Sosyalist Türkiye'de nasıl çalışacağız?

'Sosyalizm mücadelesi kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerini değiştirmeye çağıran bir meydan okumadır.'

Gamze Yücesan Özdemir - Burçak Özoğlu

Bu yazı Dayanışma Meclisi'nin yayını Dayanışma Forumu'nun 7. sayısında yayınlanmıştır.

Emekçiler hayat pahalılığını, yüksek enflasyonu, yoksulluğu, kitleselleşmiş işsizliği,  güvencesizliği, derin gelir adaletsizliğini, artan borçluluğu ve toplumsal hayatın erozyonunu en derinden deneyimliyorlar. Bu ekonomik, siyasal ve toplumsal buhranda ücretli çalışma, yapmak zorunda kalınan ve yapılmazsa yaşanamayacak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Bu haliyle bile çalışma hakkına erişemeyen milyonlar var. 

Son yirmi yılını ekonomik, sosyal ve siyasi anlamıyla kural tanımayan, frensiz ve kontrolsüz bir liberal dönüşümle geçirmiş; tarihi boyunca sermaye iktidarlarının emperyalizme bağımlılığı ile belirlenmiş, ve derin gerici ideolojilerin karanlığına her dönem savunmasız yakalanmış bir ülke olarak Türkiye kapitalizminin bugününde tanık olduğumuz çalışma ilişkileri rejimi bu metnin ilk bölümünü oluşturacaktır.

Türkiye kapitalizminin üretim ilişkileri bağlamında baktığımızda, iş ve işin örgütlenmesi, emek süreçlerinin nesnel ve denetimsel düzenlenmesi, çalışma koşulları, haftalık çalışma saatleri, ücret, işgücü üretkenliği, vasıf, istihdam, işsizlik ve iş güvencesi gibi başlıkları kaplayan bütün bir çalışma evreninin nasıl bir çöküntü ve geleceksizlik barındırdığını bu ilk bölümde ele alacağız.

Oysa “çalışma” insanın kendi potansiyelini geliştirdiği, kendini gerçekleştirdiği ilerici ve dönüştürücü bir faaliyet ve toplum örgütlenmesi olarak düşünülmelidir. Çalışma tüm toplum üyelerinin kendini var etmek istediği bir faaliyet yoluyla, buna uyumlu emek süreçleriyle düzenlenmeli ve bu süreçte ortaya konan emekgücünün, bilginin, birikimin, yeteneğin ve niteliğin karşılığını verecek biçimde, insan onurunu koruyacak bir gelirle güvenceli biçimde yaşamını sürdürmeyi sağlamalıdır. Bunun için de Sosyalist Türkiye’de çalışma üzerine düşünmek gerekir. 

Bu metnin ikinci bölümünde de bugünün karanlığına ışık tutacak, gelecek için tek gerçekçi ve devrimci alternatifi işaret edecek biçimde bir Sosyalist Cumhuriyet olarak geleceğin Türkiye’sinde çalışmanın nasıl kurgulanabileceğini tartışacağız. 

Bugünün Türkiyesi’nde çalışma

Türkiye kapitalizminin bugününü yansıtan çarpıcı altbaşlıklara girmeden önce, mevcut çalışma rejiminin temel bileşenlerini kısaca tanımlamakta fayda var. Türkiye’de çalışma rejimi, 1990’ların sonlarında başlamış olmakla birlikte, hazırlıklarını 2000’li yılların başlarında tamamlamış ve takvimsel olarak da AKP iktidarıyla uygulamasına geçilmiş köklü bir liberal dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşümde temel motivasyon, işgücü piyasalarının, istihdamın, sosyal güvence ve diğer sosyal politikaların sermaye sınıfı lehine “serbestleştirilmesi” ve “esnetilmesi” olmuştur. Bu ana motivasyon doğrultusunda, iş yasasında, kamu personel rejiminde, sosyal güvenlik, sağlık sigortası, emeklilik sistemi, toplu pazarlık ve örgütlenme alanlarda, endüstri ilişkilerinde, kamu ve özel sektörde ücret politikalarında, sanayi ve piyasa odaklı eğitim sisteminde, rekabetçilik vurgusu ile vasıfların ve performansın denetlenmesi gibi birçok alanda kökten değişikliklere ve saldırgan uygulamalara gidilmiştir. Bunların tümüne detayıyla bu yazının sınırları içerisinde yer vermek olanaklı değil. Bu yüzden biz ülkede çalışma rejiminde yaşanan son yirmi küsür yıllık bu saldırgan liberal dönüşümün ağır sonuçlarından bir kısmının altını çizmekle yetineceğiz.

Türkiye’de çalışma rejimi açısından en çarpıcı gerçekliklerden biri, çalışma yaşamına katılımın düşüklüğüdür. TÜİK verilerine göre 2022 Kasım ayı itibariyle Türkiye’de işgücüne katılım oranı yüzde 54,1’dir. Her iki kişiden biri çalışma yaşamına katılmamaktadır. Çalışma yaşamına katılanları ise büyük bir işsizlik beklemektedir. İstihdamda yer bulabilenler çok düşük ücretlerle çalışmaktadır. Özellikle asgari ücretliler, ekonomik büyümeden pay almamış, aksine reel asgari ücret artışı reel milli gelir artışının oldukça gerisinde kalmıştır. 2022 verilerine göre Türkiye’de çalışanların neredeyse yarısı asgari ücret ve civarında ücretlerle çalışmaktadır.

Yoksulluk ve çalışan yoksulluğu da giderek artmaktadır. Resmi rakamlara göre 2021’de Türkiye’deki her 5 kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor Borçlanma bu dönemde en ciddi sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Toplumun büyük çoğunluğu ihtiyaçlarını giderebilmek için şiddetli bir borçlanma içindedir.

Çalışmayı değiştiren ve dönüştüren temel eğilimlerden biri de teknolojidir. Dijital dönüşüm, robotlar, yapay zeka ve genel olarak otomasyon teknolojilerinin üretim sürecinde kullanılması çalışma yaşamında önemli etkilere sahiptir. İlki, bir işletmede otomasyona gidilmesiyle birlikte emekgücü yerine elektronik makineler ve robotlar ikame edilmekte, dolayısıyla işçi sayısı azalmaktadır. Bu süreç teknolojik işsizlik olarak da tanımlanıyor.

Dijital dönüşümün bir başka etkisi, meslekler ve beceriler üzerinedir. Teknoloji mesleklerin ve becerilerin değişmesinde her zaman önemli bir faktör olmuştur. Günümüzde otomasyon, özellikle de yapay zeka ve robot teknolojisinin emek tasarrufu amacıyla daha yüksek bir oranda üretim süreçlerine dahil edilmesi ile düşük ve orta beceri gerektiren rutin işlerin ortadan kalkacağı söylenebilir. 

Teknolojinin etkisini platform kapitalizmi ya da gig ekonomi olarak gözlemlemek de mümkündür. Platform kapitalizmi belirli bir alandaki işgücü ya da hizmet arz ve talebini bir araya getiren yeni mecralar olarak tanımlanmaktadır. Dijital platformları kullanarak kargoculuk, taksicilik vb. hizmetler sağlayan ve bu hizmetlerden yararlanan kişilerin sayısı hızla artmaktadır. Şirket kurdurularak “kendi hesabına çalışan” olmaya zorlanan platform işçileri böylece İş Kanunu’nun kapsamı dışına çıkarılmaktadır. 

Teknolojinin mümkün kıldığı uzaktan çalışmada ise, işverenin talepleriyle uyumlu olarak, iş zamanı ve çalışma zamanı arasındaki ayrım belirsizleşmekte, sabah erkenden ya da gece geç saatlerde, hala “işyerinde” olmaktan kaynaklı uzun süreli ve karşılıksız çalışma pratikleri ortaya çıkmaktadır.

Emek süreçlerindeki temel eğilim olarak çalışma süreleri çok uzundur. Türkiye’de çalışan her 10 kişiden 4‘ü haftalık 45 saatin üzerinde çalıştırılmaktadır. Uzun çalışma saatleri hem maddi hem de manevi çöküştür. 

Emek süreçlerinde denetim mekanizmaları derinleşmiştir. Salgın sürecinde ortaya çıkan ve derinleşen emek denetim mekanizmaları olarak şunları sıralayabiliriz: İzole üretim üsleri; elektronik pranga uygulaması; evde denetim; performansa dayalı denetim.

İş kazaları da emek süreçlerinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Türkiye hem iş kazası hem de ölümlü iş kazasında Avrupa’da ilk sıradadır. Türkiye’de her gün en az 4 işçi iş cinayetleri sonucunda hayatını kaybetmektedir. 

Ülkede sektörel anlamda istihdam dağılımında hizmetler sektörünün ağırlıklı üstünlüğü söz konusudur. Ücretli çalışan istatistiklerine göre ticaret ve hizmetler sektörünün toplam çalışanlara oranı yüzde 55’in üzerindedir. Ulaştırma, depolama, her tür ticaret, eğlence konaklama, yiyecek, bilgi iletişim gibi bugün en derin emek sermaye çelişkisi ve çatışmalarının yaşandığı sektör burasıdır. Hizmetler sektörünün belirginleşmiş özellikleri, küçük ölçek, kayıtdışı yaygınlığı, geçici ve/veya esnek istihdam uygulamalarının yaygınlığı ve örgütsüzlüktür.

Sosyalist Türkiye’de çalışma

Bu karanlık tablo karşısında, ülkedeki çalışma rejimine yönelik işçi sınıfı ve örgütleri sözünü ve sesini yükseltmelidir. Karşımızdaki saldırgan, kuralsız ve gerici sermaye iktidarı karşısında, yükseltilecek bu sesin, dayanışmacı, örgütlenmeye çağıran, militan ve mutlak devrimci bir hatta sahip olması gerekliliği açıktır. Bu noktada örgütlenmesi gereken mücadelenin tümden bir altüst oluşu hedeflemesi ve sermaye düzeninin bütünsel alternatifi olarak “emeğin düzenini”, sosyalizmi hedeflemesi gerekecektir.

İşaret ettiğimiz devrimci altüst oluş, ülkemiz açısından sadece bir seçeneği değil zorunluluğu da işaret etmektedir. Dolayısıyla, “Sosyalist Türkiye’de nasıl çalışacağız?” sorusu üzerine düşünmenin tam zamanıdır.

Bu noktada, reel sosyalist deneyimlerin ışığında bugüne ve yarına kalanlar üzerine düşünmek ufuk açıcı olacaktır. Sosyalist ülkelerde çalışmanın örgütlenmesine dair kazanımlarla, derslerle ve birikimlerle dolu devasa bir çözümleme alanı bulunuyor. Sosyalist ülke deneyimlerinde çalışmanın sosyalist bir niteliğe kavuşup kavuşmadığı sorusuna pek çok farklı yaklaşım pek çok farklı cevap üretir. Süreç farklı teorik ve politik pozisyonlardan tartışılır. Tartışmalar çoğunlukla üretimin teknik örgütlenmesine ve teknik işbölümüne odaklanır: Çalışma saatleri azaldı mı? Teknoloji emekten yana örgütlenebildi mi? Üretimin bilgisi işçilere aktarıldı mı? Denetim yapıları dönüştürüldü mü? Üretim noktası özgürleştirici bir doğaya kavuşabildi mi? Yukarıdaki sorular hızla sorulduktan sonra ana akım “eleştirellik” aynı hızla, "Sosyalizm deneyimleri çalışmayı kapitalist karakterinden arındıramamıştır" sonucuna ulaşır. Buna karşın çalışmanın, teknik boyutlarının dışında, toplumsal işbölümü içindeki yeri ve içine gömülü olduğu iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılar gölgede kalır. 

Sosyalist deneyimler kapitalizmin egemen olduğu eşitsiz bir dünya sisteminin yanı başında mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerini değiştiren bir meydan okumadır. Sosyalist deneyimlerde çalışmanın örgütlenmesini, milyonlarca emekçi için bugün "imkansız hayaller" olarak görülen ömür boyu istihdam, emeklilik, bedelsiz sağlık, eğitim ve barınma sağlayan, işsizliğin olmadığı bir düzen içinde değerlendirmeliyiz.

Bu bağlamda tarihsel deneyimden bugüne taşıyıp gelecek kurgumuzun başına yazacağımız temel nokta şu olmalıdır: Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmiş bir Sosyalist Türkiye’de anayasal düzlemde olacak biçimde: “çalışma” her yurttaş için mutlak eşitlik temelinde bir hak olarak tanımlanmalı, insanın insanı sömürmesine olanak sağlayan her tür emek süreci ve iş örgütlenmesi engellenmeli, işsizlik ortadan kaldırılmalıdır. 

Sosyalist Türkiye’de nasıl çalışacağımızı, sosyalist deneyimlerin bıraktıkları kazanımlarla, derslerle ve bugüne devrettiği gelecek ufkuyla birlikte düşünmeliyiz. Sosyalizmde çalışma, “vasıf”, “çalışanın iş üzerindeki denetimi” ve “kendini ve toplumu yeniden üretmede özgürleştirici potansiyelleriyle” olduğu kadar; “işçi sınıfı iktidarının koşullarının sağlanması”, “üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması”, “kamulaştırma süreçlerinin gerçekleştirilmesi”, “merkezi planlamanın yapılması” gibi gelişmelerle birlikte ele alınmalıdır. Sosyalizmde çalışma, emekçi bir toplum yaratma çabasından, eğitimin, sağlığın, konutun ve diğer temel toplumsal gereksinimlerin bir hak olarak ortaklaşa düzenlenmesinden ayrı düşünülemez.

Tüm bunların, planlanması ve gerçekleştirilmesi mümkün olduğunu biliyoruz. Örneğin Sovyetler Birliği deneyiminden biliyoruz ki, bir anayasal hak olan çalışma hakkı ayrıca çalışma rejimi kapsamındaki birden fazla yasal düzenleme ile de güvenceye alınır. Yine aynı örnekten devam edersek, sosyalist bir çalışma rejiminde işletme yönetimlerinin kendi kararlarıyla işten çıkarma yapmaları söz konusu değildir. İş sözleşmeleri ancak o işyerinde örgütlü sendikanın onayı alınarak ya da işçinin kendi talebi ve iradesi üzerine sonlandırılabilir.  İşgücü planlaması tüm ülkenin ana planları ile doğrudan ilintilidir ve aynı zamanda eğitim, sağlık, konut, ulaşım kentleşme ve hatta kültür sanat gibi başlıklarla bir arada planlanır. İş sözleşmelerine, “herkesten yeteneğine göre, herkese çalışması kadar” ilkesi yansıtılmıştır. “Performans” yerine, ülkenin en geniş toplumsal çıkarlarını işaret eden “emek üretkenliği” kavramı; “piyasacı rekabet” yerine “sosyalist yarışma” ve “yaratıcı rekabet” kavramları kullanılır.

Çalışma toplumsal faydayı çoğaltan; toplumsal yaşamın kolektif yeniden üretimini amaçlayan ve yurttaşların sosyal hakkı olan politikalar üzerine kurulmalıdır. Çalışmayı insanın kendi potansiyelini geliştirdiği, kendini gerçekleştirdiği bir faaliyet ve toplum örgütlenmesi olarak düşünmek gerekir. 

Bir hak olarak çalışma, tüm toplum üyelerinin kendini var etmek istediği bir faaliyet yoluyla ve insan onurunu koruyacak bir gelir ile güvenceli biçimde yaşamını sürdürmesinin sağlanmasıdır. Piyasa şiddeti altında güvencesizlik, geleceksizlik, düşük ücretler, zor çalışma koşulları ve işsizlik ile gasp edilen çalışma hakkının kamusal olarak düzenlenmesi ve güvence altına alınması savunulmalıdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, çalışma hakkı, ayrımsız bütün yurttaşlar için sağlanmalıdır. 

Çalışma iktisadi ve siyasal yapının nasıl örgütleneceğiyle ilgilidir. Bu sürecin temeli, üretim araçlarının özel mülkiyetinden arınma ve üretimin örgütlenmesinde toplumsal çıkarların belirleyici kılınmasıdır. Bu da iktisadi ve siyasal alanda şu sorular üzerinde birlikte düşünmeyi gerektiriyor: Ülkenin insanları ne üretecek, kim için üretecek, ne kadar üretecek, ne zaman üretecek, nerede üretecek ve nasıl üretecek? Üretim kararının ve eşgüdümünün piyasa denilen bir kurgu tarafından değil bu faaliyetlerden yararlanan insanlar tarafından yapıldığı bir sistemde çalışma toplumun yaratıcılığıyla ve artan dayanışma duygusuyla yeniden biçimlenecektir. 

Çalışma süreleri önemlidir. Üretim araçlarının gelişmişliği ve üretkenlikte ulaşılan düzey, 21. yüzyılda çalışmaya dair yeni ufuklar açmaktadır. Günümüzdeki nüfus ve teknolojik düzey düşünüldüğünde, çalışmanın yaşamsal zorunluluğu toplumsal bir örgütlenme yoluyla insan hayatını engellemeyecek kadar azaltılabilir. 

Çalışmayla ilgili önemli bir başlık teknolojidir. Sosyalist çalışmada teknolojinin doğasının kapitalizmde sahip olduğu doğadan tümüyle farklı olması mücadelesi oldukça önemlidir. Bu nedenle teknolojinin kapitalizmde artı değer üretiminde edindiği rolün tersine, çalışma saatlerini kısaltıcı, zorlu işleri kolaylaştırıcı ve çalışmayı hafifletici doğası öne çıkarılmalıdır. Aynı şekilde üretimin toplumsal organizasyonunda da teknolojinin kolektifleştirici ve birleştirici yönü üzerine odaklanmalıyız. Dolayısıyla, teknolojinin insanı en az yıpratan ve en çok özgürleştiren içeriğinin geliştirilmesinden söz etmeliyiz. 

Çalışmada belirleyici olan ideolojik yapının özellikleridir. Çalışmanın geçim derdi nedeniyle emek gücünü satmak olmadığı; insanların üretirken yalnızca ilgili malı değil toplumsallığı ürettiği bir düzende, alın teri dökmek de farklı bir içerik edinir. Bazılarının değil de herkesin çalıştığı bir toplumda çalışma külfet değil kendini gerçekleştirmenin en etkin yolu olacaktır. Sosyalist çalışmada, kapitalist çalışmanın yabancılaştırıcılığına karşı çalışmanın “insanlaştırıcılığı" ve “özgürleştiriciliği” savunulmalıdır.

Çalışma özgürlükle birlikte düşünülmelidir. İnsanın zamanda ve mekanda özgürlüğü tartışmasıdır. Zamanda ve mekanda özgürlük, bireyci ve hedonist anlamların ötesinde toplumcu ve kolektif doğasıyla tartışmalıyız. İnsanın zamanda ve mekandaki özgürlük arayışını, tarihle ve güncel değerlerle kurduğu bağı güçlendirmek gerekiyor. 

Sosyalizm mücadelesi kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerini değiştirmeye çağıran bir meydan okumadır. Bu meydan okuma sürdüğüne göre "Sosyalist Türkiye’de nasıl çalışacağız?" sorusu da sürmektedir.

Kaynaklar

  • DİSK/Genel-İş (2022) Genel-İş Yıllığı ‘18–’19–’20, Ankara
  • Küçük Y. (1991) Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü, Tekin Yayınevi.
  • Küba Cumhuriyeti Anayasası, 10 Nisan 2019. https://www.kubadostluk.org/wp-content/uploads/2020/08/Kuba-Anayasa.pdf
  • Küçük, Y. (2010) Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü, Mızrak Yayınları.
  • Özoğlu, B. (2002) “Sosyalist emek sürecini nerede aramalı?” Praksis, 8, 168-188.
  • Planning of Manpower in the Soviet Union (1975),  Dubrovsky önsözü ile kolektif broşür, progress Publishers, Moskova.
  • Yücesan-Özdemir, G. (2017) “21. Yüzyıl Sosyalizminde Emek Süreçleri”, Monthly Review Türkiye, Kasım, 57--68.