Benim açımdan benzersiz bir arkadaştır. Sevgili Sevinç’e, Barış’a tekrar başsağlıkları dilerim.  

Rona Aybay için

Arkadaşım, değerli meslektaşım Rona Aybay’ı kaybettik. 

Parlak hukukçu kimliğini değerlendirmek bana düşmez. Uzmanlığı benimsemeyen bir insan olduğunu biliyorum. İlk yapıtlarından ikisi bu bakımdan ipucu veriyor: Robert Owen: Sosyalizmin Öncülerinden ve (Murat Sarıca ile birlikte) Faşizm…  Çok yönlü düşünür kimliğini açıklayan öğrencileri çıkacaktır.

Bu yazıda Rona ile anılarımdan bazılarını paylaşmak istiyorum. 

***

Benzerliklerimiz çok. Yaşıtız; ikimiz de 1959’da hukuk diplomaları aldık. Rona, İstanbul Hukuk Fakültesi’nden, ben Ankara Hukuk’tan… 

Mezuniyetten hemen sonra Demokrat Parti iktidarının Tahkikat Komisyonu girişimine tepki olarak patlak veren 28/29 Nisan 1960 öğrenci gösterilerine (Rona İstanbul’da ben Ankara’da) katıldık. 

Kurulması tasarlanan Tahkikat Komisyonu’nun ülkeyi bir baskı rejimine sürükleyeceğinden (bazı hocalarımızla birlikte) endişe ediyorduk.  Bu hocalarımız daha sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayacak kurullarda görev aldı. 

İkimiz de akademik mesleği seçtik; fakat farklı yörüngelerde... Ben Ankara Üniversitesi SBF’de (Mülkiye’de) iktisada yöneldim. Rona, siyaset bilimi ile bağlarını koruyarak hukuka odaklandı. İstanbul Üniversitesi’nden hukuk doktorasını aldı; akademik mesleği Ankara’da sürdürdü. 1973 civarında ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümü’ne girdi. Önce Bölüm Başkanı, sonra İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Dekanı oldu. 

O yıllarda Ankara’da karşılaşmış olabiliriz; hatırlamıyorum. Dostluğumuzun başlaması için Rona’nın ODTÜ içindeki anti-demokratik eğilimlerle çatışması ve mekân değiştirerek Mülkiye’ye geçmesi gerekecekti. 

***

ODTÜ’deki Rona Aybay’ı, bir başka ODTÜ’lüden, arkadaşımız Yakup Kepenek’ten öğreniyoruz. 

ODTÜ, üniversitelere özerklik sağlayan 1946 tarihli Üniversiteler Kanunu’na göre değil, ayrı bir yasaya göre kurulmuştu. Öğrencilerde ve öğretim üyeleri saflarında demokrat, solcu, giderek devrimci eğilimler ağır basmaktaydı. Üniversiteyi yöneten Mütevelli Heyeti’nin atadığı rektörler ile özerklik ilkesini özümseyen hocalar arasında uyumsuzluklar oluyordu.   Demirel ve 12 Mart hükümetleri dönemlerinde gerilimler artıyordu. 

Hukuk birikimi ve demokrat, solcu kimliği ile Rona Aybay, özerklik ilkesini ODTÜ’ye yerleştirme mücadelesinin ön saflarında yer aldı. 1976’da hem ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı, hem de İİBF Dekanı’dır. Öğrenci sorunlarının çözümünde, Öğrenci Temsilcileri Konseyi ile işbirliği yapmaktadır. 

Bu tutumu, sağcı rektör Tarık Somer’in yönetim anlayışı ile çelişir. Uyuşmazlık, Rona’nın uzun, ayrıntılı bir mektupla   dekanlıktan istifasına yol açar. 1976 sonunda ODTÜ’ye yeni bir rektör atanacaktır ve Mütevelli Heyeti, öğretim üyelerinin eğilimini dikkate almamaktadır.  Rona Aybay “bu anlayışta bir Mütevelli Heyeti’nin atayacağı  rektörle işbirliği yapmanın” imkânsız olduğunu açıklayarak ODTÜ’den istifa edecek; Mülkiye’de (SBF’de) Uluslararası Özel Hukuk kürsüsüne öğretim üyesi olarak geçecektir. 

***

1970’li yılların ikinci yarısındayız.  İktidar, Demirel’in Milliyetçi Cephe ve Ecevit’in CHP hükümetleri arasında el değiştirmektedir. Çatışmalı, şiddete yatkın bir dönemdeyiz. Üniversiteler de devrimci veya ülkücü öğrenci gruplar arasında “parsellenmiş”tir. Karşıt grupların derslere girmesi engellenmektedir.

Rona, bu ortamda niçin ODTÜ’yü değil de Mülkiye’yi seçti? Galiba, bu güç koşullarda üniversitelerde özerklik ilkesini, “fanatik bir demokrasi anlayışı” içinde uygulayabilen nadir fakültelerden biri Mülkiye olduğu için… 

“Fakülte” olgusunu vurguluyorum; zira, Üniversiteler Kanunu, fakültelere tüzel kişilik tanımıştı. Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bu ayrıcalığı bilimsel niteliklere ödünsüz özen göstererek, yönetimde özerkliği titizlikle koruyarak uygulamaktaydı. Tüm öğretim üyelerinin (asistan temsilcileri ile birlikte) katıldığı Profesörler Kurulu, doktora ve yüksek lisans jürilerini, yönetim ilkelerini belirleyen karar organıdır. Fakülte, atamaların belirleyici aşamasıdır. Rektörlük, büyük ölçüde, onaylayan makamdır. 

Öğretim kadrolarında da tutucu ve sol kutuplaşmaların keskinleştiği bir dönemden söz ediyorum. Mülkiye’de Profesörler Kurulu, bu ortamı olağan-üstü bir uzlaşma sağlayarak yürütebilmiştir. Özyönetim, bilimsel standartlar titizlikle korunarak uygulanmaktaydı. Bu ortamın üniversite hayatına getirdiği olanakları 1970’li yılların ikinci yarısında Rona ve diğer meslektaşlarımla birlikte Mülkiye’de paylaştık. 

***

Üstelik Rona Aybay bu ortama doğrudan katkı yaptı. ODTÜ mezunu Kurthan Fişek ile birlikte Dekan Yardımcısı oldu. Sonraları öğrencileri tarafından “efsane dekan” diye anılacak Cevat Geray’ın yardımcısı… 

Mülkiye’de derslere giriş, devrimci öğrencilerin denetimindedir. Ülkücü olarak bilinenlerin, özellikle toplu halde fakülteye girmeleri engellenmektedir. Milliyetçi Cephe iktidarları, polisi sık sık fakültelere sokmakta; sert çatışmalar patlak vermektedir.  

Öğretim kadrosunda da kutuplaşmaları besleyen bu ortamda Mülkiye, kişilik özellikleri birbirini tamamlayan “ideal bir üçlü”; Cevat Geray, Kurthan Fişek ve Rona Aybay tarafından yönetilmekteydi. 

Geray, sol-Kemalist bir çekirdeği serin kanlı, uzlaşmacı bir mizaçla kuşatmaktaydı. Bir anlamda “sinirleri olmayan” bir insan… Öğretim kadrosundaki politik, ideolojik gerilimleri mizahla hafifletmenin, uzlaşmaz karşıtlıkları “sumen-altı” edebilmenin ustasıdır. Bir doktora tezi nedeniyle Aydın Yalçın’a yönelttiğim suçlamayı aynı yöntemle dondurmuş; etkisiz kılmıştı. 

Her dönemde birkaç kere Site Öğrenci Yurdu’nda kalan ülkücü öğrenciler dekanlığa telefon eder; “ertesi gün derslere   girmek üzere Fakülte’ye geleceklerini” bildirirlerdi. Geray, o sabah 25-30 kişilik ülkücü grubu topluca Profesörler Kurulu’na alır. Duvarlarında Mülkiye’nin geçmiş dekan fotoğrafları sıralanmış Kurul’un etkileyici salonunda gençlere çay ikram eder; uzun bir sohbete başlar; çocuklara mezuniyet sonrası için yol gösterir. Öğlene doğru öğrenciler bitap düşer. Geray, “sınavlara bekliyorum, sakın aksatmayın…” diyerek hepsini yolcu eder.  Sınavlarının, ayrı dershanelerde aksamadan yapılmasını da zamanı geldiğinde sağlayacaktır.

Bu türden kritik günlerde devrimci gençlerin taşkınlığını, coşkulu Marksist Kurthan Fişek denetleyecektir. Deli-dolu kimliği ile bu işi becerir. Gerektiğinde koridorlarda “eylemciliği bana mı öğreteceksiniz; Komer’in arabasını biz yaktık” diye bağıracak; sonra gönüllerini alacak; kıvrak zekası ile ağabeylik de yapacaktır. 

Rona Aybay ise, bilge hukukçuluğunu ödünsüz demokrat kimliği ile bütünleştiren bir sağduyu abidesidir. Öğrencilerini çok sevmektedir. 12 Mart’ta ağır yara almış olan Mülkiye’nin 12 Eylül dönemecine “selametle” gelmesine, Cevat ve Kurthan’ı tamamlayarak belirleyici katkı yapmıştır. Bu üçlü, olağan-dışı gerilimli, şiddet içeren bir dönemde dahi üniversite özerkliğinin değerini Mülkiye’de bizzat yaşatmış; kanıtlamışlardır. 

***

Rona ile dostluğum Mülkiye’de bu ortam içinde başladı; kesintisiz sürdü. 

12 Eylül’ün bir karşı-devrim tasarısı olduğunu önce YÖK’le algıladık. 12 Mart’ta eksik kalan girişimin üniversitelerde tamamlanması hedefleniyordu. Uygulama öncesinde kapsamlı bir tasfiye de gerekiyordu. 

Tasfiyenin Mülkiye aşamasını Şubat 1983’te birlikte yaşadık. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 1402 sayılı yasaya göre SBF’deki görevlerimizden alındığımız Rona, Cevat, Kurthan ve bana aynı gün tebliğ edildi. Tebligat, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan “taze rektör” Tarık Somer’in imzasını taşıyordu. Tasfiye listesinde Rona’nın yer almasına Somer katkı yaptı mı? Bilemiyoruz.   

Sonrasında ben yurt dışına gittim; Rona İstanbul’da avukatlık yaptı. Özlük haklarımı onun sayesinde uzaktan izleyebildim. 1402’liklerin tasfiyesi Danıştay tarafından iptal edildi. Bu kararda Rona’nın katkısı olduğunu sanıyorum. Yedi yıllık bir aradan sonra üniversitelere döndük.   

Son yıllarda Halit Çelenk Hukuk Ödülü jürilerinde birlikte çalıştık. Ankara’daki jüri toplantıları dostluğumuzu tazelemeye vesile oldu. 2022 ödül değerlendirilmesine de birlikte katıldık. Rahatsızlığını duyunca aradım. Alçısından yakınıyordu; ama iyimserdi.

Benim açımdan benzersiz bir arkadaştır. Sevgili Sevinç’e, Barış’a tekrar başsağlıkları dilerim.