dan gelmiş sanılacak, gözüne bile kara gözlük takmış çarşaflı kadınlar… Kimisi topluca gelmiş, sokağın köşesini de dönerek uzayan seçmen kuyruğuna birikmiş, sabırla bekliyorlardı.

Görüntü bilmeyenleri ürkütecek, dahası “Bu insanlar hangi delikten çıkmış?” dedirtecek türdendi.  Öyleyse şimdi bilmeyenlere ortada hayret edilecek bir durum olmadığını anlatalım:

Elbirliğiyle yetiştirdiler!

Bu toplamı, 60 yılı aşkın işgücü göçü serüveni süresince bir yanda T.C. devletinin tüm kurumları ve CHP de içinde olmak üzere bütün düzen partileri bir yanda, Almanya’nın federal devleti öte yanda, elbirliğiyle tohumladılar, suladılar ve yetiştirdiler!

Türkiye’den gönderilen imamlarla, cami hocalarıyla, ekseriyeti özel olarak seçilmiş Türkçe öğretmenleriyle… MHP’li faşist militanlarıyla, “Bozkurtları”yla, ilk dönemde çantalar dolusu nakit parasal desteklerle bu insanları halka halka ideolojik, politik örgütsel ablukalar altına aldılar. Dinsel gericilik odakları, faşist yuvalar Türkiye’ye paralel olarak burada da oluşturuldu. Hatta, Erbakan’ın Milli Selamet Partisi önce Almanya’da örgütlendi. Neden sonra buradan edindiği destekle Türkiye’de kuruldu...

Federal devlet de aynı doğrultuda elinden geleni ardına koymadı. Her köşe bucakta türeyen derme çatma camiler nereden nemalandı dersiniz? Bunların en başından “müminlerin kesesine dayandığı” tevatür değil, açıkça yalandır! Kent belediyelerinin, eyaletlerin kasaları ne güne duruyordu dersiniz? Daha sonraları apartman dairelerinden çıkıp, minareli secereli camiler inşa ettilerse, bunu ezan sırasında kilise çanlarının sesinin kısılması talimatını da veren resmi kurumların siyasi ve maddi desteğine borçludurlar.

Federal devlet sol eğilimli örgütleri sıkı takibe alırken, her yıl raporlarında bunları şeytanlaştırırken, faşist Türkeş’in has adamını danışman olarak çalıştırdı. “Türkiyeli işçilerin sözcüsü” olarak da gericilik yuvası Milli Görüş’ten yetişenleri, her kentte cami derneklerini, tarikat yuvalarını muhatap kabul etti. Onlarla görüşmeye oturdu. Avrupa Parlamentosu’na bile taşıdı onları.

O yıllardaki güçlü sendikaların da bu çizginin mahcup uygulayıcıları olduğunu bilmekte yarar var. Zaten devletin bir organı haline gelmiş olan Alman Sendikalar Birliği (DGB), Türkiye’den sarı sendikacılığın bir has adamını, azılı bir antikomünisti danışman olarak merkezine oturttu. Bu adam Türkiyeli solun sendikal hareket içinde konum kazanamaması için şahin gözlükleri takarak nöbet tuttu. Eksiksiz her ayın başında sendikaları yazılı tamimlerle uyardı.

Yerimiz dar. Anlatacak daha çok şey var ama bu kadarı bile yetmeli. Sonuç ortada: Yüzde şu kadar Erdoğan’a, şu kadar AKP’ye…

Ne diyebiliriz?

Şimdi ne diyeceğiz? Bu seçmenleri “ahlaksızlıkla”, “ikiyüzlülükle” damgalayabilir miyiz? Hem de ezici çoğunluğunun işçi ve emekçi olduğunu bildiğimiz bir topluluğu…

Hayır!

Bunu ne kendimiz yaparız, ne de başkalarının yapmasına izin veririz. Çünkü biz komünistiz! Çünkü biz toplumsal süreçlere, siyasi gelişmelere ve bunlar içinde yer alan insanlara sınıfsal açıdan bakarız. Onları öyle değerlendiririz. Çünkü bizim sarsılmaz etik değerlerimiz vardır. Çünkü biz, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi yığınlara olan güvenimizi “tarihsel bir olgu” olarak kıskançlıkla koruruz. Onlara olan umudumuzu asla yitirmeyiz.

Böylesi durumlarda yapacağımız şey her zaman bellidir: Önce aynayı kendimize çevirmek! Nitekim TKP bugün bunu yapmış bulunuyor:

(Oylarımızı) Artırabilmemiz için değerlerimizden, ilkelerimizden, duruşumuzdan taviz vermeksizin daha fazlasını yapmamız gerekiyormuş. Yapamamışız.

Ama TKP çalışmaya aynı hızla devam etmeye söz verdi.

O sözü Almanya’da da tutacağız.