Ve evet, bu sözleşmeyi en çok TÜSİAD istemektedir. 1980 darbesi, ’82 anayasasıyla işçileri susturma ve zenginliklerine zenginlik katma olanağı kazanan patronların asıl mutluluk kaynağı değil midir?

Anayasa tartışmasına nokta koymak

Yeni Anayasa’nın hayaleti Türkiye’nin karabasanı olacak. Ama önce yeni parlamentonun korkması ve rahatlaması gerekiyor.

Korkmak için illa bombalara gerek yok. Ve kimse “bizim korkacak bir şeyimiz yok” demesin. Yeni parlamentoda vekili, grubu, “temsilcisi” bulunan bütün partiler varlıklarıyla olduğu kadar yokluklarıyla da bir rahatlatma sürecinin mezesi olacaklar. Korkulması gereken budur.

Çünkü sorun hukuki değil, sorun sonuna kadar siyasal. Bu nedenle Anayasa tartışmasının bir an önce hukuki boyutundan “arındırılması” gerekiyor. 

Bizi ilgilendiren, parlamentonun Anayasa yapmaya yetkisinin olup olmadığı değil. Zaten siyaset ihtiyaç duyduğunda o yetkiyi bulup çıkarmak o kadar zor da değil.

Bizi ilgilendiren, parlamentonun böyle bir meşruiyete sahip olmamasıdır. Çünkü meşruiyet başkadır, hukuki kurallar toplamına sıkıştırılamayacak kadar karmaşık bir zeminde hareket eder.

Meşruiyetin gerçek kaynağı siyasaldır. Her önemli tarihsel dönemecin ardından yeni bir “antlaşmanın” veya dilerseniz “toplum sözleşmesi”nin hayata geçirilmesi siyasetin bir kuralıdır. Bu kuralın nasıl çalıştığını görmek istiyorsak devrimlere bakmamız gerekir. 

1920’lerin canlı tartışmalarını 1923’e ve 1924’e bağlayan dönemeçte kurucu irade çok sayıda zikzaka sahne olmuştur. Ama bütün o kararnameleri ve yasa tartışmalarını belirleyen temel eksen egemenliğin saltanatın elinden alınıp alınmayacağıdır.

Bilindiği gibi bu tartışmaların halkçı boyutunda komünistlerin, Bolşevizmin rolü büyüktür. Bunda şaşılacak bir şey yoktur, her devrim kendi solundan güç almıştır. Öte yandan Ankara’da, İstanbul hükümetinin hastalıklarını terk etmeyen ciddi bir bölme de mevcuttur. Bu bir tarihsel travmadır ve eskinin sınırlarını yıkıp geçmek için devrimin gaza basması gerekir. 

1920’nin meclisi zengindir, dinamiktir, devrimci bir iradenin yol almasını sağlayacak siyasal anlayışa sahiptir.

Egemenliğin halka fazla mı az mı geleceği meselesinde kürsüden konuşanların, meclisi devrimcileştirenlerin önemli bir bölümü devrimi kitabıyla kuramıyla çok iyi anladıkları için değil, dönemin neler getirdiğini hissettikleri için o kadar cüretli olabilmişlerdir. 

Örnek olsun 1920’nin Mayıs’ında Ali Şükrü Bey’e kürsüden çıkışan Burdur vekili İsmail Suphi Bey’e “‘Hakimiyet bila kaydü şart milletindir’ maddesini bu kürsü üzerinde okumaktan fevkalade iftihar duyuyorum ve diyebilirim ki hayatımın en kıymetli anı bu andır” dedirten ruh, devrimci bir ruhtur.

Bu ruha sıklıkla “1920 ruhu” da denilir. Ve Erdoğan’ın ısrarla aramasına rağmen bulamadığı ama yine de işaret etmeye devam ettiği ruhtur.

Çünkü farklı ama benzer kurallara, ruha, tersinden karşıdevrimler de ihtiyaç duyar. Karşıdevrimler de “onay”la çalışırlar. Nitekim Mehmet Uçum’un "Yeni anayasa yapım süreci halkla başlayıp halkla bitmeli" önerisi ciddiye alınması ve kaygı duyulması gereken bir öneridir.

Peki karşıdevrim, aradığı ruhu nereden devşirecektir?

Yeni Anayasa girişimi, Tolga Şirin’in de dile getirdiği gibi, sıradan bir reform/ıslahat arayışının ötesindedir. Bu girişim artık bir karşı-devrimci/karşı-inkılapçı atılımın adını koyma girişimidir.

Ancak, yine de, “başarı”sını teslim edebileceğimiz bir karşıdevrim neden bir ad koymaya ihtiyaç duymaktadır? Karşıdevrimci iktidarın karşı inkılap hayata geçirmek için yasalara mı ihtiyacı vardır? Son yirmi yılda olup bitenler böyle yasal düzenlemelere pek de ihtiyaç duyulmadığını ispatlarcasına, hayata geçirilmemiş midir?

Demek ki yeni Anayasa yalnızca bir tasdik işlemi değildir. Yeni Anayasa, farklı tartışmalarla farklı aktörlerin müdahaleleriyle bir bütün olarak, bir “toplum sözleşmesi” yaratmayı amaçlamaktadır. Çünkü toplum sözleşmesi denilen şey her zaman bir sonuçtur, “yan etkidir”.

Bu tartışma ve müdahaleler de türlü türlüdür. 

Zamanında HDP sıralarından yükselen 1921 referansları söz konusu sözleşmenin bir parçasıdır örneğin.

Dahası, zamanında “meclisin içinde ve dışında farklı kesimlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik örgütlerin, uzmanların katılımıyla tartışılarak adımlar atılacaksa o zaman bu çalışmaların gerçekten ciddiye alınma ihtimali ortaya çıkar” diyen Saruhan Oluç, Mehmet Uçum’un son sözlerinden sonra sanıyoruz elini taşın altına koymalıdır…

“Yeni Anayasa’yı yerel seçimden sonra gündeme getirin” diyen İYİP sözcüsü Zorlu “bu sözleşmenin arabuluculuğunda biz de varız” dememiştir de ne demiştir?

“AKP-HDP görüşmesi sadece bir Anayasa değişikliği görüşmesi değildir. Önemli görev dağılımının yapıldığı yeni bir PKK Açılımı sürecinin başlangıcıdır” diyen Ümit Özdağ ise her zaman olduğu gibi kendisine verilen görevi yerine getirmekte, ama tartışmayı kendi meşrebince harlamaktadır.

“Gerçek bir yeni anayasa yapmak isteyen yok” diyerek iç geçiren, ahlanan Altan Tan ise karşıdevrimin çağırdığı ruh halinin hem nedeni hem de sonucudur.

Anayasa’yı kılık kıyafete mahkum eden, TÜSİAD’ın çok seveceği şekilde bir "kültür kavgası"na sıkıştıran CHP de sözleşmenin parlamentodaki en önemli güç kaynaklarından biridir.

Ve evet, bu sözleşmeyi en çok TÜSİAD istemektedir. 1980 darbesi, ’82 anayasasıyla işçileri susturma ve zenginliklerine zenginlik katma olanağı kazanan patronların asıl mutluluk kaynağı değil midir? Şimdi de yirmi yıllık yorgunluğun ve onca badirenin bir toplumsal kendine gelişle sonuçlanmamasını istemektedirler. Bunlar, sömürenlerle sömürülenler arasında yeni sözleşmenin yolunu gözleyen sınıftır.

İşte Yeni Anayasa ancak bu ruh halinin ürünü olabilir. Parlamentonun bütün bileşenleri bu ruh haline katkıda bulunmak için göreve çağırılacaktır.

2023’ün parlamentosu 1920 meclisinin tam tersidir. Bitkindir, durgundur ve aynıların aynılıklarını ispat ettiği bir tür muhabbet kulübü gibidir. Bu parlamentoya biraz hareket gerekmektedir…

Yoksullukla, eşitsizlikle boğuşan Türkiye halkının ise tam tersine ihtiyacı bulunuyor. Halkın oylamaya, “yetki devri”ne, vekalete ihtiyacı bulunmuyor. 

Halkın her şeyden önce yetkiyi ve sorumluluğu kendi eline alması gerekiyor. Hem de kayıtsız ve şartsız. Kendisinin üzerinde başka hiçbir gücün olmadığı ispat edercesine.