Küba'nın ABD'yle yeni ilişki tarzına Fidel'in katkısı

Karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi için diğer tarafa en fazla mesaj yollayanın, ABD’nin on devlet başkanı değil, onlarla başa çıkmak zorunda kalan Fidel Castro olduğu hakkıyla belgelenmiştir.

Haber Merkezi

Fidel Castro’nun siyaset bilimine ve özellikle de Küba'nın Amerika Birleşik Devletleri ile bağları açısından uluslararası ilişkiler alanına katkısını anlamak için, Küba’nın ulusal kahramanı José Martí'nin eser ve uygulamalarından, onun Fidel Castro’nun düşünce ve eylemi üzerindeki etkisinden yola çıkılmalıdır.

Her ikisinin Küba'da farklı zamanlarda meydana gelen siyasi ve toplumsal dönüşümlere ilişkin mirasını incelediğimizde, içinde bulundukları tarihsel anın en ileri felsefi düşüncesi kapsamında derin bir bilgiye sahip olduklarını ve bu bilgiyi Küba koşullarına uyarladıklarını; bunu tahminler yürütmeksizin, ülkenin uluslararası bir aktör olarak rolünü ve bu temelde çevresiyle ilişkilerini tanımlayan kendi ilke ve kavramlarından oluşan bir sistem oluşturarak yaptıklarını keşfederiz.

Martí ve Fidel, Amerikan tarihini farklı yazarlar aracılığıyla özel ve kapsamlı bir şekilde incelediler ve ülkenin durumu ve gerçekleri hakkında o ülkenin en iyi akademisyenleri düzeyinde akıl yürütme konusunda ustalaştılar.

Bu durum Martí’nin, Amerika Birleşik Devletleri'nin 19. yüzyılın sonunda ileri sürdüğünden farklı bir Amerikan ilişkileri sistemi tahayyül etmesine ve hatta 1891 Para Konferansı’nda Arjantin, Uruguay ve Paraguay gibi kardeş ulusları temsil etmesine olanak sağladı. Bunun da ötesinde, Küba'nın bağımsızlığını sağlamak ve bu sayede artık emperyalist bir projeksiyonla hareket etmekte olan ABD’nin Latin Amerika’ya saldırmasını önlemek için bir ulusal kurtuluş savaşı örgütledi.

Fidel’in vizyonu ise, pek çok uluslararası öngörüde bulunmasının yanı sıra, Batı Yarımküre’nin siyasi liderleriyle ayrıcalıklı bir ilişki kurmasına, yeni-sömürgeci sistemi karşısına almasına, Afrika'da Apartheid rejimini yenerek Bağlantısızlar Hareketi’nin başkanlığına erişmesine veya henüz hiç kimse böyle bir tehlikeden bahsetmezken iklim değişikliği konusunda uyarılarda bulunmasına olanak sağladı. 

Fidel örneğinde bu kazanımlar kadar önemli olan bir diğer şey, Küba'nın ABD ile ikili ilişkilerini yaklaşık 50 yıl boyunca bizzat yürütmesiydi. Bu senaryoda Fidel, uluslararası diplomasi pratiğinde benzersiz olan ve yeni nesil Kübalılar ve üçüncü taraflar için bir miras oluşturan stratejiler tasarladı ve projeler uyguladı. Bunların hiçbiri gizli değildir ve Fidel’in önemli konuşma ve metinlerinin incelenmesi sayesinde bunların tamamı hakkında bilgi edinilebilir.

Elinizdeki metnin, kronolojik bir sıra veya göreli bir önem gözetmeksizin bu katkılardan bazılarını tanıtmaya hizmet etmesini umuyorum.

Küba Devrimi’nin zafere ulaşmasından birkaç gün sonra, Dışişleri Sekreteri (daha sonra Dışişleri Bakanlığı), Havana'daki ABD büyükelçiliğine, farklı birliklerden müteşekkil ABD askeri misyonunun Havana'dan çekilmesini talep eden bir diplomatik nota gönderdi. Kısa bir süre sonra, eski diktatör Fulgencio Batista y Zaldívar rejiminden ABD'ye göç eden adi suçlar ve sivil halka karşı işlenmiş suçlardan sorumlu bir grup yetkilinin isimlerini listeleyen başka bir belge gönderilerek tutuklanmaları ve iade edilmeleri talep edildi.

Bunlar, Fidel ve hükümet ekibinin en başından beri iki ülke arasındaki ilişkilerde egemen eşitlik ve karşılıklılık kurallarını gündeme getirdiğini gösteren iki örnek. O kuruluş yıllarında gerçekleşen düzinelerce diplomatik yazışma, Küba Devrimi'nin kuzeydeki komşusundan talep ettiği yeni ilişki tarzının kanıtıdır. Bu yaklaşıma yarımkürede ilk kez rastlanıyordu ve bu durum uzun süre bu şekilde kaldı.

Bu belgeler dikkatle okunduğunda, uzun bir liste oluşturan pek çok konuya ilişkin siyasi görüş farklılıklarına rağmen Küba tarafının sağlam temellere dayanan ve saygılı bir dille pozisyon aldığı görülür. Ve karşılığında benzer bir muamele talep etmiştir.

Fidel'in 1 Ocak 1959’u takiben o yılın Nisan ayında Washington’a gerçekleştirdiği ilk ziyaretinin merkezinde de aynı yaklaşım yer alıyordu. Bizzat Richard Nixon’ın belirttiği gibi, Küba Başbakanı, ülkenin başkentine gelen çoğu Latin Amerikalı yöneticinin yaptığı gibi bir şeyler istemeye gitmemişti.

Fidel Castro, Küba Devrimi'nin neden gerçekleştiğini ve hükümetin neler planladığını açıklamak için gitmişti. Amerika Birleşik Devletleri'nin çeşitli kesimleriyle, ama özellikle de halkla, halkın geniş kesimleriyle sokakta, doğaçlama buluşmalarda veya daha resmi etkinliklerde konuştu. Basına geniş yer ayırdı.

Hiç kuşku yok ki, Küba'nın ABD'ye yönelik yeni dış politikasının özelliklerinden bir diğeri de budur: Temsilcilerinin, yöneticilerinin veya seçilmiş liderlerinin ötesinde o toplumla doğrudan veya dolaylı etkileşim kurmak.

Fidel daima şu fikre inandı ve o doğrultuda hareket etti: Amerikan halkı Devrimin neyi amaçladığını ne kadar iyi bilirse, bir gün iki ülke arasında ilişki kurulması, en azından iyi komşuluk ilişkisinin kurulması şansı da o kadar yüksek olacaktır.

Washington'daki Ulusal Basın Kulübü, 20. yüzyılın en önemli 100 anı arasında gördüğü bu ziyaretin videolarını biriktirmeye devam ediyor.

ABD medyası Küba'da Batistacı suçluların yargılandığı davaları itibarsızlaştırmaya kalkıştığında, Fidel “Gerçek Operasyonu” adlı operasyonu hayata geçirmekte tereddüt etmedi. Derhal onlarca gazeteci adaya davet edildi ve argümanlarını doğrudan adanın liderlerinden dinledi, halkla konuştu ve onların önünde özeleştiri yaptı.

Birleşik Devletler Hükümeti Küba'yla askeri çatışma yolunu, her türden saldırıyı ve Ada'yı diplomatik olarak tecrit etmeye çalışma yolunu kesin olarak seçtiğinde, Fidel hiçbir zaman Amerikalılardan nefret etmeyen veya onun ulusal sembollerine veya tarihi şahsiyetlerine saygısızlık etmeyen sağlam bir savunma çizgisine önderlik etti. 

Küba, resmi izolasyon uygulamasıyla karşı karşıya kaldığında, buna hem Amerika Birleşik Devletleri'nin içinde hem de dünyanın geri kalanında çok çeşitli güçlerle siyasi ve ideolojik ilişkileri hızla geliştirerek yanıt verdi. Gençliğinde Havana'yı ziyaret eden birçok öğrenci veya işçi, yıllar içinde kendi ülkelerinde devlet başkanı, bakan veya üniversite rektörü oldu.

Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan Devletleri Örgütü bünyesinde Küba'nın haklarını zorla kısıtlama yolunca gidince Havana'da Üç Kıta konferansları düzenlendi ve Asya, Afrika ve Latin Amerika Halklarıyla Dayanışma Örgütü kuruldu. Diğer bir deyişle, bizi izole etme girişimleri arttıkça, Küba'nın dış ilişkileri de genişledi.

Her ikisi de Amerika Birleşik Devletleri'nin Ada'ya yönelik saldırganlığının giderek artması karşısında doğrudan bir tepki olarak gündeme gelen ve sırasıyla 2 Eylül 1960 ve 4 Şubat 1962'de yayınlanan Birinci ve İkinci Havana Deklarasyonları’nın özel sonuçları oldu. Peki bu deklarasyonları özel kılan neydi?

Her şeyden önce, adanın nüfusu beş ila altı milyon arasındayken her seferinde bir milyondan fazla Kübalının katılımıyla gerçekleşen büyük kitle mitinglerinden bahsediyoruz. Başka bir deyişle bunlar, Küba Devrimi'nin liderinin yalnızca argümanlarını açıklamakla kalmayıp aynı zamanda sık gerçekleşen tezahüratlar ve karşılıklı konuşmalarla halk desteği elde ettiği, benzeri görülmemiş iletişim tatbikatlarıydı (evet, her iki anlamda da).

Bu buluşmalar, şu anki dijital platformlar ortaya çıkmadan çok önce, sosyal iletişim tarihinin nirengi noktaları haline geldiler. 

Bu etkinlikler, Fidel’in başından itibaren halk desteği ve halkın dış politikaya katılımı konusunda açık bir kavrayışa sahip olduğuna işaret ediyor. Tek tek her bir Kübalının, ABD'ye verilen yanıtın temelinde yatan değerlendirmeleri kendi değerlendirmesi haline getirmesinin ve verilen siyasi mesajın bir parçası olduğunu hissetmesinin önemini gösteriyor.

Her iki etkinliğin diğer büyük katkısı ise, Küba'nın sonraki yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı resmi tutumunun temelini oluşturan ilke ve fikirlerin bu etkinlikler sırasında geliştirilmiş olmasıydı; bu ilkeler saldırıların durdurulması talebinden, Guantanamo Deniz Üssü'nün bulunduğu işgal altındaki bölgenin iadesine uzanıyordu. Mesele bürokratlar arasında hangi önceliklerin onaylanacağı meselesi değildi; Küba'nın uluslararası alandaki pozisyonunun fiili bir halk oylamasıyla inşa edilmesiydi.

Bu tatbikatlardan ikincisi, Küba'daki Okuma Yazma Kampanyası’nın başarıyla tamamlanmasından sonra gerçekleşti; kampanya, 1959 yılı itibariyle hiçbir okul eğitimi almamış vatandaşların yüzde 60’ının ülkenin siyasi yaşamına etkin şekilde katılım sağlamasına yaramıştı. Fidel böylelikle devrimin en iyi elçileri olacak eğitimli ve değerleri olan bir halk yarattı ve aynı zamanda ülkenin iç politikasıyla dış politikası arasında yıkılmaz bir bağ kurdu.

Fidel, Eylül 1960’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı unutulmaz konuşmasında, Birinci Havana Deklarasyonu’nun metnini açıklarken o dönemde Küba halkının karşı karşıya olduğu sorunlar ile o dönemin az gelişmiş dünyasında var olan sorunlar arasında bir paralellik kuruyordu. 

Bu onun, her ülkedeki ulusal dengesizlikler çözülürse bunun küresel bir etkisi olabileceğini ve belki de insanlığın önünde yeni yollar açabileceğini söyleme şekliydi. Fidel şu haklara atıfta bulunuyordu:

“Köylülerin toprak hakkı; işçinin emeğinin meyvesini alma hakkı; çocukların eğitim hakkı; hastaların tıbbi bakım ve hastane hakkı; gençlerin çalışma hakkı; öğrencilerin parasız, deneye dayalı ve bilimsel eğitim hakkı; siyahların ve yerlilerin “insanlık onuruyla yaşama” hakkı; kadınların medeni, toplumsal ve siyasal eşitlik hakkı; yaşlıların güvenli yaşlılık hakkı; aydınların, sanatçıların ve bilim insanlarının ortaya koydukları ürünler aracılığıyla daha iyi bir dünya için mücadele etme hakkı; devletlerin emperyalist tekelleri millileştirme, böylece ulusal servet ve kaynakları kurtarma hakkı; ülkelerin tüm dünya halklarıyla serbest ticaret yapma hakkı; ulusların tam egemenlik hakkı; halkların askeri kalelerini okullara dönüştürme ve işçilerini silahlandırma hakkı.”

Gerçeğe ve şeffaflığa verdiği değer, onu 1962 yılının sonlarına doğru Küba'ya savunma amaçlı nükleer füze yerleştirme niyetinde olduklarını kamuoyuna açıklamak gerektiği konusunda zamanın Sovyet liderleriyle yoğun bir tartışma yaşanmasına dek götürmüştü. O yıl olayları yeniden analiz etmek üzere çeşitli çalışmalar yapıldı; Küba’nın ve Sovyetlerin niyetleri başından beri kamuoyuna ilan edilmiş olsaydı bu gerilimler pekâlâ önlenebilirdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nden kaynaklanan sert çatışmaya rağmen, Fidel kendisini Washington'dan soyutlayarak sağlamlaştırmaya kalkışmadı. Olaylar hakkında bilgi sahibi oluyor ve mesajlarını çok çeşitli kaynaklardan yola çıkarak ve çok farklı kanallar kullanarak iletiyordu. Bu onun hayatı boyunca sürdüreceği bir davranış biçimi olacaktı: Herhangi bir olayla ilgili ister Küba ister yabancı kaynaklı olsun, hiçbir zaman tek bir kanaldan elde edilmiş tek bir veriden yola çıkarak kanaat oluşturmadı.

Kapsamlı bilgi edindiğinden emin olduktan sonra olayların nedenselliğini tekrar tekrar gözden geçirir, baştakini sona, sondakini başa koyardı. Olgunun kendisini daima tarihin gidişatıyla karşılaştırır, onun etkilerini tekrar tekrar gelecekte tasavvur ederdi.

ABD'nin Küba’ya yönelik askeri saldırganlığının en kötü yılları geride kalır ve Ada’nın uluslararası bağları çeşitlenirken, ABD toplumunun içine uzanan kapılar açıldı ve Fidel bu kapılardan büyük bir ustalıkla geçti.

Özetle şunu net olarak söyleyebiliriz: Fidel bir kuyumcu sabrıyla Amerika Birleşik Devletleri içinde, o toplumun çeşitli kesimleriyle doğrudan görüş alışverişi yapmasına olanak sağlayan, doğrudan veya dolaylı bir ilişkiler ağı kurdu.

Karmaşık Amerikan siyasi sistemini ve federal, eyalet ve yerel düzeylerdeki formasyonunu kavrayan pek az kişiden biriydi. ABD’nin Orta Batısından veya diğer bölgelerinden çok farklı bir yapıya sahip olan Güney eyaletlerinin acil sorunları hakkında bir vizyona sahipti.

Malcolm X, Muhammed Ali, Danny Glover, Angela Davis veya peder Lucius Walker ile doğrudan kurduğu kişisel bağlar sayesinde Afrika kökenli toplum kesimlerine ilişkin özel bir kavrayış geliştirdi; diğer yandan da onlara 1960 yılında Cezayir'de başlayan, 1975-1990 yılları arasında Güney Batı Afrika'da yaşanan siyasi değişimler boyunca gelişen ve günümüze uzanan Küba’nın Afrika’daki enternasyonalist varlığı hakkında bilgi veriyordu.

Fidel'in Havana'daki her ziyaretçi için veya New York ve Washington gezilerinde göreceği her muadili için kişisel bir mesajı vardı. Her birinden, daha sonra ilgiyle arşivlediği veriler ve değerlendirmeler toplardı. Ve tüm bu bilgiler onun ABD Kongresi ile olan ilişkilerine katkıda bulunurdu. Fidel, muhtemelen ABD federal temsilcileri ve senatörleriyle en fazla temas halinde olan yabancı liderdir ve Küba yıllar boyunca ve özellikle de 1990'dan sonra söz konusu yöneticiler tarafından en çok ziyaret edilen ülke olmuştur.

Amerikan halkının genç kesimleriyle olan ilişkilerine özel bir ayrıcalık tanıdı; gelecekteki barış ve istikrarın onlarla olan diyalog sayesinde güvence altına alınacağına olan inancı tamdı. Bu başlıkta iki örnek vermekle yetinelim: Birincisi, “Denizde Yarıyıl” adlı program kapsamında Havana'ya gelen öğrencilere yaptığı sunumlardı; bu sunumlarda gençlerle zaman baskısı olmaksızın ve kapsamlı argümanlar sunarak eşitler arası bir diyalog geliştirirdi.

Diğer örnek ise Latin Amerika Tıp Okulu’na 2000 yılından itibaren ABD’li öğrencilerin de alınmaya başlamasıydı. Bu proje sayesinde düşük gelirli toplum kesimlerinden gelen yüzlerce genç ücretsiz şekilde eğitim aldı; karşılığında vermeleri gereken tek söz, mezun olduklarında geldikleri yere dönmek ve ABD’nin o yoksul bölgelerinde hizmet vermekti. Onlar, yanlarında sadece Küba tıp fakültesinde gördükleri en üst düzey öğrenimi, edindikleri en iyi uygulamaları değil, aynı zamanda Küba halkıyla uzun yıllar birlikte yaşama deneyimini de beraberlerinde götüren öğrenciler ve mezunlardı. Diğer binlerce ABD üniversite öğrencisi de 60 yılı aşkın bir süre boyunca kurumsal destek alarak veya almayarak Küba'da kendi deneyimlerini yaşamanın yollarını buldu.

Uluslararası itibara sahip bir lider olarak Fidel’in mirası denildiğinde, ister iki taraflı ister çok taraflı olsun, kriz anlarında geliştirdiği anlayış ve bunun sonucunda ortaya koyduğu davranış biçiminin de altı çizilmelidir. İki örnek vermekle yetinelim.

11 Eylül 2001'de, dünya hâlâ New York'taki İkiz Kuleler'de ve Washington'daki Pentagon binasında yaşananların boyutlarını anlamaya çalışırken, Fidel ABD yetkililerine Küba havaalanlarının, ABD’nin o sırada uçuş halinde olan ve alternatif iniş noktalarına ihtiyaç duyan uçaklarını kabul etmeye hazır olduğunu bildirdi. O an önemli olan, Küba tesislerinin böyle bir hizmeti sağlama kapasitesiyle ilgili teknik veya lojistik hesaplar veya bu kararın ülke için oluşturabileceği riskler değil, insan yaşamının güvenliğiydi.

Ağustos 2005'in sonunda korkunç Katrina Kasırgası güneydeki Louisiana eyaletinin New Orleans şehrini vurduğunda, Fidel adını İspanya'ya karşı bağımsızlık savaşında yer alan üst düzey bir ABD’li subaydan alan Henry Reeve yardım birliğini oluşturdu; birlik, 1800’den fazla can kaybına ve milyonlarca dolarlık hasara neden olan bu trajedinin kurbanlarına yardım etmek için yola çıkmaya hazırdı.

Bu tekliflerden hiçbiri ABD makamlarından olumlu yanıt almadı. 

Fidel, Amerika Birleşik Devletleri ile resmi ikili ilişkiler konusunda geliştirilen uzun vadeli stratejik vizyonu kamuoyuyla defalarca paylaştı, her daim riayet edilen ilkeleri ve öncelikleri tanımladı; ki Temmuz 2015 sonrasında diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi noktasına ulaşılmasını sağlayan da bu oldu. Bu stratejik hedefler hiçbir zaman konjonktürel aciliyetlere veya kısa vadeli çıkarlara kurban edilmedi. Ve en önemlisi, Küba’nın hiçbir konuda asla baskı altında müzakere etmeyeceğine olan inancını korudu ve bunu tüm dünyaya ilan etti; bugün bu yaklaşım Cumhuriyetin anayasal ilkesi hükmündedir.

Fidel, bu anlamda önceliklere odaklandı ve iki tarafın gündemini oluşturan hususlarda gerginliği azaltacak alternatifler aradı. Küba, Guantanamo'daki Deniz Üssü tarafından yasadışı bir şekilde işgal edilen toprakların iade edilmesi gerektiği konusundaki iddiasını korumuş ve korumaya devam edecek olsa da bir yandan tesis çevresinde istenmeyen bir çatışma riskini azaltacak bir dizi önlem yıllar içinde alınmış, diğer yandan Küba'ya doğrudan saldırı olasılığına karşı askeri değeri sınırlı bir yerleşim yeri haline getirilmiştir.

Karşılıklı saygıya dayalı ikili ilişkilerin geliştirilmesi için diğer tarafa en fazla mesaj yollayanın, ABD’nin on devlet başkanı değil, onlarla başa çıkmak zorunda kalan Fidel Castro olduğu hakkıyla belgelenmiştir.

Fidel, hayatını kaybettiği yıl, Başkan Barack Obama'nın Küba ziyaretinin anlamı üzerine düşüncelerini yazarken, geride bıraktığı miras kapsamında, Küba adası ile güçlü komşusunun iki uç arasında gelişen ilişkisine şu şekilde işaret etmişti:

“Bu asil ve fedakâr ülke halkının şanından ve haklarından, eğitim, bilim ve kültürün gelişmesiyle elde ettiği manevi zenginlikten vazgeçeceği zannına kimse kapılmasın.” Ve şunu eklemişti: “İmparatorluğun bize hiçbir şey bahşetmesine ihtiyacımız yok. Çabalarımız yasal ve barışçıl olacaktır, çünkü bizim kararlılığımız bu gezegendeki tüm insanlar olarak barış ve kardeşlik içinde yaşamamız yönündedir.”

José Ramón Cabañas Rodríguez
25 Kasım 2022, Cubadebate

"Küba Gerçeği", 2023 Şubat ayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) girişimiyle başlatılan bir yayın. Küba'da siyaset, ekonomi, yaşam, kültür gibi konularda Kübalı yazarların ürettiği makalelerin çevirilerini yayımlayan Küba Gerçeği'nde çıkan makaleler, artık soL'da paylaşılacak.