İlk dalganın kimi geç sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Psikiyatrik sorunlardaki artış gibi. Bu tür bir artış öngörüsüne Nisan ve Mayıs ayları boyunca soL’da yer vermiştik ve “salgından sonra size çok iş düşecek” demiştik ama salgının psikolojik sonuçlarını yeni yeni yaşıyoruz işte. İnsanlar depresyon, kaygı bozuklukları, çeşitli bedensel belirtiler, panik ataklar ve intihar düşünceleri için yardım arıyorlar. Kendilerine ve çevrelerine ne olduğunu kısmen anlayarak ya da anlayamayarak.
Salgın nasıl seyrediyor soL’da hemen her gün yazılıyor, farklı boyutlarıyla ele alınıyor ama görünen o ki günlük yeni vaka sayısı belli bir sayıya indikten sonra toplum ve devlet tarafından salgın “oluruna” bırakıldı. İlker Belek bu duruma daha önce “Salgın sünecek!” olarak tanımlamıştı. Öyle de oldu. Yaz aylarının verdiği rahatlıkla önlemler, kısıtlayıcı uygulamalar önemsenmez ya da çok da önemli görülmez hale geldi.
Bu alışma hali içinde ise “2. Dalga” kendini uzaktan belli etmeye başladı. Hafta içinde farklı ülkelerden “önemlerin geri geldiği” biçiminde haberler paylaşıldı. Muhtemelen üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarının zaten “olağan “olarak arttığı sonbahar aylarında yeni bir vaka artış dalgası yaşanacak. Ve tabii ki yeni endişe ve önlemler dalgası da bu vaka artışına eşlik edecek.
İlk dalganın kimi sonuçlarını ise yeni yeni yaşıyoruz. Hem de çok gündeme gelmeksizin. Psikiyatrik sorunlardaki artış örneğin pek gündeme gelmeyen ama gürül gürül ilerleyen bu sorunlardan bir tanesi. Gerçi soL’da bu tür bir sonuç öngörüsüne Nisan ve Mayıs ayları boyunca yer vermiştik ve “salgından sonra size çok iş düşecek” demiştik. İşte salgının görünmez ve sayılmaz sonuçlarından bir tanesini bugünlerde yaşıyoruz. İnsanlar depresyon, kaygı bozuklukları, çeşitli bedensel belirtiler, çıkışsızlıklar ve çaresizlikler için yardım arıyorlar.
Ne yazık ki elimizde şu an Türkiye ile ilgili yayınlanmış araştırma sonucu yok. Yani, tam olarak bir artış var mı, bilemiyoruz. Ama örneğin sağlık çalışanlarına dair farklı dergilerde boy göstermeye başlamış irili ufaklı yayınlar var. Genel toplumda salgın ve karantina önlemlerinin “psikiyatrik/psikolojik” sonuçlarını araştıran çalışma sonucu ise şimdilik yok.
Öte yandan sağlıkçılar arasında yapılan araştırmalar artmış bir riski yansıtıyor: Bu çalışmalar klinik bir değerlendirmeye dayanmasa da sağlıkçılarda depresif yakınmaların, kaygı ve genel stres düzeyinin 3-4 kat arttığına işaret ediyor. Sağlıkçılar arasında artan bir diğer durum da “tükenmişlik”. Zaten “olağan” zamanlarda sağlıkçılar arasında yüksek çıkan “tükenmişlik” salgın döneminde iyiden iyiye artmış durumda. Özellikle de COVID poliklinikleri ve servislerinde çalışanlar arasında. Hatta bir tek bu hizmetlerde yer alan sağlıkçılar arasında.
Türkiye dışındaki ülkelerde yapılan çalışmalara bakacak olursak salgının genel toplumda psikolojik stresi 2-3 kat kadar arttırdığını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Lancet’te İngiltere için yayınlanan bir araştırma sonucu bu artışa işaret ediyor örneğin. Yıllardır genel sağlık için izlenen bir örneklem salgın sürecinde hızlıca yeniden değerlendirmiş ve salgın döneminde depresyon, panik bozukluk gibi sorunların “olağan” zamanlara göre 2-3 kat arttığı görülmüş. Tabii ki salgının psikolojik etkisi herkes üzerinde aynı sonuca sahip değil. Orada da toplumsal eşitsizlikler kendisini belli ediyor: eğitim ve gelir düzeyi düşük olanlar, kadınlar, daha öncesinde psikiyatrik sorunları olanlar, yaşlılar, göçmenler, yeterli sosyal desteği olmayanlar daha fazla etkileniyor. Eşitsizlikler kendilerini salgında da gösteriyor. Hem de her ülkede.
Peki, insanlar salgından neden ve nasıl etkileniyor?
Herkesin kendi hikâyesi başka başka ama nedenlerin başında sosyoekonomik belirsizlikler geliyor. Önlemlerle ilgili bilginin ve güvenin yetersiz olduğu ülkelerde, kesimlerde psikososyal stres daha yüksek görünüyor. Kısa süreli işsizlik ise daha çok katlanılabilir bir durum olarak yaşanmış gibi. Yani geniş emekçi kesimler 3-4 aylık “işsizliğe” psikolojik olarak katlanmışlar. Ama salgına bağlı iş kaybı uzun süredir varolan ekonomik zorlukların üstüne gelince işsizlik bir sorun haline gelmiş görünüyor ve zihinsel stresi arttırıcı bir duruma dönüşüyor.
Tabii ki ekonomik zorlukların birçok yüzü var. Ödenemeyen kiralar, ev değiştirmek zorunda kalmalar, kredi taksitlerinin sıkıştırması, yeni borçlanmalar, borç aramalar. Ve bu “küçük, bireysel” dertlerin yol açtığı yeni “daha küçük ve daha bireysel” sorunlar da insanların zihin dünyasını zorluyor. Zorluklar, yeni zorlukları tetikliyor; tartışmalar, sürtüşmeler, aile içi küslükler ve kırgınlıklar, çeşitli alınganlıklar ve arkadaşlıklara dair dargınlıklar birbirini izliyor. Yani sisteme, düzene ait majör bir sorun kişiler arası ilişkilerde küçük ve bireysel dertlere dönüşüyor. Ve tabii ki genel tablo ile olan bağı da zayıflamış olarak görülüyor.
Benzer bir durum sosyal yaşamdaki belirsizlikler için de geçerli: hatırlanacak olursa seyahat ve sokağa çıkış kısıtlamaları ilk günler “tatil” havasında yaşansa bile uzun sürdüğünde “psikolojik” bir işkenceye dönüşmüştü. Özellikle de gençler ve geç erişkinler için. Tabii ki bu uzun süreli uygulamanın da kaygıyı, depresif duyguları arttıran bir yanı oldu. Birçok ergen ve erişkin sadece bu nedenle bile yardım aramak zorunda kaldı, ilaca başladı. Ancak sorunun sadece sosyoekonomik belirsizliklerle sınırlı olduğunu düşünmek yanlış olacak gibi. Uzun bir zamanı evde, kapalı ve kısıtlı bir sosyal iletişimle geçirmek olağan zamanlarda gündeme pek gelmeyen iki meseleyi de alevlendirmiş durumda: Yaşamın anlamının sorgulanması ve uzun süredir ertelenen ya da katlanılan sorunların artık bir kriz başlığı haline gelmesi.
Yaşamın anlamına dair varoluşsal sorgulama salgın döneminde kendisini belki pek belli etmedi. Daha çok hayvanlar, doğa gibi dolaylı göstergeler üzerinden anlatıldı bu sorgulama. Ama hem salgın ve karantina uygulamaları hem de hemen ardından yaşanan hızlı “normalleşme” özellikle eğitimli kesimler arasında varoluşsal bir sorgulamaya yol açmış durumda. Yaşamın anlamı, toplumdaki hızın ve tüketimin yol açtığı sorunlar, özellikle kendini Türkiye’de giderek daha fazla belli eden vasatlık, insanların depresif bir savunma gibi hayatlarını sorgulamalarına neden olmuş durumda. Düzeni ve insanlığın tarihsel akışını bu tür bir sorgulamaya katabilen kesimin kısıtlı olduğunu belirtmek gerekiyor. Varoluşsal sorgulama şimdilik daha çok bireysel bir çökkünlüğü getiriyor; öfke ve inadı değil.
Kimileri bu sorgulamaların dine yönelme ile sonuçlanacağını da öne sürüyor. Yeni türde dinlerin, tarikatların yaygınlaşacağı yönünde yorumlar yapılıyor. Ama tarihten de biliyoruz ki salgınlar dinleri büyütmüyor, tam tersine, dinlerin toplumsal ve bireysel yaşamdaki etkilerini azaltıyor.
Psikososyal stresi arttıran durumlardan bir tanesi de salgının bireysel hayatlarda uzun süredir ertelenen ya da katlanılan sorunları daha görünür hale getirmiş olması. Bu görünür olma hali yakın ilişkilerden iş, arkadaşlık ilişkilerine kadar uzanıyor. Aile içindeki dertler, eşler arasında kronikleşmiş sorunlar, arkadaşlıklarda yutulan kazıklar, hatta ideolojik ve siyasi pozisyonlar ve hatta dini inançlar artık “kıyamet zamanlarında yaşıyoruz” psikolojisiyle yeniden ele alınıyor. Ve bazı kişiler için uzun süredir bastırdıkları bu köklü sorunlar gün yüzüne çıkıyor.
Bir istatistiği olur mu bilemiyoruz ama 2020 boşanma, iş değiştirme, yurtdışına gitmenin de tavan yaptığı, yapacağı bir yıl olabilir. Tabii ki uzun süreli dostlukların da bittiği ya da yenilerinin de başladığı. Bunların istatistiği ise olmaz. Ama her yeni denge ya da varolan her dengenin bozulması ve yenisi ortaya çıkıncaya kadar geçen süre psikolojik dünyamız için de zorlayıcı bir yan taşır. Stres düzeyimiz artar. Bugün birçok insanın birbirinden habersiz olarak, “tüm bunlar bir tek benim başıma geliyor” diye bir tür felaket hissi içinde yardım arıyor.
Ama bazen de tüm bu dertler ve değişiklikler bazı farkındalıklara da yol açıyor. Bir twitter kullanıcısı bugün şöyle bir cümle yazmış: “Bugüne kadar yaşadığım sıkıntıların hepsinin psikolojik olduğunu sanıyordum. Şimdi anladım ki tüm bunlar sosyolojikmiş”.
Aynen öyle! Psikolojik olanla toplumsal olan aslında çok iç içe.
Ama biraz daha gayret. Ne için mi?
2. dalga kapımıza dayanmadan “Anladım ki tüm bunlar sınıfsalmış” demek için.