Sermaye sınıfının birçok unsur gibi dinselliği de sınırsız egemenliğinde araç olarak kullanma beceri ve memnuniyeti yadsınamaz. Cumhuriyetin yüz yıllık tarihi de bunu gösteriyor. 

Dinsellik ve düzen ilişkisi

Din, siyaset, devlet ilişkisine sınıfsal bakıldığında hiç de karmaşık bir durum yok.  

Dün yazarımız Kadir Sev’in ayrıntılı olarak aktardığı gibi dinsel kuşatma, çocuklarımızı ve eğitimi çepeçevre sarmasından öte, siyaseti, devleti ve toplumu kuşatan boyutlarda. 

14 ve 28 Mayıs seçimlerinde AKP iktidarının devamına ve düzen içi muhalefete yığılan oylar bu gerçeklikle daha açık okunur; emekçilerin, işsizlerin, emeklilerin, yoksullaştırılanların, kırsal kesimin, baskı altında tutulanların, genel anlatımla sömürülenlerin oylarının sandıktan sömürenlerin siyasetine ve iktidarına çıkmasının nedenleri daha açık değerlendirilir. 

Sermaye sınıfının birçok unsur gibi dinselliği de sınırsız egemenliğinde araç olarak kullanma beceri ve memnuniyeti yadsınamaz. Cumhuriyetin yüz yıllık tarihi de bunu gösteriyor. 

Cumhuriyet doğuşunda ilerlemeci ve aydınlanmacıydı, emekçiler için yollar açmıştı ama bir yandan da gericiliğin, ödünlerin, sapmaların, çıkarın, sermaye sınıfının ve savaşım verdiği emperyalizmin içinde büyüdü. İhanetin içinde bugünlere geldi.  

AKP dönemi bu sürecin üzerine oturdu, öylesine oturdu ki yıkımlar, çürümeler, yoksullaşmalar, eşitsizlikler, adaletsizlikler, hukuksuzluklar, yoksunluklar bile iktidarını durduramadı. Muhalefet durduramazdı, çünkü onlar da AKP’lileşti. 

AKP’nin düzenini yansıtacak olan anayasa sevdası da buraya oturuyor ve yeni Meclisin bileşiminden, düzen içi siyasetten destek alıyor. 

Cumhuriyetin ihanet içinde sürmesine ortak olanlar, göz yumanlar yarı karanlığı yarattı… Bugün ve devamına sessiz kalmak karanlığı getirecek. 

Konu burjuvazinin belirsiz ve ilkesiz laiklik bakışıyla, Anayasaya karşın laikliğin yok edilmesine sessiz kalınmasıyla, “laik sermaye” ve “seküler milliyetçilik” masumiyetiyle, “laiklik sorunu yok” sözleriyle anlatılıp kendi halinde çözülmeye bırakılamaz. Sınıfsal merkezli.  

Kapitalizm bu durumdan rahatsız değil. Kendi eğitim örgütlenmesini kurduğundan dinsele teslim edilen eğitimden, akademiyi sermaye sınıfının hizmetine çektiğinden adı yüksek öğretim olan düzenden rahatsız değil. Dinselin devlete ve hukuka sızmasından, tarikat ve cemaatlerden rahatsız değil.  

Bakmayın zaman zaman “hukuk devleti”, “kurumsallaşma”, “yargı bağımsızlığı” denildiğine. Sermaye sınıfı için yazılan ve yorumlanan hukuktan, özelleştirme ve teşviklerdeki hukuksuzluklardan, emekçilerin çalışma hukukuyla ve uygulamayla büyüyen hak gasplarından, lehlerine kararlar veren yargıdan hiç rahatsız değil. 

Ne dinselleştirme yaygınlığı ne ekonomide payı yükselen ve devlete her geçen gün daha fazla nüfuz eden tarikatlar ne farklı inançların ve inanmayanların dışlanması ilgilendiriyor onları. Dinsellikle soslanmış sömürüden, yönetimden, baskıdan, halkın biat ettirilerek kendilerine rıza göstermesinden memnunlar; dinsellikle bulamaç yapılmış siyasetten memnunlar. 

Dinsellik, sermaye sınıfını ve siyasal temsilcilerini memnun ederken bilimsel gerçekliğin, sorgulama ve analizin, emekçilerin ortak akıl kullanımının ve örgütlü sınıfsal savaşımlarının önüne çekilen set işlevi görüyor; düzenle uyumlaştırma, uzlaştırma işlevi görüyor.

Din üzerine antropolojik incelemeler de gösteriyor; dinsellik “zenginliği meşrulaştırırken, yoksulluğu telafi ediyor”. 

Dinselliğin eğitimi ve kadını tümör gibi sarmasını önleyecek, tarikat ve cemaatlerin kapatılmasını sağlayacak, devlet ve hukuktaki dinsel referanslara ve işgale karşı çıkacak, yok edilen laikliği anayasal hatta çekecek, emekçilerin akıllarını körelten dinsel el atmaları durduracak savaşımlar güncel ve gerekli.     

Ancak bu güncel ve gerekli durumlardan, uygulanmayan Anayasadan, Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yargının düzenin gereksinme ve istekleri doğrultusunda laiklik ilkesini deldiği kararlardan, AKP’nin düzenini meşrulaştırmak isteyeceği yeni anayasa çalışmalarından öte bir durumla karşı karşıyayız. 

Sermaye sınıfı ve siyasal temsilcileri emekçileri denetim altında tutacak her aracı ve yolu kullanıyor. 

Türkiye Komünist Partisi’nin “bağımsızlık, kamuculuk” ikilisini “laiklik”le bütünleştirmesi yalnızca dinsellik sorununu çözmeyi işaret etmiyor, bilimsel gerçekliği ve bu gerçeklikten ayrılmayan sosyalizmi vurgulayıp hedefliyor. 

Dini siyasetten, ekonomiden, devletten, hukuktan ve toplumsal yaşamdan çıkaracak bütünsel mücadele yapılmadan ne tarikatlar ortadan kaldırılabilir ne gerçek din özgürlüğü gelebilir ne de emekçiler sermayeye bağımlılıktan kurtulup devrimci savaşımlarını sürdürebilir.