Solakoğlu: Türkiye-Yunanistan krizinde bu sefer ayırt edici iki unsur var

Emekli diplomat Solakoğlu Türkiye ve Yunanistan arasındaki krizi değerlendirirken bu tür sorunların "hukuk"un gereklilikleriyle değil, güç dengeleri ve siyasi ihtiyaçlarla belirlendiğine dikkat çekti.

Volkan Algan

Türkiye'de dört bir tarafında hem sorun yaratmaya hem de sahneye "çözüm aktörü" gibi çıkmaya; hem Batı, hem de Rusya'yla dans etmeye -meraklı değilse bile- mecbur kalmış bir iktidar var.

İçeride aşamadığı ekonomik/siyasi problemleri, dış politikaya tahvil etmeyi bir yönetim alışkanlığı haline getirmiş Erdoğan iktidarının son gündemi de Yunanistan'la yaşanan gerilim.

Her ne kadar Türkiye'deki bazı muhalif unsurlar, emperyalist/kapitalist sistemin tüm sorunlarını Erdoğan'dan ibaret görmeyi tercih ettikleri için, bu gündemi de iktidarın yapay bir gerilim yaratma çabası olarak değerlendirse de; Yunanistan'daki burjuva iktidarının da "bizimkilerden" daha masum olduğunu söylemek mümkün değil.

Sonuçta onyıllardır yaşanan şey yeniden karşımıza çıkıyor: Türk ve Yunan emekçilerini daha kolay "yönetmek", dünyadaki güç rekabetinde daha fazla inisiyatif almak için iki ülkenin egemen sınıfları atışırken, olan Ege'nin iki yakasındaki halklara oluyor.

Yunanistan'ı yakından takip eden emekli diplomat ve Dayanışma Meclisi üyesi Engin Solakoğlu son gelişmeleri soL'a değerlendirdi.

Solakoğlu yaşananların bugüne kadarki "kayıkçı kavgasıyla" benzerlikler taşıdığına dikkat çekse de, yine de değişen koşullar hakkında uyarıda bulunuyor ve artık Türkiye'deki iktidarın krizsiz yapamadığına ve Yunanistan'daki iktidarın da ABD yanlılığında ifrada vararak "boyundan büyük işlere" kalkışma ihtimaline dikkat çekiyor. 

Solakoğlu sorunu "uluslararası anlaşmalar" yönünden de soL'a değerlendirdi ancak bu tür krizlerin eninde sonunda "hukuk" tarafından değil "güç dengeleri" tarafından belirlendiğinin altını çizerek.

Solakoğlu'nun sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Türkiye'deki iktidarın Yunanistan'ın adaları uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde silahlandırdığı eleştirisi haklı bir eleştiri mi?

Bu son derece tartışmalı bir konu. Türkiye adaların Lozan ve Paris (1947) anlaşmalarına aykırı şekilde silahlandırıldığını öne sürüyor. Lozan’dan başlayalım. Lozan sadece adaların değil boğazların da silahsızlandırılmasını öngörüyordu. Bu rejim Montrö’de değişti. Yunanistan da tezini buna dayandırıyor. Koşullar değişince durum değişir diyor. Kaldı ki biz de Lozan’a göre silahsız olması gereken yerleri silahlandırdık. Bir de üstüne Ege Ordusu kurduk. İkinci bacak Paris Anlaşması. Bu anlaşmanın konu açısından önemi bahsekonu adaların İtalya’dan Yunanistan’a devredilmesini öngörmesi. Yunanistan’ın tezi TR bu anlaşmaya taraf olmadığı için ikili bir sorunda dayanak olamayacağı yönünde.

Esas mesele şu: Her iki ülke aynı anda NATO’ya üye olduğu anda ve Soğuk Savaş koşullarında önceki anlaşmaların geçerliliği pratik anlamda sorgulanır hale geliyor. Bu noktada ulusal hukuk ile uluslararası hukuk arasındaki kalın ayrımı gözden kaçırmamak gerek. İkincisinde bir kuralı dayatmak hiç kolay değil. Koşullar, tarafların gücü vs gibi sebeplerle uluslararası anlaşmaların kural koyma ve bunu uygulatma kabiliyeti kolaylıkla sınırlanabiliyor. Adaların silahlanması konusu da böyle. Yakın geçmişte SSCB, şimdi ise Rusya NATO bakımından bir numaralı tehdit olarak gösterilirken bu ülkenin sıcak denizlere çıkışı bakımından hayati önem taşıyan bir bölgede silahsızlandırma savunmanın getirisi veya başarı şansı sıfır.

Kaldı ki bütün bu uluslararası hukuk düzenlemelerinin geçerli olduğunu dahi varsaysak bunun yaptırımı yok. Yani AKP genel başkanının “bunların bize tanıdığı karşılık verme hakkı”ndan sözetmesinin bir anlamı yok.

Peki dediğiniz gibiyse bugün bu tartışma neden alevlendi? Türkiye mi, Yunanistan mı el yükseltiyor burada?

Her iki taraf da masum değil, zaten iki ülkenin burjuvazisi de ikili ilişkilerin hiçbir boyutunda hiçbir zaman masum olmadılar son 70 yılda. Miçotakis, Türkiye’nin pençesinde bulunduğu garip yönetim anlayışından, diplomasi bürokrasisinin tümüyle devredışı bırakılmasından, dış politikanın cahil propagandistler tarafından yürütülmesinden azami ölçüde yararlanıyor.

Bizim taraf “kuşa bak” siyaseti doğrultusunda her türlü gerginliği artırmaya zaten hazır. Yunanistan da gerekli malzemeyi sağlıyor.

"Adaların egemenliği tartışmaya açılır" dedi Çavuşoğlu. Mevcut statükoyu tanımayabileceklerini ima ederek. İki NATO ülkesi arasında işlerin bu noktaya gitmesi mümkün mü?

Böyle bir söylemi normalde bir kahvehanede duyabilirsiniz. Bir süre sonra da pişti arkadaşlarınız, oyuna dön uzatma derler. Şaka bir yana, orada kastedilen büyük olasılıkla aidiyeti belirsiz diye tanımladığımız ada, adacık ve kayalıklar. Bizde pek popüler olan bir yoruma göre bunlar ilgili uluslararası anlaşmalarda ismen belirtilmedikleri için aidiyetleri tartışılabilir. Girit adasının yakınlarında Gavdos kayası var örneğin. Bizim ulusalcı tayfa kendince haritalar yayınlayıp bu tarz kayaların üstüne bayrak iliştiriyor bir süredir.

Sorunun ikinci bölümü aslında yanıtı içeriyor. Aynı merkezden komuta edilen iki askeri birliğin çarpışması ne kadar mümkünse o kadar mümkün iki NATO üyesi arasında savaş. Bir de patronun savaşı arzu edip etmemesi, kısa ve dar kapsamlı bir çatışmaya izin verip vermeyeceği konusu var. Bu tarz bir “müsademe” silah satışları bakımından verimli olabilir. Yalnız bu şimdi olmaz. Tam Rusya’ya karşı “konsolidasyon” çabaları bu seviyeye taşınmışken, patron buna izin vermez.

Türkiye ve Yunanistan arasında bu tür gerilimlere yabancı değiliz. Siz bu seferki gerilimde bir farklılık görüyor musunuz? Yoksa aynı ittifaka bağı iki kapitalist ülke eninde sonunda anlaşmaya mahkum mu?

Her zamanki kayıkçı kavgasından farklı sayılabilecek bir durumdan söz etmemizi sağlayacak iki unsur var. Birincisi TR tarafındaki siyasi iradenin daimi kriz ve savaş tamtamlarına ihtiyaç duyacak kadar çaresiz durumda olması. İkincisi ise neredeyse Metaksas’tan beri en sağcı, en gerici, emperyalizm yancılığına en meyilli Yunan Hükümeti’yle karşı karşıya olmamız. “Nasılsa birileri yetişir ve bu sevimsizleri tokatlar“ düşüncesi emperyalizmin bölge temsilciliğini üstlenmeye aday Yunan burjuvazisini kapasitesinin ötesinde riskler almaya sevkedebilir. Bu kısım ürkütücü.

Yine de geçmişe kıyasla birbirlerini çok daha iyi tanımış olan iki ülke halkının bu tufaya düşmeyeceğini ummak istiyorum.

Kalıcı bir anlaşma olasılığı ise yakın vadede en az savaş olasılığı kadar düşük görünüyor. Bu itişme, iki halk kendi kaderine sahip çıkıp Ege’nin iki yakası için tek çözüm formülü olan barış ve ortaklığı dayatana kadar, iki ülkeyi silahlandırmaya devam eden ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin de “içten” desteğiyle devam edecektir.