Ludlow’dan Soma’ya sınıf aklı

Rockefeller denildiği zaman bilim ve akademi camiasının aklına ilk önce bir üniversite ve bilimi destekleyen bir vakıf gelir. Rockefeller vakfı, moleküler biyolojiye ve genetiğe muazzam yatırımlar yapmış bir vakıftır. ABD’de özel sektör ile akademinin bağının tesisinde büyük payı olan Rockefeller ailesinin kurduğu üniversitenin sloganı “insanlığın yararı için bilim”dir. Ancak bu ailenin tarihinde öyle bir kara leke var ki, o “hayırseverlik” ve “bilimseverlik” örtüsünü yırtıp kapitalizmin sahtekarlığını bir seferde açık ediyor. Ludlow katliamından bahsediyorum.

Ludlow şu an Kolorado’da bir hayalet kasaba. Burada Rockefeller ailesine ait bir kömür madeni vardı. 20. yüzyılın başlarında Kolorado’daki tüm madenlerde vahşi çalışma koşulları hüküm sürüyordu. İşçiler, çıkarılan kömür miktarına göre ücret alıyordu. Madenin bakımına ve güvenliğe harcanan emek ücrete tabi değildi. Mesela, yıkılmak üzere olan bir çatıyı tamir etmek işçiye ücret olarak dönmüyordu. Böylece işçiler, iş güvenliği için emek harcamaktansa daha çok kömür çıkarmaya itiliyordu. 1884 ile 1912 arasında 1700 işçi bu madenlerde can vermişti.

Kötü çalışma koşullarına karşı çıkan maden işçileri, Amerikan Birleşik Maden İşçileri isimli sendikada örgütlendiler. 1913’te Rockefeller’lara ait olan Kolorado Petrol ve Demir Şirketi ile 8 saatlik işgünü, ücretlerde artış gibi talepler konusunda anlaşamayan sendika grev kararı aldı. İşçiler, sendikanın kiraladığı bir alanda çadır kent kurdular. 1914 Nisan’ında Kolorado Ulusal Muhafızları’nın ve şirketin kurduğu milis gücünün çadır kente saldırması sonucunda yirmiden fazla kişi katledildi. Bunların çoğu kadın ve çocuktu. Çadırlar ateşe verildiğinde saklandıkları yerlerde boğularak veya yanarak can vermişlerdi. İşçilerin önderi ise sırtından kurşunlanmıştı.

Grev bastırıldıktan sonra sendika örgütlenmesine izin verildi ve işçilerin yaşam koşullarında bazı iyileştirmelere gidildi. Şirketin yöneticisi olan John D. Rockefeller, 1915’te madeni ziyaret etti. İşçilere attığı nutukta, burjuvazinin sınıf aklının nasıl çalıştığını ifşa eden şu sözleri sarfetti: “Hepimiz bir açıdan ortağız. Sermaye, siz olmadan yaşayamaz, ve siz de sermaye olmadan yaşayamazsınız. Biri size gelip sermaye ve emeğin birlikte yaşayamayacağını söylerse, o adam sizin en kötü düşmanınızdır.”

Ludlow’dan kalkıp bugünün Soma’sına gelelim. Resmi rakamlara göre 302 işçi hayatını kaybetti. Başbakan Soma ziyaretinde kendisine yönelen tepkilere sille tokat yanıt verdi. Hükümet Soma’da yükselen öfkeyi polis zoruyla bastırmaya yeltendi. Soma’ya gelen avukatlar darp edilerek gözaltına alındı. Soma’da polis “gerçek Soma’lılar” ile desteğe veya haber yapmaya gelenleri karşı karşıya getirmeye çalıştı. Ana muhalefet partisinin lideri sabır telkin etti. Etkili bir gazetenin etkili bir yazarı (Ertuğrul Özkök) emeği hatırladı, hem nalına hem mıhına yazılar yazdı. Şirket’in sahibi ve yöneticileri gözaltına alındı. Bunların hepsi ne anlama geliyor?

Soma katliamı, tıpkı Ludlow katliamı gibi, sermaye diktatörlüğünün arkasına gizlendiği örtüleri yırtıyor. İşçilerin canı ile Türkiye burjuvazisinin ulusal ve uluslararası rekabette var olabilmesi arasında uzlaşmaz bir çelişki olduğunu gösteriyor. Sizce şu an Türkiye burjuvazisi taşerondan vazgeçebilir mi? Ya ruhsatsız madenlerden? Ya ruhsatsız-denetimsiz atölyelerden?

Türkiye burjuvazisi açısından sorun Tayyip Erdoğan’ın aşırılıkları olmaktan çıkıyor. Sermaye sınıfı açısından bir patronun veya siyasetçinin feda edilmesi artık önemsiz. Sermaye egemenliğinin kendisinin sorgulanmasını engellemek isteyen bir sınıf aklıyla karşı karşıyayız. Ana muhalefetin ve Ertuğrul Özkök’ün duyarlılığı, bu sınıf aklının tezahürü. Burada kişilere art niyet atfetmiyorum. Sadece ufku “insan suretinde sömürü” olanların neyi korumaya çalışacaklarını biliyorum.

İşte bu yüzden biri size gelip sermaye ile emek birlikte yaşayamaz derse, onu alnından öpünüz. Çünkü o sizin en iyi dostunuzdur.