Ukrayna savaşı Almanya siyasetini sarsmaktadır. İlk örnek, parlamenter yelpazenin en solunda yer alan Die Linke’nin ikiye bölünmesi oldu.
Ukrayna savaşı Almanya siyasetini sarsmaktadır. İlk örnek, parlamenter yelpazenin en solunda yer alan Die Linke’nin ikiye bölünmesi oldu.
Bu gelişmenin soL Haber okurları için ilginç olduğunu düşünüyorum. Paylaşmak istedim.
Almanya’da bir Sol Parti: Die Linke…
Die Linke (“Sol”), Demokratik Almanya iktidar partisi olan SED’nin (Sosyalist Birlik Partisi’nin) Federal Almanya’daki türevidir. Birleşik Almanya siyasetine PDS adı ile girmiştir. Sol çevrelerden katılımlarla dönüşmüş; 2007’de Die Linke adını almıştır. Programı, demokratik sosyalizmi, anti-faşist, anti-militarist ilkeleri, NATO’dan ayrılmayı içermektedir.
Die Linke, eyaletlerde Sosyal Demokrat ve Yeşil partiler ile ittifaklar aradı. Özellikle Doğu Almanya’da güçlüdür. 2021’de sekiz eyalette koalisyon ortağıdır; Thuringia’da yönetimdedir.
Die Linke seçmen desteğinde zirveye, 2009 parlamento seçimlerinde %11,9 oy oranı ile çıkar. 2013’teki Hristiyan Demokrat-Sosyal Demokrat koalisyonu sonrasında ana muhalefet partisi konumundadır. 2017 ve 2021 seçimlerinde ise gerileyecektir (%9,2→%4,9).
Aynı yıllarda neo-faşizm yükselmekte; AfD (“Almanya için Alternatif”) partisi olarak örgütlenmektedir. Göçmen karşıtı politikaları savunarak öne çıkmaktadır. Ukrayna savaşına muhalefeti parlamentoda sahiplenen tek parti, sosyal demokratların solunda yer alan Die Linke değil, AfD oldu.
Bir INSA anketi 2021 seçimiyle Aralık 2023’teki seçmen tercihlerini karşılaştırıyor ve Ukrayna savaşının siyasete yansımasını belirliyor: AfD’nin seçmen desteği iki mislini aşkın bir tempoyla (%10,3→%22,5) yükselmekte, yüzde 30’luk Hristiyan Demokrat’ların ardından ikinci sıraya çıkmaktadır. Die Linke’ye destek ise yüzde 4 ile Federal parlamentoda temsil barajının altına inmektedir.
Almanya solunun yükselen yıldızı: Sahra Wagenknecht
Ukrayna savaşının Die Linke’de yarattığı gerilim, partili on parlamento üyesinin 24 Ekim 2023’te yayımladığı istifa mektubu ile açığa çıkacaktır.
Mektupta istifa nedenlerinin ayrıntılarına girilmiyor. Parti yönetiminin “2019’dan bu yana sosyal adalet ve barış önceliklerinden uzaklaşması” ve “Şubat 2023’teki ‘Barış için İsyan’ kampanyasına karşı çıkan partilerle saf tutması” eleştiriliyor; o kadar…
Yeni partinin kurucularından Harri Gruenberg ise birkaç ayrıntı ekliyor: “Die Linke, NATO’nun Ukrayna savaşını destekledi; Rusya-karşıtı söylemi benimsedi; sol liberallerin sızması sonunda kimliğini yitirdi. Parti’nin işçi sınıfına odaklı sol kanadını temsil eden Sahra Wagenknecht’in eleştirilerini dikkate almadı” (The Delphi Initiative, 21 Eylül 2023).
Die Linke’den on milletvekilinin istifa mektubundaki imza listesinin başında Wagenknecht de yer almaktaydı. On imzacıdan (ikisi Türkiye’den) beşinin göçmen kökenli Almanyalılardan olduğu açıklanıyor. Babası İranlı olan Sahra Wagenknecht 1969’da Demokratik Almanya’nın Jena kentinde doğmuş. Farsça kökenli Sahra adı, galiba Türkçe Zehra’ya tekabül etmektedir. Babası, 1972’de İran’a gitmiş; kayıplara karışmıştır. Sol muhalefetten olduğu, Şah polisince icabına bakıldığı tahmin edilebilir.
Sahra’nın komünist bir militan olarak yetiştiği anlaşılıyor. Komünist rejimin son yılında PDS’e ve bu partideki Marxist-Leninist hizip olan Komünist Platform’a katılmış. Die Linke’nin parlamento sözcüsü olarak da sivrildiğini, etkili bir hatip olarak ün yaptığını öğreniyoruz.
Ukrayna savaşında Die Linke yönetimi, Parti’nin sol kanadının muhalefetine rağmen Rusya’ya uygulanan yaptırımlara onay verdi. Wagenknecht’in hazırladığı, hükümeti eleştirerek Ukrayna’da barış çağrısı yapan bir açık mektup ise 750 bin imza topladı. Die Linke yönetimi bu kampanyaya karşı çıktı; kopuş kaçınılmaz oldu.
Kamuoyu yoklamaları, Wagenknecht liderliğindeki yeni partinin AfD’nin seçmen tabanından geniş destek alacağını öngörüyormuş. Bir anket, seçmenlerin yüzde 14’ünün bu partiyi destekleyebileceğini belirlemiş (Responsible Statecraft, 15 Kasım 2023). 2024’teki Avrupa Parlamentosu seçimleri bir ipucu verecektir.
Yeni parti: Sol liberalizmin reddi…
Wagenknecht İttifakı başlığı altında oluşmakta olan yeni partinin çizgisine gelelim. Şimdilik doğrudan doğruya Sahra Wagenknecht’i (aşağıda S.W. olarak kısaltıyorum) izlemekle yetinelim.
Üç kitap yayımladığını öğreniyoruz: 2011’de Freiheit und Kapitalismus (“Özgürlük ve Kapitalizm”); 2016’da Reichtum ohne Gier (“Tamah İçermeyen Servet”) ve 2021’de The Self-Righteous. Mein Gegenprogramm – für Gemeinsinn und Zusammenhalt. Son kitapta İngilizce olarak yer alan “Self-Righteous” terimi, “Tepeden Bakanlar” olarak çevrilebilir ve “sol liberal” akımı eleştirmekte kullanılmaktadır.
S.W’nin görüşlerine Gruenberg’in yukarıda değindiğim yazısından, Victor Grossman’dan (Berlin Bulletin, No 218, 21 Aralık 2023) ve Troçkist bir yazarın son kitaba dönük kapsamlı eleştirisinden (Peter Schwarz, World Socialist Web Site, 13 ve 17 Temmuz 2023) ulaşabildim.
Sol liberalizm S.W’nin Almanya’ya dönük ideolojik eleştirilerinin ana hedefidir. Bu akımın sınıfsal tabanı, “orta sınıfların varlıklı üyeleriyle sınırlı değildir; emekçi nüfusun yüzde 25 ile 30’unu da kapsar. Bunlar üniversite mezunudur; yabancı dilleri bilir; kozmopolittir; uzaklara uçmaya tutkundur. Bazıları akademik alt-sınıftandır; ekrana bağlı geçici işlerle geçinirler.”
İşçi sınıfının çekirdeği ise “yerleşiktir ve ana vatana bağlanmıştır. Dış unsurlardan ayrışmış bir topluluğun mensubudur. Her topluluk, ait olanlar ile olmayanlar arasında bir ayrıma dayanır. Millet, en önemli topluluktur. Sol liberalizm, ortak değerleri ‘ulusalcı’ olduğu için küçümser.” Peter Schwarz, bu tespitlerin Nazi söylemiyle benzerliğini vurgulamakta; S.W’nin son kitabında “sosyalizm” kavramının yer almayışını da ayrıca eleştirmektedir.
Bu görüşler Almanya’nın göçmen sorununa bağlanıyor. S.W’ye göre ülke, göçmen girişlerine sınırlanmalıdır. “Göçmenler, çoğunluğun (yani Alman halkının) kültürü, değerleri ile yakın bağlar kurmaya rıza göstermeli; kendilerini, hayatlarını geçireceği devletin (Almanya’nın) yurttaşları olarak algılamalıdır. Siyasal İslam’a, ayrışmayı, husumeti besleyenlere, Almanya kapalı olmalıdır.”
'Milliyetçi bir sol' mu?
S.W’nin göçmen karşıtlığının bir diğer boyutu, sınıfsal ve ekonomiktir. Göç, Alman işçi sınıfına karşı “ücretleri bastırıcı, grev kırıcı” bir işlev taşır. Alman ekonomisi ise refah devletine, yüksek ücretler içeren rekabet gücüne dayanır. Bu model korunmalıdır.
“Almanya güçlü, yenilikçi, sosyal haklara, barışa, adil ticarete dayalı bir ekonomiye dayanmalıdır. Sanayimiz refahımızın temel dayanağıdır; bu konumunu sürdürmelidir. Güçlü bir devlet ve korumacılık gereklidir.” Ukrayna savaşında Federal hükümetin üstlendiği rol ise, “enerjiyi pahalılaştırarak en önemli sanayi kollarımızı tehdit etmektedir. Amerikan çıkarlarına teslimiyete son verilmesi bu yüzden de gerekiyor.”
21’nci yüzyılda sermayenin tahakkümü (neoliberalizm) ve saldırganlaşan emperyalizm, Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu’dan ABD ve Batı Avrupa’ya kitlesel göç dalgalarına yol açtı. Küreselleşme ve göçmen emeği, Batı ülkelerinde ücretleri baskı altında tuttu. İşçi sınıflarının tepkileri, neo-faşizmin hortlamasına katkı yaptı. ABD’de Trump sonrası Cumhuriyetçi Parti, Britanya’da Brexit’i gerçekleştiren Muhafazakâr parti neo-faşizmi içselleştirdi. Göçmen girişleri, küreselleşmenin bazı boyutları kısıtlandı. Merkez-sağ ve neo-faşist partiler arasında ittifaklar Avrupa’da yaygınlaşmaktadır.
Almanya Anayasası’nın Nazi örgütlerine karşı kırmızı çizgileri var. Merkel döneminde merkez-sağ, bu çizgileri gözetti. Ukrayna savaşının ekonomik sonuçları, işçi sınıfı saflarında neo-faşist AfD’nin daha da güçlenmesine yol açtı.
Almanya’da merkez-sağ’ın atmadığı adımı, S.W’nin temsil ettiği sol üstlendi: Neo-faşizmin işçi sınıfı saflarında yükselmesini sağlayan milliyetçi tepkileri, bazı söylemleri, Ukrayna savaşının tetiklediği ABD karşıtlığını da sahiplenerek… Avrupa Solu’nda bu özgün adımı, gençliğinde katı bir komünist parti formasyonundan geçen Sahra (“Zehra”) Wagenknecht’in atması ayrıca ilginçtir.
Sınıf mücadelelerinin siyasete taşınması, ülkelere özgü koşullarda gerçekleşiyor. Sermaye “beynelmilel”dir; vatansızdır. Göçmenler sermayenin kurbanıdır. Ülkelerinde kalan, siyasete katılan işçi sınıfları ise büyük ölçüde “ulusal” konumdadır.
Sol akımların da milliyetçilik ile hesaplaşarak uzlaşması gündemdedir. Herhalde Türkiye hariç değil…