Kalıtsallığın ölçüsü

Genetik determinizm tartışmasına daha teknik problemlerle devam edeceğiz. Ama önce geçen yazıda ıslah ile genetik determinizmi neden birbirinden ayırdığımızı açıklayan bir parantez açalım. Tamamen genetik mutasyonlardan kaynaklanan bir hastalık olmadığı gibi tamamen çevresel bir hastalık (bozukluk, anomali, vb.) de yoktur. Sadece belirli popülasyonlarda risk faktörlerini sınıflandırırken, hangi faktörlere daha kolay müdahale edebileceğimize, hangilerini daha net saptayabileceğimize göre bir rol dağılımı yapıyoruz.(i) Örneğin fenilketonüri hastalığı tek gendeki mutasyonla doğrudan ilişkilidir ama bu hastalığı, beslenmeye müdahale ederek tedavi ediyoruz. Annenin doğum öncesi yaşadığı streslerden kaynaklanan ve çocukta gözlenen bir kaygı bozukluğu vakasının tedavisi, kökeni çevresel olsa bile, en az genetik kökenli bir hastalık kadar zor olabilir. Dolayısıyla ıslah-tedavi ile genetik determinizmi kavramsal düzeyde ayrıştırabiliriz. Genetik olarak belirlenen kader değildir, kaderin çevresel olanı da o kadar kolay ortadan kaldırılamaz.

Genetik determinizmi tanımlarken, popülasyon içi özellik (boy, kilo, IQ) farklarını yaratan etkenler içinde, genetik farkların payının daha fazla olduğu tezininin altını çizmiştik. Peki bu paylaştırmanın ölçüsü ne?

Bu paylaştırmanın ölçüsü, popülasyon genetiğinde kalıtım katsayısı olarak adlandırılıyor. Kalıtım değeri, bir popülasyonda, bir biyolojik özellik (örn. Boy, IQ, vb.) açısından gözlenen çeşitliliğin yüzde kaçının genlerdeki farklılıktan kaynaklandığını anlatır. Bir sirke sineği popülasyonu düşünün. Bunların göbeklerindeki kıllar 0 ile 200 arasında değişkenlik göstersin. Çevresel değişkenleri (nem, sıcaklık, beslenme, vb.) hesaptan düştüğünüzde bu çeşitliliğin yüzde 60’ı genetik farklar ile açıklanıyorsa, bu özelliğin kalıtım değeri 0.6’dır.

Bu değer, bireylerle değil popülasyonlarla ilgili. Yani bir sineğin göbeğindeki 200 kılın 120sini genler, geri kalanını çevre yaptı anlamına gelmiyor (hepsini ikisi birlikte yaptı). Bu değerin, popülasyonda 0-200 dağılımının 120’lik kısmını gen farkları, 80’lik kısmını çevre açıklar demektir. Daha da önemlisi bu değer, hangi genlerin bu farkı nasıl yarattığıyla ilgili hiç bir şey söylemez.

Kalıtım değeri, çevrenin değişmesiyle değişebilen bir değer. Şöyle düşünün: Biz sirke sineklerinin tüm çevresel değişkenlerini bir noktada sabitledik. Dolayısıyla çevre artık tamamen devre dışı kaldı. Tüm çeşitliliği genlerdeki farklarla açıklayabiliriz. Kalıtım değerimiz 1 oldu. Veya tam tersini düşünün: Genomları tamamen aynı olan klonlar yarattık ve tüm farklılıklar çevreden kaynaklanıyor. Bu durumda da çevrenin etkisi 1 oldu. Kalıtım değeri her çevrede özdeş değil, çevre de her genetik altyapıya eşit muamele etmiyor.

İnsan davranış genetiğinde en tartışmalı alanlardan biri IQ’nun kalıtsallığı. Yetişkin bireylerde IQ’nun kalıtım değerinin 0.8 olduğu söyleniyor. Yani yetişkin bireylerde IQ farklarının yüzde sekseni genetik farklardan kaynaklanıyormuş. Ama nedense insan popülasyonlarının IQ ortalamaları yıllar boyunca artış gösteriyor. Bu dönemlerde genlerimizde bir değişme olmuyor. Peki ne oluyor? Büyük ihtimalle çevre, bir mercek etkisi yapıyor. Mercek geliştikçe mevcut fark büyüyor.

IQ, veya daha modern adıyla genel zeka faktörü, derslerdeki başarıyı ölçmeyi amaçlayan (ve büyük ölçüde başaran) bir sayısal değer. Bunu ölçen testler, genel bir yetenek olarak zekadan(ii) ziyade sizi derslerde başarılı kılacak özellikleri ölçüyor. Bu yüzden hangi kültürde yaşadığınıza çok duyarlı. Ayrıca bir yetenekten ziyade bir ilgi-yetenek-ödül üçlemesini besleyen toplumsal koşulları gözardı etmemek gerek. Çocuklar ilgileri olan alanlara daha çok emek harcıyorlar, burada yetenekleri varsa daha kolay ödüle ulaşıyor, daha kolay ödüle ulaştıkca da oraya daha çok ilgi duyuyorlar. Yani toplumsal koşullar, baştaki ufak genetik farkları yıllar boyunca büyütüp önümüze büyük biyolojik farklar gibi koyuyor olabilir.

Kalıtım değeri ile iş görmenin temel sorunlarından birisi, bu değerin büyüklüğüne güvenerek IQ genleri, depresyon genleri, yani biyolojik-psikolojik özelliklere denk düşen genlerin peşine düşmek. Özelliklere denk düşen gen kavramının sorunlarını bir sonraki yazımızda tartışacağız.


(i) Evrimsel açıdan normal bir çevreye adapte olacak kadar uygun bir genom ile doğar doğmaz ölen, ölümcül mutasyon taşıyan bir genom arasında elbette hiç de göreli olmayan bir fark vardır. Ama tüm olası genomlar ile tüm olası çevrelerin birebir eşleşmelerinden yola çıkmadığımız sürece, yaşamayı ve çoğalmayı başarmış canlıların taşıdığı bir genin o çeşidi mi yoksa bu çeşidi mi daha uyumlu sorusunun cevabı hep bağlama duyarlı olacaktır.

(ii) 100 yıl sonrasını öngören Jules Verne ile derinlemesine pasların ustası İspanyol futbolcu Guti’nin, birazdan gerçekleşecek felaketi sezip önlem alan itfaiyecinin yeteneğini aynı kategoride topluyoruz.