Yeni politika yönelişleri, düzen içine sıkışmış iyiniyetli uyarı ve çalışmalardan çok ötede, katmerli sömürüye karşı örgütlü ve planlı sınıfsal savaşımı gerektiriyor. 

Katmerli sömürü aracı olarak vergi

Vergiler sınıfsallığın gereğine uyumlu çalışır. Zora dayanarak, dolaylı ve dolaysız olarak toplanan vergi ve benzeri yükümlülüklerin yarattığı adaletsizlik eşitsizliği derinleştirir, yükü emekçilerin sırtına bindirir. 

Devlete kaynak aktararak kamu giderlerini karşıladığı, yatırımlara ve büyümeye katkıda bulunduğu, gelir dağılımını düzenlediği gibi gerekçelerle kutsal sayılan vergiye kapitalist düzenden genel bir bakış atıldığında kutsallığı yarı yolda bırakan çok başlık çıkar.  

Verginin konusundan matrah ve oranına, doğrudan ya da dolaylı olmasından istisna ve muafiyetlere, kaynakta kesilmesinden beyannameye dayanmasına ve indirimine kadar bütün unsurları eşitsizliğin üzerine kurulu düzende egemen sınıf yararına çalışır. Bu yararın yüksek olduğu ya da vergisiz yerlere “vergi cenneti” adı takılır. 

Eşitsiz düzenin vergileri de eşitsiz. Konularında ve toplanmasında eşitsiz, kamu giderleri altında harcanmasında eşitsiz, her ne kadar anayasal ve yasal güvence altında gösterilse de hukukuyla ve uygulamasıyla eşitsiz. İçinde yargının da bulunduğu vergi denetimi düzeneği de -üst yapı kurumlarının sınıfsallığı gereği- bu eşitsizlik üzerine kurulu.

Kapitalist düzende vergi “gelirin yeniden dağılımı”na önemli etkide bulunur, gelirin sermaye sınıfı havuzuna doğru akmasını sağlar. Vergi üzerindeki oynamalar ya da yeni vergiler de sermayenin gereksinimine göre yönlendirilir.

Anayasada “ödev” başlığı altında düzenlenen vergi ve benzeri yükümlülükler maddesi okunduğunda eşitsizliği kabul eden, vergiyi bu eşitsizliğe bağlı olarak “mali güce” göre “adaletli ve dengeli” almayı öngören bir sosyallik ve de yasallık güvencesi görülür. 

Burjuvazinin araçlarının damarlarına işlemiş olan yanılsama burada da var.

Bir kere, vergi sorumlu ve yükümlülerinin hakları hem anayasal hem de yasal güvence altında gösterilir ama “mali güç”, “adaletli ve dengeli dağılım” ilkeleri yasalarla bozulur, Anayasa Mahkemesi devreye girse de kısmi iptaller dışında bu durum değişmez. AYM’nin kararları yeni yasalar yapılırken görmezden gelinir. 

İkincisi, dolaylı/dolaysız vergiler dağılımında vergi yükü ağır olan dolaylı vergiler baskın çıkar. 

Üçüncüsü, bu bozmalara bir de Anayasanın kendisi eklenir. 2017’den önce bakanlar kuruluna, şimdi de cumhurbaşkanına tanınan muaflık, istisna, indirim ve oranları değiştirme yetkisi (güncel KDV ve ÖTV’de olduğu gibi) anayasal ve yasal güvenceyi altüst eder.

Dördüncüsü, “mali güç” denirken, sınıfsallık ve sınıfsallık içindeki ayni ve nakdi (mülkiyet) dağılımındaki eşitsizlik kabul edilmiş olur. Anayasanın ekonomi politiğinin birçok maddeye dağılmış yansımalarından biri olan bu durum mali güce göre vergide karşılığını hiçbir şekilde bulmaz, hatta tersine yük çalışır. 

Bağlı olarak beşincisi, mali güce göre ödenmekle yükümlü olunan verginin yükü “adaletli ve dengeli” dağılmaz; mali gücü yüksek olanlara az düşük olanlara çok yük biner. 

Altıncısı, vergi ödemekten kaçınanlara yumulan gözler “vergi affı”nı olağan ve beklenir duruma getirir. Deyim yerindeyse ödemeyen ödüllendirilir. 

Yedincisi, yine Anayasadan kaynaklanan bir yanılsama olarak, “vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı” olmazsa olmaz bir ilke olarak değil, “maliye politikasının sosyal amacı” olarak gösterilir. Anayasanın “sosyal devlet” niteliğiyle koşut olan bu düzenleme, maliye politikasının sosyallik dışındaki birçok amacı karşısında arkalara itilir. Bu amaçlar arasındaki denge egemen sınıf yönüne çalıştığından sosyalliğin yanından bile geçmez.

Güncel bir örnek olarak bir defalık ek MTV yasa önerisine kısaca değinerek bitirelim. 1999 yılında Marmara Bölgesi Depremi için bir defaya mahsus olmak üzere getirilen ek MTV’nin Anayasaya aykırılık savı “deprem nedeniyle oluşan ekonomik kayıpların giderilmesi ve toplumsal dayanışmanın sağlanması” gerekçesiyle reddedildi (E.99/51). 2003 yılında getirilen bir defalık ek MTV, “vergi yükünün dengeli, adil, ölçülü ve eşit dağılımını engellediği gerekçesiyle Anayasaya aykırı görülerek iptal edilirken (E.2003/48), aynı yıl içinde yeni bir yasayla tekrar getirildi, bu vergi de iptal edildi (E.2003/73). İkinci iptalde mali gücün dikkate alınmaması yinelenirken, “olağanüstü bir durum olmaksızın” ikinci kez vergi alınması suretiyle vergi yükünün araç sahipleri aleyhine ağırlaştırıldığı vurgulandı. AYM, ek vergi getirilmesindeki “ekonomik istikrarı sağlamak ve kamu borç stokunun azaltılmasını temin” amacını “olağanüstü koşulların zorunlu kıldığı haklı bir neden olarak” görmedi. Görüldüğü gibi ek MTV konusunda AYM amaç denetimi yaparak 1999’da ret, 2003’de iptal kararları verdi. 2023 ek MTV girişiminin nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. 

Not olarak anımsatmadan geçmeyelim, yukarıdaki ek MTV sürecine ek Emlak Vergisi de eklendi ancak AYM ek emlak vergisini Anayasaya aykırı görmedi.  

Sonuçta vergi de enflasyon gibi emekçilerden sermayeye, sömürülenlerden sömürenlere kaynak aktarır. Verginin “ödev” olarak tanımlanması bu transferin yaptırıma dayalı bir zorunluluk olarak gerçekleşmesini sağlar. 

Devlete yüklenen işlev -deprem ve sel gibi afetlerde ne kadar sınıfta kalsa da- verginin, bütçe hakkının, gelirin yeniden dağılımının tarihsel gelişimi içinde duyarlı vergicileri, vergi hukukçularını, akademisyenleri “sosyal hukuk devleti” yönünde çalışmalara yönlendiriyor.  

Yerinde ve haklı uyarı ve seçenekler kimi dönemlerde karşılığını bulsa da kapitalizmin ekonomi politiğine, egemen sermaye sınıfının gereksinim ve isteklerine takılıp kalıyor. Kamu giderleri de aynı amaca yöneliyor. 

Özelleştirmeler, yağma, pahalılık, vergi yükü, düşük ücretler, esnek ve güvencesiz çalışma, işsizlik… Emekçiler sömürü kıskaçlarıyla sarılmış durumda. 

Yeni politika yönelişleri, düzen içine sıkışmış iyiniyetli uyarı ve çalışmalardan çok ötede, katmerli sömürüye karşı örgütlü ve planlı sınıfsal savaşımı gerektiriyor. 

Örgütlü ve planlı bir ekonomide kamu giderlerine katılma sömürü aracı olmaz. Sömürüsüz toplumun parçası olur.