'To Goat or not to Goat': Netflix’te Yok

ABD'li basketbolcu Kareem Abdul-Jabbar, George Floyd’un öldürülmesi sonrası ABD’de yaşananlar üzerine görüşlerini Los Angeles Times gazetesinde 30 Mayıs’ta yayınlanan bir makale ile paylaştı.

Özgün Can

Lew Alcindor… Ya da dünyanın onu tanıdığı adıyla Kareem Abdul-Jabbar hiçbir zaman sıradan bir sporcu olmamıştı. Spor yaşamında da sonrasında da kamuoyu Abdul-Jabbar’ın o özgün kişiliğine, farklı yaklaşımına her dönemeçte şahitlik etti. 

1947’de New York’ta polis memuru bir babanın ve mağaza çalışanı bir annenin tek çocukları olarak dünyaya gelen Lew Alcindor’un öyküsü, dönemin çoğu NBA yıldızının, çok kardeşli, çok fakir ve taşralı olma, ailevi sorunlarla ve uyuşturucu çeteleri ile boğuşma gibi ortak öğelerle dolu öykülerinden farklıydı. Hep başarılı bir öğrenci olmuştu, okumaya tutkundu. Dönemin çok prestijli UCLA üniversitesinde tarih bölümünü derece ile bitirdi. 

Fiziksel özellikleri ve tekniği ile kolej basketbolunda öyle baskın bir figür haline geldi ki, lig yönetimi yeni kurallar getirmek, hatta smaç yapmayı yasaklamak zorunda kaldı. Tam on yıl sürecek bu yasak, Skyhook adlı tarihin belki de en özgün atışlarından birinin yine Abdul-Jabbar tarafından yaratılmasını getirecekti.

Abdul-Jabbar 1967 yılında, özellikle Malcolm-X ve Muhammad Ali gibi idollerinin etkisiyle islamı ve yeni adını seçti. Siyahlara dönük ayrımcılık nedeniyle 1968 olimpiyatlarında ABD forması giymeyi reddetti. 

Kareem, 3 kez NCAA ve 6 kez NBA şampiyonu olmuş ve 6 kez NBA MVP seçilmiştir. Gelmiş geçmiş en fazla sayı atan ve en fazla maç kazanan oyuncu olma özelliklerini hala sürdürmektedir. Basketbol kamuoyunda adı GOAT (Greatest Of All Times – Tüm Zamanların En İyisi) tartışmalarında sıklıkla yer almıştır. 

Sponsorluk ilişkileri zedelenmesin, adına yapılan ayakkabı satışları düşmesin diye memleketinde siyahi bir politikacıyı, ırkçı bir beyaz politikacıya karşı desteklemeyi reddeden, kariyeri boyunca kendisinden ve kişisel unvanlarından başka bir şey düşünmeyen ve bunu ballandıra ballandıra anlatışını Netflix’te milyonların izlediği bazı GOAT’larla karıştırmayınız. Kareem başkadır, başka kalacaktır. George Floyd’un öldürülmesi sonrası ABD’de yaşananlar üzerine görüşlerini Los Angeles Times gazetesinde 30 Mayıs’ta yayınlanan bir makale ile paylaştı Abdul-Jabbar. İyi okumalar.

Protestoları anlamıyor musunuz? Gördüğünüz, köşeye sıkıştırılmış insanlardır.

George Floyd  “nefes alamıyorum” diye can çekişirken, boynuna çökmüş beyaz polisin videosunu gördüğünüzde ilk tepkiniz ne oldu?

Eğer beyazsanız, muhtemelen bu acımasız adaletsizliğe başınızı iki yana sallayarak, dehşete kapılmış bir şekilde “aman tanrım” diye mırıldandınız. Eğer siyahsanız, muhtemelen ayağa sıçradınız, küfrettiniz, belki bir şey fırlattınız (kesinlikle bir şeyler fırlatmak istedim), “hayır, yine mi?!" diye bağırdınız. Sonra, Şubat ayında, mahallelerinde koşu yapan Ahmaud Arbery'i öldürmekle suçlanan silahlı iki beyazı ve henüz birkaç hafta önce ortaya çıkan video olmasaydı bundan nasıl da yırtacaklarını anımsadınız. Ve şu Minneapolis polislerinin Floyd'un tutuklamaya direndiğini iddia ettiğini, ancak bir mağazanın güvenlik kamerasının hiç de öyle olmadığını gösterdiğini. Ve Floyd’un boynuna çökmüş polisin, bir öfkeli redneck (genellikle güneyli, ırkçı, gerici eğilimleri yüksek beyazlar için kullanılan terim) klişesi değil, soğukkanlı, acıma duygusundan yoksun, bayağı kötülüğün vücut bulmuş hali olduğunu.

Belki de 911'i arayıp, köpeğine tasma takmasını isteyen siyah adamın, kendisini tehdit ettiğini iddia eden Karen'ı düşünüyorsunuz. Ya da Yale Üniversitesi öğrenci yurdunun bir ortak alanında uyuklayan siyah öğrencinin, beyaz bir öğrenci tarafından şikayet edilişini. Çünkü hedef tahtasına oturtulanın yalnızca “suçlu siyah” değil, Yonkers'tan Yale'e kadar tüm siyah yüzler yelpazesi olduğunun farkındasınızdır. 

Acaba polisler değil de tüm siyahlar mı vücut kamerası kuşanmalı diye düşünürsünüz.

Karakolların önünde toplanmış, sıkılmış yumruklarıyla öfkeli siyah protestoculara baktığınızda ne görüyorsunuz? Eğer beyazsanız “kesinlikle sosyal mesafeyi korumuyorlar” diye düşünebilirsiniz. Sonra Target mağazasını yağmalamaya başlayan siyah yüzleri fark eder ve “ama bu haklı davalarına zarar veriyor” diye düşünebilirsiniz. Sonra karakolun ateşe verildiğini gördüğünüzde, parmağınızı sallayıp “işte bu haklıyken haksız düşmek” dersiniz.

Haksız değilsiniz ama haklı da değilsiniz. Siyah toplumu eğitim, adalet ve iş yaşamında kurumsallaşmış ırkçılığa alışıktır. Ve kamusal ve politik farkındalığı artırmak için tüm o bildik şeyleri yapsak da- The Atlantic’te derin yazılar yazmak, CNN’e çıkıp olan biteni açıklamak, değişim sözü veren başkan adaylarını desteklemek- neredeyse hiç etkisi olmuyor.

COVID-19 açıkça ortaya koydu ki biz, beyazlardan çok daha yüksek ölüm oranlarına sahibiz, işlerini ilk kaybedenler biz olduk, Cumhuriyetçilerin oy vermemizi engellemeye çalıştıklarını gördük. Kurumsallaşmış ırkçılığın yalnızca küçük bir kısmı görünür kılındığında bile siyah avı sezonu açılmış gibi oluyor. Eğer şüpheniz varsa Başkan Trump’un protestocuları vurulması meşru haydutlar ve yağmacılar olarak nitelediği son tweetleri zamanın ruhunu teyit etmektedir.

Evet, protestolar bazen istismarın bahanesi haline gelmiştir, takım şampiyonluğunu kutlarken araba yakan ya da dükkanlara zarar veren taraftarlar gibi. Dükkanların yağmalanmasını, binaların yakılmasını ben de görmek istemiyorum. Ancak Afro-Amerikalılar uzun yıllardır, alevler daha da yaklaştıkça nefes alamaz hale geldikleri yanan bir binada yaşıyorlar zaten. Amerika’da ırkçılık havadaki toz gibidir. Teneffüs ederken dahi görünmezdir, ta ki içeri güneş girene dek. O zaman her yerde görünür olur. Bu ışığı söndürmediğimiz sürece tozun konduğu her yeri temizleyebiliriz. Ancak uyanık olmalıyız, zira daima havada olacaktır.

Belki de siyah toplumun şu an asıl derdi, protestocuların birbirlerinden birkaç metre mesafede durup durmadıkları ya da birkaç zavallının birkaç tişört çalması ve hatta bir karakolu yakması değil, oğulları, eşleri, kardeşleri ya da babalarının sırf yürüyüşe, koşuya, araba sürmeye çıktıkları için polisler ya da polisten polis tipler tarafından katledilip katledilmeyeceğidir. Ya da siyah olmanın, ülkeye bulaşan ırkçılık virüsünün COVID-19’dan daha ölümcül olması nedeniyle yaşamlarının geri kalanını evde geçirmek anlamına gelip gelmediğidir.

Trump ve Coronavirus çağında siyah protestoculara baktığınızda görmeniz gereken, barlar ve güzellik salonları açılsın istedikleri için değil, yaşamak istedikleri için köşeye sıkıştırılmış insanlardır. Nefes almak istedikleri için.

En kötüsü ise, toz duman dağıldığında her seferinde öfkeli davranışımız için hesap vermemiz gerekmesidir. Neredeyse 70 yıl önce “Harlem” şiirinde şöyle soruyordu Langston Hughes: “Ertelenmiş bir hayale ne olur? Belki batar, ağır bir yük gibi. Yoksa patlar mı?” 

50 yıl önce Marvin Gaye “Inner City Blues”’da şöyle diyordu: “Haykırmak istiyorum, onların hayatıma yaptıklarını.” Ve bugün kimi beyaz ve siyah iyi niyetli liderlerin o ateşli konuşmalarına rağmen, sesimizi susturmak, nefesimizi çalmak istiyorlar.

Siz o yanan binanın sakinlerinden biri misiniz, yoksa o yanan bina, kucağınızda bir kase patlamış mısır ile TV’de NCIS’in (popüler polisiye dizi) başlamasını beklerken mi takılıyor gözünüze? Siyah protestoculara baktığınızda ne gördüğünüz işte buna bağlıdır.

Ben acele bir hüküm peşinde değilim, acil adalet peşindeyim.