Halkın istemediği bir savaş uzun sürmez

Kemal Okuyan'la İdlib saldırısı sonrası durumu konuştuk.

Erdoğan’ın Putin’le önümüzdeki hafta Moskova’da görüşeceği açıklandı ama Suriye’den yoğun çatışma haberleri geliyor. En son TSK’ya ait bir insansız hava aracı ve iki Suriye savaş uçağı düşürüldü. Gerilimin kontrolden çıkma olasılığı var mı?

Gelişmelerin şu anda bile kontrol altında olduğunu söylemek herhalde mümkün değil. Ancak sorunuz eğer Suriye ile Türkiye arasında geniş kapsamlı bir savaş ya da Türkiye ile Rusya arasında doğrudan bir çatışmayla ilgiliyse, eldeki verileri yan yana getirmek ve savaş olasılığına karşı mücadele etmek dışında bir seçeneğimiz bulunmuyor. Şu an için Erdoğan ve ekibinin gerilimi tırmandırma eğiliminde olduğu ve her şeyi göze aldığı izlenimi ortaya çıkıyor. Bu tablo her an değişebilir ama unutmayalım ki, çok aktörlü sorunlarda her şey masa başında planlandığı gibi gitmeyebilir. Sonuçta her hamle, diğer aktörlerin adımlarına dair bir öngörünün ürünüdür. Siyasi iktidar Rusya’nın geri adım atacağını hesaplıyor olabilir. Ancak sahada öyle bir hamle yaparsınız ki, bu öngörünüze temel olan her şeyi yıkar geçer. Suriye’de tarafların neyi ne kadar sineye çekeceği mutlak olarak bilinemez.

Peki neden? Erdoğan uluslararası meşruiyeti oldukça zayıf ve büyük riskler barındıran bir politikayı neden bu kadar ısrarla sürdürüyor?

Bunu tek bir nedene bağlayamayız. Bir kere iç politika hesapları var. Toplumsal desteği iyice daraldı siyasi iktidarın. Ayrıca artık derinleşen bir iç çatlak da var iktidar cephesinde. Bunları bir dış gündem ile aşma çabası mutlaka hesaba katılmalı. Ayrıca iktidarın ömrünü uzatabilmek için batılı emperyalist ülkeler ile sorunlarını çözmesi gerekiyor. Suriye başlığı bu açıdan bir fırsat olarak görülüyor. Nitekim iktidarın içindeki Amerikancı damar yeniden görünür hale geldi. Bunlara AKP’nin İhvancı, Müslüman Kardeşlerci, Yeni Osmanlıcı perspektifini eklemek gerek.

SERMAYE NATO’YA GERİ DÖNMEK İSTİYOR AMA SAVAŞI İSTEMİYOR

Sermaye sınıfı, patronlar bu savaşçı politikanın neresinde duruyor, destekliyorlar mı? Bir başka ifadeyle Türkiye sermayesinin yayılmacı yönelimleriyle son gerilim arasında nasıl bir ilişki var?

Türkiye burjuvazisine herhangi bir olumluluk yakıştırmam, asla. Bu olup bitenlerde, son tahlilde, patron sınıfımızın açgözlülüğü belirleyici oldu. Ancak sermaye sınıfının sadece küçük bir bölümünün İdlib’deki savaşın arkasında durduğunu söylemeliyiz. Zaten sivil-asker bürokraside ve AKP içinde İdlib konusunda farklı sesler çıkmasının kaynağında bu tablo var. Türkiye çapında bir ülke, sermaye sınıfının istekli olmadığı bir savaşa girmez ama ülke bu olasılığa doğru sürükleniyor.

Neden istekli değil?

Sermaye içinde etkili bir kesim, Rusya ile köprüleri tamamen atmaksızın NATO’nun uyumlu bir üyesi olma pozisyonuna geri dönüşü istiyor. Bunun Rusya ile hiç gerilim yaşamadan gerçekleşmeyeceğini biliyorlar elbette, hatta bu gerilimin iyi olacağını da düşünüyorlar ama bir savaşı istemiyorlar. Şu anda Rusya ile doğrudan bir karşı karşıya geliş ABD ve NATO içinde de baskın, öne çıkan tercih değil. İstedikleri Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşması, onu sıkıştırması, Suriye’de iç savaşın uzaması, çözümsüzlük.

İdlib’de Türk askerlerine dönük saldırı Rusya’nın “ben de geri adım atmayacağım” mesajı olarak algılanabilir mi?

Bu türden mesajlaşmaları zihnimizde dahi meşrulaştırmamalıyız. Ortaya çıkıyor ki, askerler oraya bir saldırı durumunda korumasız kalabilecekleri az-çok bilinerek yollanmış. Buna dair yeteri derecede ikna edici veri var. Yani bile bile lades durumu var. Oraya yapılan saldırı da, sonuçları bilinerek, hesaplanarak hiç acımaksızın, çekinmeksizin, ölçüsüzce yapılmış. Bu saldırı olmadan önce hükümet başka bir ülkenin topraklarında o ülkenin ordusuna verdirdiği kayıpları davul zurnayla bütün dünyaya duyuruyordu. “Şu kadar asker öldürdük, şu kadar zırhlı araç imha ettik” diye. Sonra o ağır haber geldi ve resmi açıklamalarda “kalleşlik” diye tanımlandı. Bunu rasyonel düşünceyle açıklayamazsınız. Savaşın ancak başlangıcında kalleşlik arayabilirsiniz ama savaş tarafların birbirini yok etmeye çalıştıkları bir eylemdir. Bu boyutlandığında, yaşanacakları “şehitler tepesi boş kalmayacak” diye hafifseyecek bir anlayışla karşı karşıyayız ne yazık ki. Televizyon ekranlarında ölenler için gülenler, sırıtanlar… Onlar karar veriyorlar ne zaman yas tutulacak ne zaman kahkaha atılacak! İstedikleri zaman Esad’la tatile çıkacaklar sonra onunla savaşacaklar, ardından Putin’le dost olacaklar, sonra “katil Putin” diyecekler, 80 milyonluk ülkeyi savaşa sürükleyecekler, sonra bir an gelecek barışacaklar, “peki ne oldu şimdi” diye soranı “sen barış istemiyor musun” diye içeri tıkacaklar. Ancak bir gerçek var, koparılan bütün yaygaraya, bütün lümpenliğe rağmen çok geniş bir kesim, hatta AKP destekçileri bile inanmıyor bu politikaya.

RUSYA GERİ ADIM ATAMAZ

Rusya’nın Suriye için bu kadar baskıyı göze almayacağı, geri adım atacağı söyleniyor, böyle bir şey mümkün mü?

Bu süreç eğer kapsamlı bir savaşa evrilmeyecekse yoğun pazarlıklar olacak ve belki Rusya Suriye’nin egemenlik haklarının bir bölümünün hilafına bir çözüme, örneğin bir güvenlik kordonuna ikna olacak. Bununla birlikte Rusya’nın Suriye’den tası tarağı toplayarak çekip gitmesi söz konusu olamaz. Rusya Suriye’de Suriye halkı için değil kendisi için mücadele ediyor. Çıkarlar Suriye ile şimdilik örtüşüyor ama Rusya asli olarak ABD’nin bölgede istediği tasarımı yapmasının uzun vadeli sonuçlarını ve bu sonuçların Rusya’ya olan etkisini fark ettiği için Suriye’deki savaşa müdahale etti. Burada bir geri adımın Rusya’nın küresel çıkar çatışmalarında muazzam bir alan kaybetmesi anlamına geleceği açık. Ayrıca “büyük Rus gururu”nun iç politikada Putin için yaşamsal olduğunu unutmamak gerekiyor. Bütün ekonomik sıkıntılarına karşın Rusya’nın şu anda NATO karşısında böyle bir geri adım atması için hiçbir neden bulunmuyor. Şu andaki gerilime gelince… Rusya’nın Erdoğan’ın “aradan çekil” talebine olumlu yanıt vermesi söz konusu olamaz. Nitekim dün Kremlin Sözcüsü Peskov “teröristlerle mücadeleye devam edeceğiz” dedi.

İNSANLIĞIN YAŞADIĞI TRAJEDİLERLE DALGA GEÇİLMEZ

Geçtiğimiz günlerde Rusya’nın yayın organı Sputnik’te Hatay ile ilgili bir haber çıktı. Sputnik’in Türkiye temsilciliğine dönük saldırıların ve ardından gelen gözaltıların bu haberle ilgili olduğu öğrenildi. Daha önce de Suriye bir adım atarak parlamentoda Ermeni Soykırımı’nı tanıyan bir karar aldı. Bunlar neye işaret ediyor?

Tarih ve yaşanan trajedilerin diplomaside pazarlık unsuruna dönüşmesi ne kadar acıklı. Hatay ile ilgili bir tartışma açmak akılsızlığın dik alası. Bugünkü sınırları hak ya da mantık süzgecinden geçirmeye kalkmak, orman kanunlarının geçerli olmasını istemek anlamına gelir. Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına dahil edilmesinden sonra bir dünya savaşı yaşandı, haritalar değişti, yeni ülkeler kuruldu. Her şeyin üstüne bir bardak su içilmeli demiyorum ama şu andaki koşullarda sınırların değişmemesi ilkesine sarılmak dışında bir seçeneği yok ezilen yığınların. Lozan’ı tartışmaya açmak, sınırları tartışmaya açmak tamamen emperyalizmin çıkarına. Ermenilerin yaşadığı trajedinin Türkiye’ye karşı bir koz haline getirilmesi de aynı şekilde. Her gerilimde Ermeni halkının masaya konması ahlaki bir sorun aynı zamanda. Buna karşılık bizdeki siyasetçiler Fransızlara Cezayiri hatırlatacak, ABD’ye kızılderilileri sonra aralar düzelecek her şey unutulacak! İnsanlığın yaşadığı trajedilerle dalga geçmek oluyor bu.

İktidarın Suriye’deki askeri operasyonları artık gerekçelendirmeye bile ihtiyacı kalmadı. Bir meydan okuma eğilimi içindeler. Bunun bir karşılığı var mı?

ABD ve başka emperyalist ülkeleri örnek alıyorlar. “Ben yaparsam haklıyımdır”. Bunun alıcısı bir kesim var. AKP’ye içeride muhalif dışarıda kuyrukçu bazı tuhaf tipler dahil. Türkiye’nin ne yaparsa yapsın haklı olacağını ya da hak-hukukun önemsiz olduğunu düşünüyorlar. “Şam’a gireriz” söylemi yeniden çıktı piyasaya. Sebep? Şam’a neden girecekler? Bunun yayılmacı ya da Osmanlıcı bir bakış açısının dışında bir açıklaması olabilir mi? Bunu özgürce demeye başlarsanız, herkesin gücü oranında davrandığı bir dünyayı meşrulaştırırsınız. Güçlü emperyalist ülkelerin kendi ülkenize dönük müdahaleleri de meşrulaşır bu kafayla. Bir yazımda da değinmiştim, işgalci zihniyete sahip olanlar işgaller karşısında hep boyun eğmiş, işbirlikçi olmuşlardır. İstedikleri kadar gerçeklere takla attırsınlar Osmanlı Sarayı’nın emperyalist işgal sırasındaki hali buna en iyi örnektir. Ne yaptılar İngilizlerle işbirliğine girip işgale karşı silaha sarılan Kemalistleri durdurmaya çalışmaktan başka? O sırada İngiliz emperyalizminin desteğiyle işgale soyunan Yunan ordusunda komünist askerler “biz bu suça ortak olmayacağız” diye isyan çıkarıyordu. Halkların kardeşliğine en güzel örneklerden biridir bu. Komünistler bütün işgallere karşı mücadelelerde en ön safta oldular.

Geçen hafta Anadolu Ajansı IŞİD amblemli militanların TSK mensuplarıyla fotoğrafını servis etti, sonra bu fotoğraflar yayından kaldırıldı. Ne anlama geliyor bu?

IŞİD ABD emperyalizmi tarafından yaratılmış bir örgüt. Buna dair sayısız veri mevcut. İşin ilginci bir ara AKP Amerikan karşıtı kesilmişken, IŞİD’in ABD tarafından kurulduğunu resmi ağızlar da dillendiriyordu. Şimdi NATO’ya, ABD’ye “beni destekle, Esad’ı düşüreyim” yakarışına geri döndük. ABD’ye “gel beraber dövelim” diyen, Rusya’ya “sen aradan çekil, bir güzel pataklayayım” ricasında bulunan bir kabadayılık türü. Sonuçta Suriye’de, başka ülkelerden gelen unsurlarla beraber geniş bir cihadçı havuz var. Bu havuzdan herkes istediği kadarını alıyor, başka bir isim altında savaştırıyor. IŞİD ile diğerlerini ayıran bir duvar yok. Ilımlı muhalefetmiş, ılımlı askeri muhalefetmiş, geçiniz bunları. ABD bazen bu unsurlarla birlikte savaşıyor bazen bu unsurlara karşı savaşıyormuş gibi yapıyor. Dolayısıyla AA’nın servis ettiği fotoğraf gerçeğin ta kendisidir. Emperyalizm ve gericilik iç içe geçmiş olgulardır.

Göçmenlerin durumunu soralım o zaman… Hükümet “gitmek isteyenleri engellemeyeceğiz” dedi ve on binlerce göçmen sınıra ya da adalara gitmek için denize koştu. Sonra çok büyük bir bölümü için hüsran. Ne gidebiliyorlar ne İstanbul’a dönebiliyorlar.

TKP’nin göçmenlerle ilgili yaklaşımı biliniyor. Şu andaki durumla ilgili ne yapılabilir onu da konuşuyoruz. Ancak sorunuza siyaset dışı bir yanıt vereceğim, daha fazlasını konuşmak istemiyorum. İnsanlığımdan utanıyorum, bu insanlara bu trajediyi yaşatanları engelleyemediğimiz için utanıyorum. Öfke, hatta söylemek tuhaf ama kin birikiyor insanda…

MUHALEFETİN DURUMU

Toplumun geniş bir kesimi, hatta AKP içinde de bir kesim bu savaşa ikna olmuş değil dediniz. Muhalefetin durumu ne?

Muhalefetin durumu süper. Onların önümüzdeki seçime kadar, kurdukları geniş koalisyonun bozulmaması dışında herhangi bir dertleri yok. Herkes birbirini idare ediyor muhalefet cephesinde. Aman ortaklık bozulmasın, aman şucu sanmasınlar, aman bucu sanmasınlar… CHP’nin kapalı toplantılarında herkes güya savaşa karşı ama Meclis’te hükümetle birlikte bir açıklamaya gönül rahatlığıyla imza veriyorlar. İktidarı cesaretlendiren biraz da bu. Hep söylediğimiz gibi Türkiye, sözde muhalefetin halkı uyutan politikaları etkisizleştiğinde ayağa kalkacak. Gördünüz mü bana da şu tiksinti verici “sözde” kalıbını kullandırdılar!

Son olarak ne söyleyeceksiniz?

Bir iktidar halka yalancıktan da olsa refah, huzur, barış vaad ederek ayakta durur. Şu anda “daha çok öleceksiniz” diyen bir hükümet var. Vaadi bu. En sonunda bir asker annesi dayanamadı ve “neden bizim evladımız ölsün” diye bir soru sordu. Haklı bir savaşta halk bu soruları sormaz, iktidar da “daha çok öleceksiniz” demez. Halkın istemediği bir savaş uzun sürmez. Bazen toplumlar kandırılır ve haksız savaşlara sürüklenir. Şimdi böyle bir şey de yok; neyle kandıracaklar? Kendi arkadaşlarını tam olarak ikna edemiyorlar.

Son diyeceğim, bize gereken örgütlü mücadele… Adalet için, eşitlik için, laiklik için, cumhuriyet için, bağımsızlık için, sosyalizm için… Ve insan asla boyun eğmeyecektir karanlığa…