Bir göçmen mezarlığı olarak Akdeniz

Tehlikede olduğu tespit edilmesine rağmen kurtarılmayan göçmen teknesinin 'caydırıcı' olma adına batırıldığı anlaşılıyor. Bu planlı katliamda tüm oklar ise Avrupa Birliği'ni gösteriyor.

Eren Korkmaz

Akdeniz uzun bir süredir büyük bir insan mezarlığı. Binlerce insanın Avrupa’ya gitmek isterken boğulup yaşamını yitirdiği bir deniz. Bu sayıyı bilmek mümkün değil ama tespit edilenler ve tahmin edilenler dahi binlerce isimsiz insanı işaret ediyor. Bunun en son ve en büyük örneğini ise 14 Haziran günü yaşadık. 750’yi aşkın insanın Libya’dan bindiği tekne İtalya’ya giderken Yunanistan karasuları içinde battı. Yolculardan yalnızca 104’ü kurtulabildi, 78 insanın cesedi bulundu, yüzlercesi ise Akdenizin derinliklerine gömüldü. Gemide yüzlerce çocuk ve kadın varken kurtulanlar arasında tek bir çocuk ve kadın yok. Kurtulanların ifadesine göre dalgalardan etkilenmesinler diye çocuklar anneleriyle birlikte alt güvertede bekliyordu. Bazı tanıklar ise bunun yanı sıra milliyetine göre de güvertelerin ayrıldığını ve özellikle en kötü yerlere Pakistan’dan gelen insanların yerleştirildiğini iddia ediyor. Artık yüzlerce insanın yaşam hikayesini, beklentilerini, hayallerini ve o gün yaşadıklarını bilmemiz mümkün değil.

'Ortada bir suç var'

Burada elbette insanları göçe iten sebepleri, yoksulluğu, savaşları, çatışmaları değerlendirebiliriz. Emperyalizmin yarattığı yıkımlara ve özelde Avrupa Birliği’nin göçmen ve mülteci karşıtı politikalarına değinebiliriz. Bu insanların bu politikalar yüzünden yaşamını yitirdiğini de belirtebiliriz. Ancak burada mesele bununla sınırlı değil. Kısa sürede olayın arka planında ciddi gelişmelerin olduğu anlaşıldı. Yunanistan ve Avrupa Birliği (AB) yetkililerinin, ardından AB’nin sınır güvenlik örgütü Frontex’in baş sağlığı açıklamaları, yas ilan etmeleri, kurtulanlar ile basının görüştürülmemesi, kurtulanların askerlerin gözetiminde tutulması ve olaya dair birbiriyle çelişkili açıklamaların yapılması ile tuhaflıklar dikkat çekiyordu. Birkaç gün içinde çeşitli deliller ve tanık anlatımları ve birbiriyle çelişen yalanlar sonucunda net şekilde anlaşıldı ki yüzlerce insan sadece ihmaller ve izlenen politikalardan dolaylı şekilde etkilenip yaşamlarını yitirmemişler, bizzat bilinçli şekilde, Yunan sahil güvenliği marifetiyle öldürülmüşler. Ortada bir suç, büyük bir katliam var.

Biraz daha geriden aldığımızda, anlıyoruz ki, 750 veya daha fazla insan farklı ülkelerden kalkıp Libya’da Tobruk Limanında bir araya geliyor. Afganistan, Pakistan, Suriye, Mısır gibi çok sayıda ülkeden insan gemide yer alıyor. Gemide Türkiye’den kimse var mıydı bilmiyoruz. Bu insanlar sınırları geçiyor, Libya’da gemiye biniyor, kurtulanların ve gemidekilerin yakınlarının söylediğine göre kişi başı ortalama 4500-5000 avro para ödüyorlar. Ardından yola çıkıyorlar, yol boyunca çeşitli ticari gemiler onları görüyor ve su ve yemek desteği veriyor, otoriteleri bilgilendiriyor. En son bilgilere göre Yunan karasularına girdiklerinde gemi duruyor, artık ilerleyemiyor, gemidekiler yardım talebinde bulunuyor, hatta bazı kurumların anlatımına göre yardım için yalvarıyorlar. Uydu görüntüleri ve diğer gemilerin hareketlilikleri ve anlatımları da geminin olduğu yerde 7-8 saat kaldığını, hareket edemediğini ve sürüklendiğini gösteriyor. Ardından Yunan sahil güvenlik botu geliyor, yanında bir helikopter ve ufak bir botun olduğu da söyleniyor. Yani kurtarmaya gelmiyorlar. Yunan sahil güvenlik botu gemiyi kendisine bağlıyor ve çekmeye başlıyor ve kısa süre sonra gemi batıyor. 

Tanık anlatımlarında iki konu öne çıkıyor. Öncelikle çok yavaş ve kontrollü şekilde çekmesi gerekirken sahil güvenlik botu o kadar hızlı sürüyor ki geminin dengesi bozuluyor ve gemi devrilip batıyor. İkincisi ise Yunan sahil güvenlik botu gemiyi Yunan limanına, güvenli bölgeye doğru çekmiyor. Uluslararası sulara doğru götürüyor. Bu da gemide paniğe yol açıyor. Ya uluslararası sularda bırakıp gideceklerdi veya Libya sahil güvenliğine teslim edeceklerdi. Bu paniğin de geminin dengesini yitirip batmasında etkili olmuş olabileceği iddia ediliyor. Gemi batıyor, az sayıda insan suya atlıyor ama yaşayanlar da 2-3 saat suda kaldıktan sonra kurtarılıyor.

Özetle büyük bir trajedi ve katliamla karşı karşıyayız. Şu ana kadarki bilgilere göre büyük ihtimalle gemi yoluna devam edemiyordu, zaten batma tehlikesi içindeydi, buna birçok ticari gemi tanıklık ediyor, fotoğraf çekiyor, otoriteleri bilgilendiriyor. Ancak gelen Yunan sahil güvenliği onları kurtarmaya gelmiyor, onları Yunan karasularından çıkarayım derken vurduğu darbe ile devirip batırıyor. Burada bariz bir insan düşmanlığı var.

'Bu kirli işi yaptıran Avrupa Birliği'

Yunanistan ve Frontex önce diyor ki “haberimiz yoktu, haber geldiği gibi gittik, sağ olanları kurtardık”, bu hızlıca yalanlandı. Sonra diyorlar ki “biz yardım etmek istedik ama gemi yoluna devam ediyordu, yardımımızı istemediler”. Bu da hemen yalanlandı. Ardından gemiye müdahil olmadıklarını öne sürdüler ama gemiyi bizzat çektikleri anlaşıldı. Ayrıca Frontex’in dronlarının ve Yunan sahil güvenlik botunun saatler öncesinden çektikleri fotoğraflar da ortaya çıktı. Oraya giden sahil güvenlik gemileri gerekli kayıtları da yapmamışlar.

Burada sadece Yunanistan’ın sorumluluğu yok. Yunanistan’a bu kirli işi yaptıran Avrupa Birliği. Bu insanlar da AB tarafından bilinçli ve aktif şekilde ölüme gönderildi. Bu yıllardır yaşanıyordu ama ilk kez bu büyüklükte, kitlesellikte ve açıklıkta bir olay oldu. Yoksa Ege’de ve Meriç’te Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarında sınırı geçen insanların sığınma başvurusu yapmadan dövüldükleri, işkence gördükleri, çırılçıplak soyuldukları, paralarına el konulduğu, botların geri ittirildiği, botların motorlarının söküldüğü biliniyor. Bunların çok sayıda görüntüsü ve videosu da var. Hatta bir kısmını Türk Sahil Güvenlik botları kayda alıp yayınladı. Sınırları geçen insanları yakalayıp işkence eden ve AB’nin karanlık ordusu denilen ekipleri Frontex’in yönlendirdiği, insanların koordinatlarını verdiği ve bu grupların gidip orada insanları yakaladığı ve geri gönderdiği de gazeteciler tarafından kanıtlanmıştı. Ama bunlar genelde küçük gruplardı, ilk kez çocuk, kadın demeden 750'den fazla insan öldürülüyor.

Bilinçli, planlı bir katliam

Zaten bu kadar insanın birçok ülkeden kalkıp Libya’ya gitmesi, oradan gemiye atlayıp günlerce fark edilmeden yolculuk yapması mümkün değil. Özellikle Libya gibi savaşın sürdüğü, tüm istihbaratların ve orduların gözetlediği bir yerde yüzlerce kişinin farklı ülkelerden gelmesi cep telefonlarının verdiği CDR-GPS verilerinden dahi tespit edilebilir. Ayrıca Akdeniz uydularla, dronlarla, sensörlerle sürekli izleniyor. Buna ek olarak ticari gemiler de bilgi veriyor. Sonrasında ortaya çıkıyor ki Frontex de gemi batmadan birkaç gün öncesine kadar izliyormuş. Özetle anlık bir karardan veya yanlış müdahaleden, yerel bir zaaftan bahsetmiyoruz. Gayet bilinçli şekilde, günler öncesinden alınan ve uygulanan bir katliamla karşı karşıya olduğumuzu iddia etmek gayet mümkün.

Bu aslında AB’nin son birkaç haftaki göç konulu çalışmalarıyla da uyumlu. Ülkemizde seçimlerin sonucunun AB’yi çok rahatlattığı malum. Bu sayede Türkiye-AB sınırlarında göçmenleri durdurma ve Türkiye’de tutma konusundaki mutabakat ve aktif işbirliği devam edecek. Ardından AB Kuzey Afrika ülkeleriyle benzeri anlaşmaları güncelledi. Göçmenleri tutması ve bırakmaması için para desteğinden sınırlarda kapasiteyi arttırma ve son teknolojileri sunma konusunda anlaşmalar imzalandı. Tunus Cumhurbaşkanı başta AB’yi eleştirdi ama bu da pazarlığın bir parçasıydı. Bu sırada AB göç politikasına dair yeni kararlar aldı. Tüm bu sürecin tamamlayıcısı ise 750’den fazla göçmenin bilerek, yol vererek, ibreti alem için Akdeniz'de ölüme gönderilmeleri oldu. Bu insanların hepsi rahatlıkla kurtulabilirdi ve bugün hepsi yaşıyor olabilirdi. Ama onların ölümünün ve diğer sınırlarda yaşanan işkencelerin ve tüm bunları aşıp sığınma başvurusu yapanların da hapishane tarzı kamplarda tutulmasının göç etmeyi düşünenleri caydıracağına inanılıyor.

Göçün çok çeşitli sebebi var ve bunlar iç içe geçiyor. Göç alan ve göç veren bir toplum olarak biz de insanların çok çeşitli sebeplerle göçü gündemine aldığını biliyoruz. Bu nedenle caydırıcı olma adına katliamlar yapmanın etkisi sınırlı oluyor. Bu olayın 2 gün sonrasında başka bir gemide 100’ü aşkın insan hedefine varıp sığınma başvurusu yapıyordu. İnsanlar ölüm tehlikesini göze alıp yola çıkıyorlar. Bu yazının kapsamını dağıtmaması açısından bu konular başka bir yazıda değerlendirilebilir. Ancak bu trajedilerin özünde kapitalizm olduğunu görmemek elde değil.