Egemen güçler emekçi halkın ortak çıkar bağını parçalayarak kazandılar. Bu zafer mutlak değildir. Ama saldırı devam ediyor.

İşçi sınıfı laisizmi

Menzil şeyhi hayatını kaybetti. Milli Eğitim Bakanı daha fazla kız çocuğunun okula gidebilmesine karma eğitimin engel oluşturduğunu iddia etti. 

Laikliğe karşı bir güç gösterisine vesile olan cenazeden ve eğitimden laikliğin tasfiyesi yönünde yapılan kurcalamadan önce Temmuz ayı ücret artışlarını konuşuyorduk… 

Bu ikisi yenildiğimiz iki cephedir. Türkiye ilericiliği aydınlanma mücadelesinde geriye düşmüş, önceki Cumhuriyet kazanımlarını kaptırmıştır. İşçi sınıfımız da ekonomik açıdan görülmemiş bir uçuruma yuvarlanmıştır. İlk yenilgi olmadan ikincisini bu ölçüde sağlayamazlardı. İkinci yenilginin yaşanmadığı durumda ilki duvara çarpıp geri düşerdi.

Tersi de geçerlidir. İki cephe ancak birlikte yeniden ayağa kaldırılabilecektir.

Egemen güçler sınıf mücadelesinde üstünlük kurarken, çoğu örnekte, ortak çıkar bağlarıyla buluşabilecek kesimleri birbirlerine düşürmeyi becerirler. Emekçiler yaşamsal çıkarlarının laiklikte olduğunun ayırdına varmadıkları uzun yıllar geçirdiler. Modern kesimler de, modernlikleri sayesinde kendilerini sınıf atlamış sandılar… Bu durumda laiklik bir yaşam tarzı tercihi haline geliyor, emek sömürüsü ise toplumun belirli ve sınırlı bir kesimi olarak işçilerin derdi oluyordu. İkisi de gerçeklikten uzaktır.

Toplumsal yanılgılara kızmanın anlamı yoktur. Bu tür durumlarda sol doğru yaklaşım ve taktikleri geliştirebilmek için kendi içinde tartışır. Bizde de tartışıldı; tartıştık. Yaklaşık bir tarih vermem gerekirse 2010 Anayasa referandumuna kadar Türkiye’de solun baskın kesimi laikliğin geriletilmesini demokratikleşme adına destekledi. Solda görülmüş en ağır liberal sapmalardan biriydi. Aynı kafayla bugün olsa, “eh derlerdi, eğer bir sürü kız çocuğu okula gidebilecekse neden karma eğitimde ısrar edelim ki”… Hatta isteyenin karma, isteyenin cinsiyet ayrımcı sınıflara çocuğunu yollamasını bir özgürlük alanı olarak anlatmaya koyulurlardı… O zamanlar bir diğer sol varyant ise laiklik tartışmasına girmiyor, hatta dinci gericiliği, emeğin sömürülmesini örtmek için abartılan bir suni gündem sayıyordu…

Emeğin hakkını savunduğu varsayılan sendikalarsa, işçilerin ideolojik olarak geri olduğunu veri sayar olmuşlardı. Bunlar tabanda her dünya görüşünden işçinin var olmasını bir zenginlik sayıyor, geçmişte sınıfı “bir kalıba sokmaya kalkan” (!) sol pratiğin özeleştirisini veriyor ve yaşadıkları değişimle böbürleniyorlardı. Oysa ufku düzen içi iyileştirmelerle sınırlı olan sendikayı asıl değerli kılan, ekonomik mücadelenin sınıf kitlelerine ideolojik ve politik eğitim için bir okul sunmasıdır. Okul kısmını attığınızda işçinin ücret mücadelesi de çöker. Solda bu yanlışa da düşülmüştür ve düşülmeye devam edilmektedir. 

Egemen güçler emekçi halkın ortak çıkar bağını parçalayarak kazandılar. Bu zafer mutlak değildir. Ama saldırı devam ediyor. Devam ettiği için, sözünü ettiğim şeyler geçmişte kalan birtakım tartışmalar değil, geleceği yeniden kurmak için ipuçları olarak düşünülmelidir. Başlarken birbirini izlediğini hatırlattığım gündem maddeleri ayrılmaz bir bütünlüğe sahiptir. 

Emekçilerin sadaka kültürüne direnç üretmeleri için laikliğin kendilerine ait bir kazanım olduğunu hissetmeleri gerekiyordu. Ve gelinen noktada dinselleşme işçi sınıfını silahsızlandırmanın temel araçlarından biridir… 

Menzil tarikatının kimine göre 250 bin kimine göre milyonluk gövde gösterisi, işçi sınıfına boyun eğdirmek için yapıldı. Eğitim bakanının kız okulu arzusu, yaşam tarzı tercihinden değil yoksullaşmayı, acımasız sömürüyü örtmek için kabarmaktadır. O halde ihtiyacımız olan işçi sınıfı laisizmidir.