Yapılandırmacılık zindanı

Eğitim bilimci dostlarımla konuşurken yapılandırmacı eğitim konusunda gereğinden fazla eleştirel olduklarını düşünürdüm. Hele ki tarihselci olmaları beklenen Marksist eğitim bilimciler nasıl olur da yapılandırmacılığa cepheden karşı çıkar diye hayıflanırdım. Kısmen benim özel durumumdan, kısmen de yapılandırmacılığın eğitim bilimlerindeki anlamından kaynaklanıyormuş, anlatayım.

Yapılandırmacılık dendiğinde benim aklıma bilginin bir insan ürünü olduğu gelir. Bilim de problem çözer, bilimciler de yaşadıkları çağın sınırlamalarına tabidirler. Bu kadarı ne güzel, değil mi? Ben bilim tarihini, düşüncenin önceden belirlenmiş bir amaca doğru gelişimi olarak değil de özgül problemlerin çözümü, dışsal faktörlerin etkisi (örn. sanayi) tarafından da belirlenen bir süreç olarak görürken hep bilimsel gelişmeyi, pozitivistlerinkinden daha nesnel bir şekilde yansıtmak için bu yolu tercih etmiştim.

Ama yapılandırmacıların icat ettikleri düşman, yani nesnelcilik, değişmez özler, değişmez yapılar olduğunu ve bunları öğrencinin aklına kazımak gerektiğini söylermiş.

Öz hakiki hakikatlere ulaşma isteği mistik bilgelere kalsın. Bizim işimiz, geçici de olsa güvenilir bilgiyle. Daha iyisi bulunana kadar bu meselede bilimsel yöntemin alternatifi yok. Bilimsel yöntem mi? Hiç gizemli değil.

Bir fikrinizi dolaşıma sokun, şimdiye kadar bilinenlerle tutarlı mı, tutarlı değilse neden? Nedeni, tüm bilinenleri gözden geçirmeyi gerektirecek kadar önemliyse yaşadınız (veya kederden öldünüz ama sizden sonraki kuşaklar bir ihtimal arkanızdan ağıt yakarlar). Çünkü dünyanın gidiş hattını değiştirdiniz. Önemsizse fikrinizi değiştirirsiniz olur biter (bu zordur, bilirim).

Yapılandırmacılık dendiğinde diğer aklıma gelen şey, merkezi sinir sisteminin öğrenme ile değişen yapısı ile ilgili. Eski öğrenme kuramlarında, öğrenmek, pastanın üzerine bolca mum dikmek ve bazılarını söndürmek gibi görülüyordu. Pastanın tarifi genlerde yazılıydı, hangi aksonun hangi beyin bölgesine uzanacağı belliydi. Öğrenmek, kuralları değiştirmiyordu, sadece kuralları ifade eden fonksiyonlarda değişkenlerin değerlerini değiştiriyordu (mumları söndürüyordu veya aksonları, sinapsları, dendritleri buduyordu).

Sinirsel yapılandırmacılığa göre ise işler bu kadar basit değil. Öğrenmek, yeni yollar (yeni sinirsel bağlantılar) açabileceği gibi, kuralları da değiştirebiliyor. Bu fikre göre kültürel deneyim, beyninizi şekillendirmekte, yeni öğrenme kuralları oluşturmanızda temel etmenlerden biri. Tamamen deneysel kanıtlara dayanan bir spekülasyon. Yanlışsa da doğruysa da, bilimsel yönteme bağlı kalınarak oluşturulmuş bir düşünce.

Eğitim bilimlerinde yapılandırmacılığa temel olan felsefi düşünceler ise bu türde nesnel bilgileri kovacak kadar radikal. Nesnelliğin, gerçekliğin mutlak bir değeri yokmuş. Kim size mutlak değeri olduğunu söyledi ki? 1990’larda (epeyce gecikerek) davranışçılığa savaş açan arkadaşlarınız mı?

Felsefede ve eğitim bilimlerinde yapılandırmacılık bir “özgürleşme” hareketi olduğunu vaat ettiği için tutuldu. Köhnemiş yapıları yıkacaklardı.

Bizi oltayla avlamak isteyen dürüst pozitivistlerin yerine geçip ağla avlanmaya başladılar. Birbirine geçmiş ağlardan öyle bir zindan kurdular ki, içinden dinsel dogmalar geçti, biz geçemedik.

Ben en iyisi, karşı komşumun kızına verilen son yapılandırmacı ödevi internetten kopyala-yapıştır ile yapıp yazıcımdan çıkarayım da, kızcağız biraz özgürleşsin. Nitekim herkesin bilgisayarı ve yazıcısı yok.