Mesele yalnızca Zoe de değil. Mesele çok daha derinde ve bunun hiç dikkate alınmadığı da gözlemlerim dahilinde. Yazıyı çerçeveleyen ana tema da zaten bu. Buna sıra gelecek ancak savuşturulan büyük beladan söz etmeden geçemem. Belayı Devlet Bahçeli’nin davet ettiğini onun şu sözlerinden anlıyoruz: Akşemsettin ve Fatih’imiz de orada olacak.

Camideki fahişe ve İslam'da resim

Profesörmüş, Ebubekir Sofuoğlu…

Abdülhamit’in memleketin ahvalini oraya buraya saldığı fotoğrafçıların gönderdikleri fotoğraflar aracılığıyla öğrenme çabasını, günümüzde Google üzerinden yapılan araştırmalara benzeterek, sözü, ”Google Abdülhamit’in icadıdır” diye düğümlemesini okuduğumda; Sofuoğlu’ndan söz ediyorum, öğrencilerinin kadersizliğine üzülmüş, eh kadere keder olmaz payınıza düşen buymuş diyerek yazıklanmıştım kendi kendime.

Ama şimdi başka ve adil olmak durumundayım. Bu nedenle de reyimi Ebubekir Sofuoğlu’ndan yana kullanma eğilimindeyim. Sofuoğlu’nun sorusu yazının başlığında. Başlıkla birlikte devamı da şöyle: “Camide fahişe olur mu? Fakat, ikonlar ortadan kaldırılmazsa, Fatih’in emaneti Ayasofya, Fahişe Zoe ile fahişenin sergilendiği dünyadaki ilk cami olacak. Bu yönüyle emanetine saygısızlık yaptığımız Fatih’in ortadan kaldırdığı ikon yani putları, koruma saçmalığına bir son verin artık… Onların putlarına secde mi edeceğiz şimdi”

Etmeyelim. Edilmemeli. Üstelik mesele yalnızca Zoe de değil. Mesele çok daha derinde ve bunun hiç dikkate alınmadığı da gözlemlerim dahilinde. Yazıyı çerçeveleyen ana tema da zaten bu. Buna sıra gelecek ancak savuşturulan büyük beladan söz etmeden geçemem. Belayı Devlet Bahçeli’nin davet ettiğini onun şu sözlerinden anlıyoruz: Akşemsettin ve Fatih’imiz de orada olacak.  

Devlet Bahçeli’nin demesinden anladığım Ayasofya’da 24 Temmuz Cuma namazı buluşmasına bizzat Akşemsettin ve Fatih Mehmet’i de davet etmiş olduğudur. Gerekçesini şimdilik bilemiyoruz ancak daveti kabul etmedikleri apaçık ortadadır. Açıkçası ben Bahçeli’nin kendinden emin havasına rağmen Akşemsettin ve Mehmet’in davete icabet edeceklerine pek de ihtimal vermemiştim. Nitekim yanılmamışım. Ama olur a gitselerdi, Sofuoğlu’nun “saçmalık” olarak nitelendirdiği “ikonların, yani putların halen korunuyor” olduğunu göreceklerdi. Bu arada Fresklerin, resim de diyebilirsiniz; örtüymüş, perdeymiş, karartmaymış, şuymuş, buymuş gibi tuhaflıklarla yarım yamalak tesettüre sokulmuş olduklarını müşahede edecek olan Akşemsettin’in, muhtemelen Fatih Mehmet’i dürterek uyarmasıyla… Maazallah… hani Akşemsettin için bir şey diyemem ama, benim bildiğim Fatih Mehmet protokol falan umursamaz saftakileri rükudan secdeye varmadan başsız bırakırdı! İşte bundan eminim.

Mesele derindedir.

Zoe “fahişe” değil de beş vakit namazında niyazında biri olmuş olsaydı durum yine değişmezdi. Sofuoğlu bu konuda dipten doruğu haklıdır.

Mesele resim meselesidir:

“…Bir defa Cebrail, Resulullah Efendimize geldi. Resulullah Efendimiz, ’buyurunuz’ dediğinde Cebrail ‘nasıl gireyim, evinizde at ve insan misallerini ihtiva eden bir perde asılıdır. Ya bu resimlerin başlarını koparınız, yahut bu perdeyi indirip yere seriniz. Biz melekler zümresi, içinde resim bulunan eve girmeyiz” diye cevap verdi…”

Bu bir hadistir. Buhari’den aktardım. Buhari, İslam ilminin başöğretmenlerinden biridir. İnanmamak olmaz.

Anladığım kadarıyla üstünde gayet masum temalı resimli bir perde olan eve Peygamberin ricasına rağmen girmekten kaçınan, ısrar karşısında, girmek için şart ileri süren Cebrail’in göstermiş olduğu “baş” hassasiyetini kişisel olarak önemli buluyorum. Siz de bulun… Zira Melek Cebrail burada göz, kulak, burun, ağız gibi canlılığı işaret eden aksamların yer aldığı “baş” bölgesinin resmedilmesini Allah’a şirk koşmak anlamına geldiğini gayet sert bir dille ima etmektedir. Bu arada dikkatinizi çekmiştir, Cebrail bir seçenek daha sunuyor Peygambere. Başlarını koparmıyorsan “yere ser” diyor. Böylece resmi aşağılamanın yolu olarak resmin üzerine basılmasını önermiş oluyor.

Benim Cebrail’in demesinden anladığım İslam’da figüratif resme, tabi ki “Nü” olacak hali yok, izin var, ancak başsız ya da ayak altına serilmiş olması kaydıyla… Bunları Sofuoğlu biliyor da, Diyanetin başı Ali neden bilmezden gelir anlayabilmiş değilim. Ayasofya’da “Fahişe Zoe”, ”çok dindar Agusta Zoe” üst başlığıyla bin yıldır en yüksekte asılı. O güzel kadını perdeyle, levhayla, ışık oyunlarıyla tesettüre soktuk diyelim. Ellerini “şükür” için yukarıya, kubbeye doğru kaldıran, bu arada o şahane kadının orada olduğunu bilen cemaatın aklının allak bullak olacağından; sureleri, duaları karıştıracağından kuşku duymamak gerek. Eve girmek için masum bir resim üzerinden Peygamberle pazarlığa girişecek kadar hassasiyet gösteren Melek Cebrail’in, Ali’nin ve Ali’nin davetini koşulsuz kabullenen protokole “öbür tarafta” neler yapabileceğini düşündükçe yeminle içim çekilir gibi oluyor. Ha bire “Ali” deyip duruyorum.”Ali” dediğim Diyanetin başı Ali Erbaş. Profesör…

Olmaz… Bu kabul edilemez. Sofuoğlu dipten doruğa haklı. Ayasofya’da namaz kılınamaz. Natürmort olaydı iyiydi.

 

Yani  elma, portakal, armut ya da ne bileyim aklınıza gelebilecek her türden cansız “şeyi” konu edinen, manzara dahil, resimler olsaydı duvardakiler, bir dereceye kadar hoş görülebilirdi. Bir derece diyerek çekincemi dışa vurmamın nedeni, natürmortun da kendi içinde günah kapısını aralayan tehlikeli bir türü barındırıyor olmasındandır:

Ölü insan ya da hayvan resimleri…

Sözgelimi Marc Quinn’in Geçmiş, Bugün ve Gelecek adını taşıyan bildiğiniz kuşbaşından biraz hallice kesilmiş et parçalarının üzerinde yatan “nesnelleştirilmiş”, bundan ötürü “mort” sayılabilecek çıplak hamile kadın resmi de, natürmort türüne dahil edilmektedir. Eh…Aslının elinize geçmesini hayal dahi edemezsiniz de, “reprodüksiyon”u edindiniz, duvara asayım bari deyip gevşek davranmışsan, hele bir de bu türden bir resmin bulunduğu evde namaza durmaya kalkmışsan, vay haline!

Bana sorarsanız en güvenlisi ne resim yapacaksın ne de yapılanı duvara asacaksın. İlla ki yapacaksan elma, portakal, armut resmi yapacaksın! Onu da duvara falan asmayacaksın!

Tartışıyorlar:

Bir kesim cansız nesnelerin resminin yapılabileceğini ileri sürerken diğer kesim asla ve kat’a diyerek şiddetle karşı çıkıyor. Şiddetle karşı çıkanlardan biri hayatını Peygamber ilmine adadığı söylenilen Ebu Hureyre Hazretleri… Hureyre’nin güvenilirliğinden kuşku duyulmuyor ve Peygamber’den duyduklarını tam olarak şöyle formüle ediyor:

“Kıyamet gününde cehennemden bir boyun çıkacak.O boynun gören iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan bir de lisanı olacak.Ve ben üç sınıf insana azap etmekle memurum: Bütün mütemerrid (dik kafalı) cebbarlar, Allah’a şirk koşanlar ve bir de ressamlar…”(İslam’da Resim,Heykel ve Musiki,Nil,1989.)

Baş davetlilerden kuşkuluyum da, Ali bilir, “Ali”nin kim olduğunu artık öğrenmiş bulunuyoruz.

 

“…Hz. Aişe validemiz anlatıyor: ‘Hz.Peygamber bir seferden dönmüştü. Ben de, kendime ait olan bir rafı, üstünde bir takım şekiller bulunan bir perde ile örtmüştüm. Allah Resulü, yanıma gelip o perdeyi görünce yüzünün rengi değişti. Perdeyi aldı ve yırttı. Sonra da ‘Ya Ayşe, kıyamet gününde, insanlar arasında en fazla azap görenler, Allah’ın yaratmasına benzetmeye çalışan kimselerdir’ dedi” (İslam’da Resim…)

İşte böyle özet sonuç olarak Prof.Ebubekir Sofuoğlu dipten doruğa haklıdır. Namaz dinin direğidir ve dosdoğru kılınmalıdır. Bu bağlamda; Ayasofya’da namaz kılınabilmesi için bütün duvarlar, tavan, köşe bucak her taraf, tırnak kadar yer kalmamacasına güzelce kazınmalıdır. Sonra harika bir beton sıva ile kapatılmalı özellikle de “Fahişe Zoe”ye ait küçücük bir iz dahi bırakılmamalıdır. Namaz ancak bu şartlarda kılınabilir. Bence 24 Temmuz’da kılınan Cuma namazı bu nedenlerle battal olmuştur.

Şimdi, kendimle ilgili, kendimle ilgili olduğu için de paylaşırken sıkıldığım, öte yandan fena halde beni korkutan kişisel bir durumumu paylaşmak gereğini duyuyorum: Ben maalesef resim eğitimi gördüm ve halen arada bir de olsa resim yapma cüretini gösteriyorum. Hadi hayırlısı!