1946’dan sonra gerçekleşen Cumhuriyet değerlerinden sapma niteliğindeki değişimleri, değişik alanlarda gericilere ya da emperyalistlere verilen ilk ödünler ve sonrası üzerinden açıklamak mümkündür.

Cumhuriyetin ilk yüzyılı: Cumhuriyet değerlerinden sapmalar (I)

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Mustafa Kemal’in Eylül 1923’te kurduğu ve seçimlere tek parti olarak giren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hükümetleri görev yapmıştır. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün kararı üzerine 1946’da çok partili seçim yapılmıştır. Çok partili seçim süreci, cumhuriyet karşıtlarıyla köyü canlandıran köy enstitülü öğretmenlerden rahatsız olan toprak ağalarının varlığını ortaya çıkarmıştır. 1946 seçimleri ayrıca II. Dünya Savaşı sonrasında, dünyanın Sovyetler (sosyalizm) yanlısı ve Amerikancı (komünizm karşıtı) olarak neredeyse ikiye bölündüğü bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu ortamda İsmet İnönü, seçim sonrasında Recep Peker başkanlığında tutucu bir hükümet kurmuştur. Tutucu hükümetlerin hemen her biri, kendi iktidarında gericilere/emperyalistlere ödün vermiştir. AKP iktidarında ise tam anlamıyla piyasacı ve gerici hükümetler dönemi başlamıştır. 1946’dan sonra gerçekleşen Cumhuriyet değerlerinden sapma niteliğindeki değişimleri, değişik alanlarda gericilere ya da emperyalistlere verilen ilk ödünler (tavizler) ve sonrası üzerinden açıklamak mümkündür. Bu süreçte iktidarların verdiği ilk ödünler, insana “Sarı öküzü vermeyecektik” öyküsünü anımsatmaktadır.

Dış siyaset/bağımsızlık alanında verilen ilk ödün (sarı öküz), CHP’nin sola sırt çevirip 12 Temmuz 1947’de ABD ile yaptığı anlaşmadır. 1948’de, Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav gibi solcu akademisyenler, komünistlikle suçlanınca, çıkarılan bir yasayla kadroları iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılmışlardır. Yine 1948’de ABD’nin Marshal Planı kabul edilmiş, “Nasılsa Amerika’dan geliyor/gelecek” anlayışıyla uçak ve silah gibi yerli üretimlere son verilmiştir. Marshal yardımı çerçevesinde gelen binlerce traktör toprak ağalarına verilince, işsiz kalan tarım işçilerinin ucuz işgücü olarak kentlere göçü başlamış ve yaygınlaşmıştır. 1949’da yapılan anlaşmayla da, bir Amerikalının (genelde elçi) başkan olduğu Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu (Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu) kurulmuştur. Bu komisyon eğitim konularında Türkiye’ye akıl verirken, yetenekli gençlerimize burs vererek onların ABD’ye göçünü sağlayan bir işlev de üstlenmiştir.

Demokrat Parti’nin (DP)-Adnan Menderes’in silahlı kuvvetlerle ilgili ilk ödünü (sarı öküzü),  NATO’ya girmek için Türk askerini Kore’ye göndermek olmuştur. Türkiye NATO üyesi olunca da, tüm silahlı kuvvetleri NATO’nun emrine vermiştir. Her mahallede bir milyoner yaratma ve ülkeyi "küçük Amerika" yapma düşlerine kendini kaptırmıştır.

I.Dünya ve Kurtuluş savaşlarına katılmış olsa da, 15 yıl NATO’nun emrinde çalışan genelkurmay başkanı Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanıyken (1966-1973), “Memleketin geleceği bunlara (ABD karşıtı gençlere) teslim edilemez. On yıl sonra bunlar işbaşına geçecekler, ülkeyi perişan ederler... Bunlara güvenemeyiz. Onun için laik okullara karşı imam hatip okullarını alternatif olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine bu okul mezunlarını yerleştireceğiz” diyebilmiştir.1 Amerikancı kuvvet komutanlarının 12 Mart 1971’de verdiği muhtıra sonrasında, 27 Mayıs Anayasası’nın demokratik maddeleri törpülenirken, gericilerin komünistlikle suçladığı Amerika karşıtı ve tam bağımsızlıktan yana olan gençler üzerine insafsızca gidilmiştir. Hukuk alanında da ilk ödün (sarı öküz) bu yıllarda verilmiş, tam bağımsızlık yanlısı gençlerden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, hiç yoktan 6 Mayıs 1972’de idam edilmişlerdir.2 Hukuktan sapma, 12 Eylül 1980 darbesi döneminde yaşanan işkencelerle, hukuksuz uygulamalarla devam etmiştir. 5 bin kadar çoğu solcu memur, tüm kazanılmış haklarını kaybederek meslekten atılmıştır. Aynı eylemleri gerçekleştiren gençlerden, sağcı olanlar adi suçlardan, solcu gençler ise anayasal düzeni zorla değiştirmek suçundan idamla yargılanmıştır. 17 yaşındaki solcu Erdal Eren, yaşı büyültülüp idam edilmiştir.

Bir CIA ajanı ABD başkanı Carter’a, 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren kuvvet komutanları için, “Bizim oğlanlar başardı” demiştir.3 12 Eylül darbe hükümetinde, ülke ekonomisini emperyalistlerin güdümüne sokacak 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının mimarlarından tarikatçı Turgut Özal, ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapılmıştır. Ülke ekonomisi 1990’larda IMF reçeteleriyle yürütülmüştür. 1999’da ekonomik durumu kurtarmak için Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş getirilmiş, onun önerileri doğrultusunda alınan ekonomik kararlar, AKP’nin iktidara gelmesini kolaylaştırmıştır. AKP iktidarında da, piyasacı dünyanın beklentisi yerine getirilmiş, SEKA, Sümerbank ve şeker fabrikaları gibi her biri Cumhuriyetin kurumsal değeri olan KİT’ler, birilerine neredeyse peşkeş çekilmiştir. Günümüzde ise maliye bakanlığı İngiliz ve Merkez Bankası da Amerikan yurttaşlığını almış kişilere emanet edilmiştir! Türkiye, dışarıda dolar arayan bir ülke haline gelmiştir.

1947’de bağımsızlık konusunda ilk ödünü veren Türkiye, 2 Ekim 1992 gecesi ABD’nin Muavenet adlı zırhlımızı vurmasına da, Irak’ta 4 Temmuz 2003’de 11 askerimizin başlarına çuval geçirilerek esir alınmasına da, 9 Ekim 2019’da ABD başkanı Trump’ın “Sert adamı oynama. Aptallık etme!” gibi ifadeleri içeren mektubuna da sessiz kalmıştır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği gündeme geldiğinde onların üye yapılmayacağı konusunda mangalda kül bırakılmasa da, şimdi üyelikleri onaylanmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı konusunda, 30 Nisan 2007’de “Laik bir kişi olmalı” diyen bir genelkurmay başkanımız, 5 Mayıs 2007’de Dolmabahçe’de AKP lideri ile yaptığı görüşme sonrasında söylediklerini unutabilmiştir. Bir başka genelkurmay başkanımız Irak’a askerimizin başına çuval geçiren Amerikalıdan ödül almayı, tüm askeri okulların kapatılıp siyasetin gölgesinde milli savunma üniversitesinin kurulmasını ve en hızlı Atatürk/Cumhuriyet  düşmanı olarak bilinen kişiyi evinde ziyaret etmeyi bile içine sindirebilmiştir. Silahlı kuvvetlerimiz, Suriye’de, tüm dünyanın terörist dediği silahlı güçlere destek veren bir duruma gelmiştir. Saltanata son veren silahlı kuvvetlerin donanmasının, bir önceki genelkurmay başkanının savunma bakanı olduğu 29 Ekim 2023 günü Vahdettin Köşkü’nü selamlama durumunda kalması ve bu durum karşısında bir yetkilinin bile istifa etmemiş olması, gelinen hazin durumun şimdilik son göstergesi olmuştur.

Hukuksuzluk 2008’de AKP’nin, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu kabul eden Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), verilecek ceza konusunda oylar eşit çıkınca, televizyon seyretmeyi günah saydığı söylenen AYM başkanının tercihi doğrultusunda para cezasına çarptırılmasıyla devam etmiştir. “Yetmez ama” diyen liberallerin desteği ile 12 Eylül 2010 halkoylamasında Anayasa değişikliğinin kabul edilip AKP’nin üst yargı organlarında kadrolaşmasının yolu açılmıştır. Bu dönüşümün acı sonuçlarının bir bölümü şöyledir:

  • AYM, laiklik konusunda 2010’dan önce verdiği kararları yok sayarak, 4+4+4 yasasında olduğu gibi laiklik karşıtı yasa maddelerini iptal etmemeye başlamıştır.
  • Danıştay da, 2010 öncesi verdiği kararları unutup, AKP’nin laiklik karşıtı icraatlarını iptal etmeyen bir yapıya dönüşmüştür.
  • 28 Şubat davasında, yasal açıdan hiçbir suçu olmayan bazı generaller müebbet hapse mahkum edilmiştir.
  • 15 Temmuz 2016 darbe girişimin ardından, 100 bin dolayında öğretmen, akademisyen, polis subay, hakim, ... her hangi bir yargı kararı olmadan meslekten atılmışlardır.
  • Yasal olarak hiçbir suç işlememiş Osman Kavala ve arkadaşları da ‘Gezi davasında’ müebbet hapse mahkum edilmiştir.
  • Yüksek Seçim Kurulu (YSK), 2019 seçimlerinde bir zarfa atılan üç oydan, AKP’nin sonucunu beğenmediği İstanbul Belediye başkanlığı seçimiyle ilgili olan oyu iptal edip bu konuda seçimin yenilenmesine karar verebilmiştir. YSK, Anayasa’da açıkça cumhurbaşkanının iki kez aday olabileceği belirtilmiş olsa da, R. T. Erdoğan’ın 3. kez aday olmasına izin verebilmiştir.
  • Yargıtay, mahkemeler ve polis, AYM kararlarına aldırmamaya başlamıştır. AYM kararına karşı demokratik ve yasal haklarını kullanan Cumartesi Annelerinin gözaltına alınmasına devam edilmektedir. Milletvekili seçilen Gezi davası mağduru Can Atalay’ın milletvekili görevine başlaması, 5 aydır engellenmektedir. Tutukluluk süresi dolan Gültan Kışanak, tahliye edilmemektedir.
  • Verdiği karar beğenilmeyince, mahkeme heyeti anında değiştirilmektedir.
  • Cumhurbaşkanı, TBMM’nin kabul edip imzaladığı toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı vermiştir. TBMM, ne yazık ki temsil ettiği halkın iradesine sahip çıkıp, “Bizim verdiğimiz kararı ancak TBMM bozar” diyemediği gibi, Danıştay da, halk egemenliğine aykırı olan bu uygulamayı iptal etmemiştir.

[email protected]

Not 1: Eğitim ve kültür alanındaki ilk ve sonraki ödünler haftaya.

Not 2: Filistinlilere vahşet yaşatan İsrail’i ve destekçilerini, daha şiddetle lanetlemeye devam ediyorum.

  • 1. Muzaffer İ. Erdost (2003). Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları. Ankara: Onur Yayınları, s. 250-251.
  • 2. Yassıada Mahkemesi’nin Anayasa’yı ihlal eden bazı DP’li siyaset adamını idama mahkum etmesi tabii ki yanlış bir karardır; ancak bu karar gericilere/piyasacılara verilen bir ödün niteliğinde değildir.
  • 3. https://www.setav.org/bizim-cocuklar-basardinin-belgeleri/,%20eri%C5%9F….