Faşizmin ayak sesleri filan değil, ta kendisi! (Serpil Güvenç)

12 Eylül referandumunun siyasal iktidarın isteği doğrultusunda yani “evet”le sonuçlanmasının getireceği bir çok olumsuzluk sosyalist kesimlerce öngörülmüştü. Sermayenin karına kar katacak, emekçi halkın ise zaten ufalmış olan ekmeğini daha da küçültecek yasalar birbiri ardına Meclise sunulmaya başladı bile. CHP, sosyal demokrat özelliği nedeniyle, sermaye sınıflarını ürkütmemeye çalışmakta ve onların çıkarlarına dokunmaksızın emekçilere hoş görünmeye çabalamakta, bu nedenle muhalefeti çok yetersiz kalmaktadır. Bunun anlamı, AKP iktidarının ciddi bir engelle karşılaşmaksızın istediği gibi at koşturmasıdır.

İktidarın bu hızlı ve engelsiz koşusuna karşı koymaya çalışan emekçiler, öğrenciler, öğretmenler, sendikalar, yine iktidarın polis güçlerince insafsızca ve en ağır biçimde cezalandırılmaktadır. Bu durumun en son örneği, İstanbul’da bir kaç gün önce yaşanan olaylardır. Bazı polis memurlarının gençlere uyguladığı vahşetin TV programlarında tartışılması sırasında, konu cinsiyet, gençlik, devlet gücünün abartılı kullanımı açılarından ele alınmaktadır. Ne var ki, Anayasa’nın 34. maddesindeki haklarını kullanmak isteyen yani önceden haber vermeksizin “silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri” yapmak isteyen gençlerin “ideolojik” nedenlerle bu gösteriyi yaptıklarına ilişkin hükümetin en yetkili ağızlarından yapılan açıklamalar küçümsenmekte ya da gözardı edilmektedir. Aslında, bu açıklama ve bu açıklamadaki “ideoloji” sözcüğü, gençlerin yediği o korkunç dayak ve biber gazından kat kat tehlikelidir.

12 Mart askeri Cuntası Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı işlemedikleri bir suçtan dolayı idam etmiştir. Kararı veren Ankara Sıkıyönetim 1. Nolu askeri mahkemesi hakimi Ali Elverdi, daha sonra yaptığı açıklamalarda Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in kurulu düzeni kökünden yıkacaklarını, yerine “Marksist-Leninist bir düzen” getireceklerini ve ülkeyi parçalayacaklarını, Türkiye’yi parçalanmış bir halde Rusya’nın peyki haline getireceklerini açıklamış, “Bunların emeli bu gayesi bu” demişti. Yine idam kararları TBMM’de görüşülmekte iken, sağ partiler adına konuşan bir çok konuşmacı, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in birer adi suçlu olmaları durumunda affedilebileceklerini ama “Marksist-Leninist” düşünceye sahip olduklarını her koşulda ifade ettikleri için asılmayı hak ettiklerini dile getirmişlerdi. Özetle Denizler, işledikleri suçtan dolayı değil düşüncelerinden dünya görüşlerinden dolayı asıldılar. 12 Mart askeri Cuntası döneminde, yasalar, yurttaşlara eşit olarak değil, düşüncelerine göre uygulanmaktaydı. Anayasayı asıl çiğneyenler, Denizlerin şahsında Marksizmi yani bir dünyaya bakış tarzını, bir düşünme biçimini idam etmeye çalışan faşistlerdi.

İstanbul’da yaşanan olayların asıl önemli yanı budur. “Demokrasi”yi genişlettiğini liberallerimizin her an yinelediği ve desteklerini esirgemediği “sivil” bir siyasal iktidar, askeri cunta dönemlerinin düşünce suçlarına getirdiği Anayasa dışı tutumu yeniden gündeme taşımakta ve uygulamaktadır. Artık insanlar yasalara göre eşitlik ilkesi esas alınarak değil düşünceleri esas alınarak cezalandırılacaktır. Ülkemizde yasalar önünde eşitlik ilkesi hızla tarihe karışmaktadır. Daha açıkça anlatacak olursak, Anayasal hak olan gösteri yapma hakkına karşı polisin tavrı, farklı “ideolojik” görüşlere sahip olan kesimlere karşı farklılık gösterecektir. Yani, gösteri hakkını türbanlı kullanırsa yumuşak davranılacak, “ideoloji”si farklı olan ya da örneğin başı açık olan kullanırsa sert hatta insanlık dışı bir tutum alınabilecektir. Yasaların ya da yetkilerin, yurttaşların düşüncelerine göre farklı uygulanmasının, zamanla mahkemelerde de daha sık görüleceğini düşünmek hiç de zor değildir.

Öyle görünüyor ki, acil görev, tüm sol, sosyalist, demokrat örgüt ve kişilerin Galatasaray vahşeti özelinde, ülkemizde yayılmaya başlayan bu “sivil faşizm” adımlarına karşı tavır almalarıdır.

Serpil Güvenç