'Bu krizler sistemin, düşüncenin, ideolojinin ve devletin insana ne kadar değer verdiğini de ayan beyan gösterir. Şimdi her şey bir testten geçiyor. Sadece şeyler değil insanlar da testten geçiyor; erdem, ortakçılık, paylaşımcılık, sadakat, insancıllık, bu zor zamanlarda tıpkı savaş meydanlarında olduğu gibi açık, hem de apaçık bir şekilde gerçeğin hükmünün testinden geçiyorlar.'
İlk kez 2007/2008 Küresel Kapitalist Krizi sırasında duymuştuk; boş bir güvenle Türkiye bu krizden güçlü çıkacak ve hatta kriz onun için yeni fırsatlar yaratacak deniliyordu. Kısacası krizi fırsata çevirmek deyimi hayatımıza girmiş oldu. Burjuvazi pragmatist ve oportünist, başka bir ifadeyle fırsatçı bir sınıftır. Onun adına yönetenler ve siyaset yapanlar da öyledir. Ancak burjuvazinin bir zaafı vardır, Marx pek yerinde teşhis etmişti, miyoptur, uzağı göremez. Diğer bir ifadeyle geleceği ve önünü görme yetisi yoktur, köstebek gibidir. Nitekim onun adına siyaset yapan siyasetçi de eğer kalibre ve kalifiye değilse, aynı soruna sahiptir, göremez. Kalibre ve kalifiye burjuva siyasetçisi mi? Nesli tükenmek üzeredir. Bence sonuncuları Churchill, Kennedy ve Roosevelt’tir. Bir de yakın dostum hatırlattı, Putin de rafine ve kalibre olmaya yatkın gibi durmaktadır. Kalibre ve kalifiye burjuva siyasetçi uzun dönemli bakan, burjuvazinin uzun erimli çıkarları için gerektiğinde burjuvazinin kısa dönemci miyopluğu ile kavga edebilen siyasetçidir. Kısa dönemli düşünmek ise hakikaten fırsatçılığı besler, ancak uzun dönemli yapısal eğilimlerin göz ardı edilmesi kısa dönemde avcıyı ava, fırsatı krize çevirir. Nitekim Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmine bilimsel dilde eklemlenme, sokak dilinde yamanma tarzı, merkez batarken Türkiye’yi de peşinden götürecek dinamikleri tetikliyordu. Hatta bu çerçevede Türkiye ile emperyalist merkezler arasındaki yapısal ilişki sıkletindeki diğer azgelişmiş kapitalist ülkelere göre oldukça güçlüydü. Çünkü çok uzunca süredir uygulanan karşı-devrimci sermaye yanlısı program Türkiye kapitalizmi için bağımsız hareket edebileceği manevra alanının nerdeyse tamamını yok etmişti. Türkiye bir yelkenlide pruva direğine bağlanmış gibiydi, gemi baş aşağı batarken gemiyle birlikte o da sulara gömüldü. Nitekim Küresel krizin etki dalgaları Türkiye kapitalizminin kara surlarına girince bırakın krizi fırsata çevirmeyi çırpınma fırsatı bile bulamadı. Büyüme oranı sıfıra vurdu ve işsizlik, borç yükü türünden hemen herkesin kriz anında baktığı göstergelerdeki olmuşuz gelişmeler Türkiye kapitalizminin mahkumiyetini onayan bir manzara-i umumiye arz etti. Artık kimse böyle fırsatçılık etmez herhalde dedik. Yanılmışız.
Mart’ın ilk yarısında daha ilk vaka çıktığında Erdoğan kameraların karşısına geçti ve iyi durumda olduğumuzu ve hatta dünya derin bir krize girerken bunun Türkiye için şans yaratacağını ima etti. Bir kere daha krizi fırsata çevirme konusunda heyecanlandıkları anlaşılıyordu. Ne çok seviyorlar krizi fırsata çevirmeyi, bir de becerebilseler. Bunun neden olmayacağı aşağıda anlatılacak. Ancak bu yaklaşımın gerçekçiliğinde öte işaret ettiği bir ahlaki sorun var. Dünya II. Dünya Savaş’ından bu yan en büyük insani krize doğru sürükleniyor. Ölü sayısı gün be gün artıyor. İtalya’da, ABD’de, Ekvador’da ve başka yerlerde insanlar hastane koridorlarında nefessizlikten ölüyorlar, siz de krizi fırsata çevirmekten bahsediyorsunuz. Aynı türden bir tutum aslında gelişmiş kapitalist ülkelerde de Corona onlarında ensesine yapışmadan önce gözlemleniyordu.
Ekonomik ve insani krizler çok yakıcı ve hafıza-i beşerde olağanüstü düzeyde sarsıcıdırlar. Ancak bu krizler hem kapitalizmin hem de sağcılığın gayr-ı insaniliğini yoğunlaştırarak gizlenebilir olmaktan çıkmaktadırlar. Bu krizler sistemin, düşüncenin, ideolojinin ve devletin insana ne kadar değer verdiğini de ayan beyan gösterir. Şimdi her şey bir testten geçiyor. Sadece şeyler değil insanlar da testten geçiyor, erdem, ortakçılık, paylaşımcılık, sadakat, insancıllık, bu zor zamanlarda tıpkı savaş meydanlarında olduğu gibi açık, hem de apaçık bir şekilde gerçeğin hükmünün testinden geçiyorlar. Sınıfta kalan çok. Öncelikle dünyanın ve Türkiye’nin her türden sağcısı. Sağcılığın artık empati eksikliği, kendini başkasının yerine koyamama hastalığı olduğu özellikle bugünlerde bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Sağcılığın ayrıca insanlığın ortak acılarına duyarsızlıktan öte, başkalarının acılarına kaşı gizli ve hınçlı bir sevinç olduğuna kanaat getirdim. “Bakın o çok övdüğünüz Batı’da yaşlılar solunum cihazlarına bağlanmıyor, hastane koridorlarında ölüme terkediliyor, bizde ise herkese maske dağıtılıyor, herkes tedavi atlına alınıyor, hatta bu süreçte Avrupa’nın en büyük hastanesini açıyoruz” türünden o kadar çok övünme gördüm ki AKP yanlısı sosyal ve yazılı medyada. Ancak bunlar yalnız değiller. Solcu olduğunu düşünen bazı yayınlarda da “Corona özellikle emperyalist kapitalist ülkeleri, zenginleri vurdu” türünden yine empati yoksunu ve sanki gizil bir sevinç içeren garip mesajlar vardı. Her ikisi de ürkütücü ve empati yoksunuydu.
Yapmayın yoldaşlar, yapmayın kardeşler, Şikago’da ölen Afro-Amerikalı bir evsizle, Bergamo’da ölen emekli bir İtalyan emekçi ile, Ekvador’da ölen yoksul köylüyle, Wuhan’da ölen sağlık emekçisiyle ve Türkiye’de, Zonguldak’ta ölen maden emekçisiyle biz de ölmekteyiz. Onlar öldükçe erimekteyiz biz de. Salvo haline gelmiş ağız dolusu “Kahrolsun”u Amerikan emperyalizmine karşı haykırmak en doğal hakkımız, ancak derdimiz Amerika’nın yoksulları, emekçileri ve sıradan insanlarıyla değil ki. Özellikle onlar ölüyor şimdi. İnsan önce “insan” olur, sonra da sosyalist olur.
Kapitalizmin sınıfta kalığını ise sadece biz söylemiyoruz, artık sistemin bekasına duacı olanlar bile söylüyor. Erdoğan açıkladı yine, üretmemiz ve ihracat yapmamız gerekiyormuş. Neden? Çünkü IMF başkanı açıkladı, 1929’u mumla aratacak bir krize giriyoruz. Sürekli sitemin performansı ile ilgili Alice Harikalar Diyarında tadında öyküler anlatan IMF bile kasırga geliyor diyor. Bizdekiler de üretme ve ihraç etmemiz gerek diyorlar. Öbür ülkeler ise Dünya Sağlık Örgütü’nün tüm uyarılarına rağmen bir aya kalmaz normale dönmeye başlarız diyorlar, emekçileri yeniden sürecekler fabrikalara, atölyelere, mağazalara. Sonrası Allah Kerim. Emekçileri düşündüklerinden mi? Hayır, çünkü onlar krizi ara vermeden sürekli yaşıyorlar. Üreteceğiz ve ihraç edeceğiz çünkü sermayedarların bekası söz konusu, kriz bu defa derin ve sarsıcı, talep hızla çöküyor. Ödeme kanalları hızla tıkanacak, borç ve finans sarmalı Gordion düğümüne dönecek ve işin içinden sistemin en akıllıları bile çıkamayacak. Milyonlarca işsiz ortalara dökülecek, iflaslar gelecek. Öyle ise bizi ancak çalışmak, üretmek ve ihracat yapmak kurtaracak. Peki ya Hasan Oğuz, hani şu Corona’ya rağmen çalışmalarına devam eden Galataport inşaatında enfekte olan ve 34 yaşında ölüp giden Hasan Oğuz? Hasan Oğuz “Evde Kal”acak kadar şanslı değildi galiba. Hatta boğaza nazır yalısı yoktu, böyle bir yalısı olmadığı için “Evde Kal”arak denize karşı fitness bisikletinde pedal atmaya hakkı da yoktu. Ne güzel yazmıştı Mehmet Kuzulugil, boğaza nazır yalısı ve bir de fitness bisikleti olsaydı üretimin sürmesi için zaten ona ihtiyaç da kalmayacaktı. Ama üretmeli ve ürettiğimizi de dışarıya satmalıydık. Böylece “Evde Kal”amayacaklar, zaten “Evde Kal”ma şansına sahip olamayacaklar, film seyredemeyecekler, online konser izleyemeyecekler ve kitap okuyamayacaklardı. “Evde Kal”amayacakları ve çalışmak zorunda oldukları için genelde akşamları veya hafta sonları alışveriş yapabileceklerdi (marketleri yağmalayanlardan ne kaldıysa tabii). Ani sokağa çıkma yasağı ilanıyla hafta sonu almayı planladıklarını sokağa çıkma yasağının başlamasına bir iki saat kala alabilmek için market kapılarına yığıldıklarında ise “zekâ özürlüsü” veya “ayı” olacaklardı. Demiştik ya, bizi Corona değil, işte bu sitem öldürüyor.
Sınıfta kalanlardan bir diğeri ise Türkiye ekonomisini yöneten zihniyettir. Üretim ve ihracat gerekliliğimizi şuna bağladılar yine; krizi fırsata çevirecektik. Dünya tarumar olmuş çökmekte, özellikle üretim merkezleri üretmeyi bırakıp Corona’yla cebelleşmekteyken, biz onların boş bıraktığı alanları dolduracak ve kesemizi dolduracaktık. Gözü açıklık, kısa dönemci miyopluk buydu galiba. Oysa boş bir hayaldir. Neden mi, küresel ticaret çöküyor. Dünya ticareti hızla daralıyor ve daralmaya da devam edecek gibi. Özellikle de Türkiye kapitalizminin geleneksel ihracat pazarları tarihlerindeki en ağır gerilemeyle yüzleşiyorlar. Çöküyorlar ve biz de onlara mal satmaya çalışıyoruz. İşte bu nedenle “Evde Kal”amıyoruz. Ancak üretimin her alanıyla da ilgilenmiyoruz. Örneğin tarım ve sanayinin pek çok sektörü çökerken, gururumuz, şanımız şehir hastaneleri sayesinde inşaat sektörü ara vermeden devam ediyor. Üstelik “Ekonomik İstikrar Kalkanı” var bir de. Acaba adında neden “Kalkan” var? Bizi neye karşı koruyor? Biz derken kendimizi birden iş adamı zannettik? 100 Milyarlık paketten bize düşen 2 milyar oysa ki? Bir de kısa çalışma ödeneği vardı, haksızlık etmeyelim; günlük 39 lira. Zorunlu ücretsiz izne ayrılan 3 milyon kişi şimdi günlüğü 39 liradan ayda 1170 lira alacaklar. Daha ne istiyorlar? Bu arada bu 3 milyon kişi işsiz değil istatistiklerde, işleri var, sadece 3 ay ücret alamayacaklar. Yani işsizlik rakamları da şişmemiş olacak. Üstelik Bakan açıkladı Ekonomik İstikrar Kalkanı’nın yeni adımları gerek görüldükçe atılacak ve açıklanacak, yeni bölümleri gerektiğinde vizyona girecekler. Gerçi pembe dizi tadında ekonomik kurtarma planına daha önce hiç şahit olamamıştık ama olsun.
Tam biz krizi fırsata çevirme hayalleri kurarken IMF birden Corona’nın Dünya ekonomisine ve ülke ekonomilerine olası maliyetlerini açıklayan raporunu açıkladı (IMF, World Economic Outlook: The Great Lockdown). Krizi fırsata çevirme partisindekiler için iyi haberler içermiyordu. Her zaman kapitalizmin geleceği konusunda iyimser IMF, her zaman Türkiye’yi bir ayrı seven IMF 2020’de dünya kapitalizmin %3 küçüleceğini öngörmüştü. Türkiye’yi bir ayrı seven IMF (Neden sevmesin ki? IMF ile ya da IMFsiz, son 40 yıldır IMF programı uyguluyoruz ya) bu defa Türkiye ve krizi fırsata çevirme partisi için kötü haber verdi, Türkiye ekonomisi 2020’de %5 küçülecekti. İşsizlik ise %17,5 olacaktı (ki bize göre yine de olabildiğince iyimser olup Türkiye’ye kıyak çekmişti). IMF de biliyordu Türkiye kapitalizminin dinamiklerini herhalde. Türkiye yelkenlide pruva direğine bağlı tutsaktı ve baş tarafından sulara gömülen gemiyle birlikte ilk batacaklar arasında olacaktı.
Neticede Corona sayesinde takke düştü kel göründü. Ne önerdiler?: 1) “Evde Kal”: Nasıl olacak bu? Evsizler var. Ayrıca kiracılar var ve çalışmadıklarında kira ödeyemeyecekler. Bir de emekçiler var, onların işgüçlerini nasıl ve ne zaman kullanacaklarına patronlar karar veriyor. Ve üretim sürdükçe evde kalamıyorlar. 2) “İyi beslenin”: Nasıl? 1170 lira ile mi? Küçük üreticiler üretemiyor, onlar nasıl iyi beslenecekler? Fiyat artışlarının ara vermeden sürdüğü, fakat ücretlerin yerinde saydığı ve büyük bir insan kitlesinin işsiz kalacağı ülkede mi? 3) “Sosyal mesafeyi koruyun”: Nerede? Emekçilerin üst üste yığıldığı fabrikalarda mı? Madenlerde mi? İşyeri yemekhanelerinde mi? Biliyoruz ki kriz fırsatçıları bu sorulara cevap vermeyecekler. Olsun, soralım dedik yine de.