İş Bankası AKP iktidarında nasıl büyüdü?

Kuruluş amacından daha sonra üstlendiği rollerle İş Bankası Türkiye kapitalizminin gelişiminde özgün bir yere sahip oldu. Bankacılık sektörü başta olmak üzere sermaye sınıfıyla siyasi iktidarın 15 yılı aşkın sürede el ele yarattıkları büyük balon sönerken esas fatura emekçilere kesilse de bir dizi düzenleme yoluyla yaşananlar, yaşanacaklar yanında “Atatürk hissesi” tartışmaları “sermaye sermayeye…

Esen Sezgin

1924 yılında “yerli sermaye”nin desteklenmesi misyonuyla kurulan İş Bankası, 1930’lu yıllardan itibaren devletin tanıdığı imtiyazlarla kendisi doğrudan yatırımcı haline geldi. O dönemden bugüne uzanan en somut yatırım İş Bankası’nın iştiraki Şişecam’la Türkiye’nin cam üretim tekeli haline gelmesi oldu. Devletle ilişkileri, anonim sermaye yapısı, bankacılığın merkezde durduğu holding yapısıyla başından itibaren Türkiye sermayesinden farklı bir görünüm arz etmekle birlikte İş Bankası, ilk gününden itibaren kar odaklı, sermaye birikimini genişletmeye öncelik veren, diğer sermaye gruplarıyla birlikte, çoğu zaman daha fazla imtiyazdan yararlanarak Türkiye kapitalizminin gelişimine “öncülük” eden bir sermaye grubu oldu. Bu anlamda OYAK gibi bir özgünlüğü de üreten Türkiye kapitalizmi açısından aile şirketi olmamak dışında bir özgünlüğü de kalmadığı söylenebilir.

2000’li yılların başında sanayi şirketleri başta olmak üzere 100’ün üzerinde iştiraki bulunan İş Bankası 2001 krizi sonrası hem yeni bankacılık düzenlemeleri hem de kriz yönetimi kapsamında yeterince karlı olmayan ya da bankacılık düzenlemeleri kısıtlamalarına takılan iştiraklerinin bir bölümünü elden çıkardı. Açık ara en büyük iştirak olan Şişecam ve finans sektörü iştirakleri korundu. Bir tür konsolidasyon yaşanmakla birlikte İş Bankası hem bankacılık faaliyetleri hem de diğer tüm iştiraklerinde AKP döneminde izlenen ekonomi politikalarının da yardımıyla en büyük faydayı sağlayan, en hızlı büyüyen gruplardan biri oldu. İş Bankası bugün en büyük özel banka, aynı zamanda Ziraat Bankası’nın ardından en büyük ikinci banka. 

2002-2017 dönemi büyümesi incelendiğinde Türkiye sermayesinin yönelimleri ve AKP’nin ekonomi politikalarıyla uyumlu bir kredi politikası izlendiğini, enerjiden inşaata finanse edilen alanlardan takip etmek mümkün. İş Bankası’nın bankacılık aktifleri içindeki payı 2002 yılında yüzde 11,1 iken 2017 yılında yüzde 11,3 civarında. Tüm bu dönem boyunca bankacılık sektörü hem bireysel krediler hem de toplam kredi hacmi artışıyla muazzam bir şekilde büyürken İş Bankası’nın sektörün toplamından daha hızlı büyüdüğü görülüyor. Bu dönem yüzde 66’sı İş Bankası’na, yüzde 8’i Munzam Sandık iştiraki Efes Holding’e ait olan Şişecam bünyesindeki cam iştiraklerinin de inşaat ve otomotiv büyümesinin en fazla kazananlarından biri olmasını sağladı. Şişecam, devletin, siyasi iktidarın da desteğiyle önemli yurtdışı yatırımlar yaptı. 2002 yılında 320 milyon dolar civarında cirosu olan ve satışlarının yüzde 16’sını yurtdışına yapan Şişecam grubu, 2017 yılında 3 milyar dolar ciroya ulaştı. Cironun yaklaşık yarısı yurtdışı faaliyetler ve satışlardan oluşuyor. 

BU TARTIŞMA NEDEN?

Tayyip Erdoğan’ın kişisel takıntılarından kriz döneminde kimi ek enstrümanlar yaratmaya, sonuçtan ziyade siyasi rant sağlamaktan İş Bankası yönetimini bir yükten kurtarmaya, bir bölümü açıktan karşı karşıya gelişe bir bölümü de bir tür uzlaşmaya denk düşen bir dizi olasılıktan söz etmek mümkün. Ancak en uç anlaşmazlık senaryosunda bile şu soruyu sormadan ilerlemek mümkün görünmüyor: Bütün banka bilançolarının fiilen batık kredilerle dolu olduğu bir dönemde AKP iktidarı, KGF düzenlemesinden “Finansal Borçların Yeniden Yapılanması”na bankacılık sektörünü en az hasarla yüzdürmeye yönelik adımlar atarken çok daha doğal, kaçınılmaz görülecek yollarla herhangi bir bankanın ipini çekme imkanını da elinde bulunduruyor mu? Bankacılık sektörü başta olmak üzere sermaye sınıfıyla siyasi iktidarın 15 yılı aşkın sürede el ele yarattıkları büyük balon sönerken esas fatura emekçilere kesilse de bir dizi düzenleme yoluyla yaşananlar, yaşanacaklar yanında “Atatürk hissesi” tartışmaları “sermaye sermayeye karşı” aldatmacasına rahatlıkla indirgenebilir.