Kemal Okuyan: Muhafazakarları ürkütmeyelim diye diye kendileri muhafazakarlaştılar!

AKP iktidarının sonrasıyla ilgili tartışmalara şimdi de 'muhafazakarların kazanımlarının korunması' başlığı eklendi. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a bu gündemi nasıl değerlendirdiğini sorduk.

Haber Merkezi

Bir süredir Türkiye'de "muhafazakarların kazanımları" konulu açıklamalar yapılıyor. Daha sessiz dillendirilen tartışmayı DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın alevlendirdiği söylenebilir. Babacan 30 Ağustos kutlamaları sırasında ve devamındaki hafta şu açıklamaları yaptı:

"Ülkemizi rövanştan beslenen azgın bir azınlığa bırakmamakta kararlıyız." 
"Milli günlerimiz üzerinden bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz."
"Bu kesim (muhafazakarlar) kazanımlarını kaybetme endişesi içine giriyor.”

Bu sözlerden sonra Babacan'ın kimleri, neyi kastettiği soruldu, hatta böyle bir tartışma başlatmış olması yadırgandı. Ancak daha sonraki günlerde verilen mesajlar dikkat çekti.

Geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu muhafazakâr vatandaşların yeni iktidar döneminden endişe duymaları yönünde algı oluşturulduğunu ifade ederek; “Bu konuda kimsenin endişesi olmasın. Onların haklarının güvencesi de biziz” dedi.

Yine birkaç gün önce Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu bir araya geldi ve toplantının ana gündem maddesinin "muhafazakarların korkularını giderecek bir söylem geliştirmek" olduğu basına yansıdı.

Temel Karamollaoğlu son açıklamada “İktidar değişirse, muhafazakârların kazanımlarını kaybedeceğine inanmıyorum, ihtimal de vermiyorum” ifadelerini kullandı.

Farklı gazeteciler de çok sayıda yorum yaptı konuyla ilgili. İktidar cephesinden gelen bazı mesajlarda böyle bir "korkunun" yayılmak istendiği de görülüyor.

Bu tartışmaya TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'ın nasıl baktığını sorduk.

Sizin burada kastedilen "kazanımlar"ın ne olduğuna dair bir tahmininiz var mı ve neden açıkça söylenmiyor? Bunlar eğer insan hak ve özgürlüklerine dair bir kazanımsa herkes için geçerlidir, yok muhafazakarlara özel bir kazanımdan söz ediliyorsa burada bir gariplik yok mu?

Her şey Türkiye’nin muhafazakar bir ülke olduğunun kabul ettirilmesiyle başladı. Muhafazakarlık tarihsel bir çerçeve içinde kullanılabilecek göreli bir kavram. “Halkımız muhafazakardır” dediğiniz zaman aslında bir şey demiş olmuyorsunuz. Bu ifadeyi bütün ülkelere taşıyabilirsiniz. Almanlar, İngilizler, Danimarkalılar, aklınıza gelen her ulusun muhafazakar olduğu söylenebilir. Daha ilginç bir şey, örneğin Sovyet halkı da 1960’lar, 70’lerde birçok açıdan muhafazakar bir karakter taşıyordu, nereden baktığınıza bağlı. Muhafazakarlık, tutuculuk, var olanı korumaya, sürdürmeye çalışmak, değişime direnmek olarak görülecekse burada neyin kastedildiğinin iyi anlatılması gerek. Eğer anlatılmak istenen ilerlemeye, bilime, çağdaşlığa dönük kuşkular, hatta düşmanlıksa, bu söylensin. Desinler ki, Türkiye’de bu kategoriye girenlerin kazanımlarını koruyacağız! Biz de diyeceğiz ki, insanlık böyle kazanımları son tahlilde dinlemez, yıkar geçer!

Yok, kastedilen daha netleşmiş kategoriler olarak milliyetçi ve dinci siyasal-ideolojik yığınaksa, bunu da söylesinler. Evet Türkiye’de bu anlamda muhafazakar bir toplumsal birikim var, buna kendileri kabul etmese de liberalizmi eklediğimizde “sağ”ın ana gövdesi oluşuyor. Bu kesimler 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana çok büyük kazanımlar elde etti. Bu kazanımlar siyaset eliyle elde edilmiş kazanımlardır ve bunun karşısında eşitlikçi-özgürlükçü, devrimci, aydınlanmacı, yurtsever birikim dişe diş bir mücadele vermek zorundadır. Burada siyasi ve toplumsal mücadeleler belirleyici olacaktır. “Efendim halkımız muhafazakardır, onlar çok şey elde etti, bunlar korunmalıdır” diyenler kendi siyasal hedefleri açısından olaya bakıyorlar. Burada özgürlüklerle ilgili bir şey yok. Irkçılık ve dincilikle özgürlükler yan yana gelemez.

Son olarak kimileri konuyu kültürel alana sıkıştırmaya çalışıyor ve Türkiye’de insanların geleneklerine çok bağlı olduğunu, değişime kuşkuyla baktığını filan iddia ediyor. Bu ülke tarihin en hızlı kentleşme süreçlerinden birini yaşadı. Ülkenin milli içkisi rakıyı nasıl içeceğine hâlâ karar verememiş bir toplumdan söz ediyoruz. Alkolden çıkalım kahveyi geçen yüzyılın başında bir çırpıda satıp bir anda çaya sarılan, şimdilerde ise yine kahveci kesilmeye başlayan, en muhafazakar geçinenlerin günde on kez selfie çekmediğinde arıza çıkardığı bir ülke burası.

Açıkçası sürekli “burası çok muhafazakar bir ülkedir” denerek solun önü kapatılmak istenen bir ülke burası. Türkiye’nin özel olarak muhafazakar olduğu iddiası da, siyasal İslamın çok güçlü olduğu düşüncesi de son derece tartışmalı. Bu ön kabuller sola da sızdığı için sol kişiliksizleşti.

Peki bunu sadece bir seçim hazırlığı olarak görüp geçemez miyiz? Sonuçta AKP tabanından oy da alınması gerekiyor...

Hayır. Sermaye sınıfımız ve emperyalistler Türkiye’ye giydirilen bu dinci elbiseden çok memnun. “Türkiye budur” deyip işin içinden çıkıyorlar. Ülkemizde bu anlamda muhafazakarlık, dayatılmış, devletleştirilmiş bir muhafazakarlıktır. Bugünkü düzenin korunmasına hizmet etmektedir. İnanan insanların varlığı ya da çoğunluğu oluşturmasının doğal sonucunun dinci bir siyasal ve kamusal yapı olduğunu kabul etmemizi istiyorlar. Ne ilgisi var? Türkiye’de laikliğin ayaklar altına alınmasından nüfusun büyük bölümü rahatsız. Kaldı ki, laiklik gibi ilkeler bizim açımızdan azınlık-çoğunluk muhasebesine konu olamaz. Tekrar ediyorum Türkiye’de patronlar AKP döneminin ikliminin sürmesini istiyor. CHP yönetimi de laik duyarlılığı olan kesimleri bu iklime alıştırma görevini büyük bir gayretle yerine getiriyor. Olay budur. Muhafazakarları ürkütmeyelim diye diye kendileri muhafazakarlaştılar!

Türkiye yakın zamanda bir seçim sürecine girecek gibi görünüyor. Önümüzdeki dönem, 20 yılı geride bırakan AKP iktidarının muhasebesinin daha fazla yapılacağını tahmin edebiliriz. Siz böyle bir hesabı hangi başlıkla açardınız ve devamla bugün AKP'ye alternatif olarak şekillenen iktidar odağının böyle bir hesap açma niyeti olduğunu düşünüyor musunuz?

Her zaman başa yazacağımız AKP’nin işçi sınıfı düşmanlığı ve sermayeye, patronlara olan hizmetidir. AKP fanatik bir sermaye partisidir; bu ülkede her şeyi sermayenin talanına açmış emekçi halkı bu talan karşısında savunmasız bırakan düzenlemeleri hayata geçirmiştir.

Sonra kuşkusuz dincilik gelir. AKP zaten zayıflamış olan, içi boşaltılan laikliği ortadan kaldırmıştır.

AKP iktidarının dünya emperyalist sistemi içinde oynadığı, oynamak istediği rol de, bütün boyutlarıyla önemli bir diğer başlıktır. AKP hem işbirlikçi, Amerikancı hem de yayılmacı, yeni-Osmanlıcı bir siyasi özne olarak bu coğrafyada büyük bir tahribat yapmıştır.

AKP’ye alternatif olduğunu iddia eden düzen muhalefetinin bu üç başlıkta temelde hiçbir farkı yoktur. “Tek adam yönetimine karşı olmak” söylem itibarıyla bu aynılığı perdelemek ve halkı aldatmak için geliştirilmiş bir yöntemdir. Şimdi bu yöntemin uzantısı olarak muhafazakarlara “korkmayın” diyorlar. Aslında dedikleri “patronlar korkmayın, emperyalistler korkmayın, dinciler korkmayın”!

İktidar ve muhalefet bloğunun dışında kalan sol bir siyasi odağın önümüzdeki sürece dair temel tutumunun ne olması gerekiyor, az önceki tartışmaları da göz önünde bulundurarak yanıt verebilir misiniz?

Gerçek solun görevi Türkiye’nin sermayenin borusunun öttüğü, dinci, ırkçı, doğanın-sanatın-bilimin ayaklar altına alındığı, toplumsal adaletin olmadığı bir ülke olmaya mahkum olmadığını göstermektir. Türkiye’de şu anda bile eşitlikçi bir düzene ihtiyaç olduğunu düşünenler ayağa kalkıp, örgütlü bir biçimde güçlerini birleştirse, bütün dengeler değişir. "Zamanı değil, önce Erdoğan gitsin, bu ülke muhafazakar" diye diye bu hale geldik. Buna boyun eğmemeliyiz. Türkiye’ye bir üçüncü cephe gerekiyor. Bu düzenin değişmesini isteyenlerin cephesi! Milliyetçilik ve dincilikten uzak duranların cephesi. Devrimcilerin, yurtseverlerin, aydınlanmacıların, cumhuriyetçilerin cephesi!