SÖYLEŞİ | 'AKP bir model arıyorsa Bangladeş'e baksın'

İktidar ama bilinçli ama çaresizlikten bir ekonomik model tartışmasını attı ortaya. Burada Çin'in adı sıkça geçiyor. Sorularımızı Çin'i yakından takip eden yazar Alper Birdal'a sorduk.

Volkan Algan

Erdoğan geçtiğimiz günlerde Çin'in adını anarak 'Çin de böyle büyüdü' diye bir laf etti. Ne kastettiğini ayrıntılı açmadı ama ihracata dayalı bir büyüme modelini işaret ettiği üzerinden yorumlar yapıldı. Başkanlarının her sözünde keramet arayan, tutarsızlıklarına kılıf bulan ve hatta maaşını bunlardan kazanan bir personel yığını var nasılsa.

İktidar cephesinden benzer şeyler dile getirenler olsa da bunlar, gelen eleştirilere "biz ne yaptığımızı biliyoruz" mesajını verebilmek için üretilen anlık ve derli toplu olmayan yanıtlar gibi görünüyor. Diğer taraftan Erdoğan bunu geçerken söyledi ama sonrasında çiçeği burnunda Hazine Bakanı Nebati "biz Çin modelini, G. Kore modelini vs takip etmiyoruz, Türkiye modelini kuracağız" dedi. Aslında böylesi AKP-MHP koalisyonunun ruhuna daha uygun oldu. Zaten uydurulan, -mış gibi yapılan, iktidar bloğunun işine gelenleri bir araya toplandığı her şeye artık Türkiye modeli deniyor ülkede. Örnek mi, devletin yeni yönetim modeline de Türk tipi başkanlık diyorlar. 

Konu Çin'in büyümesi ve iktisadi gelişmeler olunca her iki konuyu da iyi bilen bir isim olan Alper Birdal'a sorularımızı yönelttik. Birdal bu yıl içinde Yazılama Yayınevi'nden çıkan Hegemonya Bunalımı ve Çin adlı kitabında Çin'in ekonomik serüvenini, ayrıntılı veriler ışığında analiz etmişti. Bu kitabı sadece Çin'in ekonomik hikayesini merak edenlere değil, bu hikaye emperyalist sistemin yaşadığı dönüşümle birlikte incelendiğinden, "Dünyada değişen ne?" sorusuna yanıt arayanlara da şiddetle öneriyoruz. Veri okumaya pek alışık olmadığımız için kitap başta biraz zorlasa da okur eğer sabırlı olursa bu emeğin hakkını alacağından emin olabilir. 

***

Öncelikle AKP iktidarı sizce ekonomide ne yapmaya çalışıyor?

Malum artık bakan demek doğrudan patron demek, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de bu geleneği sürdürenlerden. Yeni bakan dün gazeteci Sevilay Yılman'a verdiği röportajda bir patron ağzıyla "Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse." dedi. AKP'nin yarattığı ekonomik çöküş bundan daha kibirli bir şekilde dile getirilemezdi herhalde. Özetle "ben patronum, her şeye bu pencereden bakıyorum" diyor. AKP'nin ekonomide yaptığının da yapmaya çalıştığının da özeti budur. Patronların çıkarlarını korumak, emekçiyi yarattıkları enkazın altında kaderine terk etmek...

Bu anlamda ben ortada yeni bir şey olduğunu, yeni bir "modele" geçildiğini düşünmüyorum. Yalnız yeni olan, AKP'ye kabaca 10 yıl kazandıran muazzam varlık satışlarında ve uluslararası likidite bolluğunda artık denizin bitmesidir. Uzun süre bu iki dinamik sayesinde gemiyi yürüttüler. Emekçilerin alın teriyle yaratılan, Cumhuriyet'in kazanımları arasında yer alan devasa kamu teşebbüslerini sermayeye peşkeş çekerken, bir yandan da dünyadan sıcak para akıyordu. Sonrası malum; kısa bir süre yeni Osmanlıcılığı pazarlayarak Körfez ülkelerinden gelen kaynakla idare ettiler. Ama artık deniz bitti. Şimdi bu nedenle yeni bir model varmış gibi yapıyorlar. Patron bakan "bize inanın, bize güvenin" diye adeta yalvarıyor. Herhalde sermaye sınıfına söylüyor bunları.

Ne yapacaklar? Faizleri düşürüp ucuz kredi bolluğu ve teşvikler üzerinden ekonomide büyüme sağlayacaklar sözüm ona. Ama burada "bize inanın, güvenin" yakarışlarının esas karşılığı emekçi sınıfların maruz kaldığı sömürüyü katbekat artırmak. İşte bunu yapıyorlar. Asgari ücret artık neredeyse bir tavan ücret haline getirildi. Asgari ücretle çalışan milyonlar, hani o pek sevdikleri ifadeyle "çarklar döndükçe" daha uzun saatler ter dökmeye mahkum edildi. Buna bir de enflasyonla yaşanan kayıpları ekleyin. Enflasyon emekçi sınıflardan sermayeye kaynak aktarımının dolaylı bir yoludur. Sermaye sınıfı bu çöküşten yalnızca kur sayesinde kazanmıyor, enflasyon sayesinde de kazanıyor. Erdoğan ve hık deyicileri utangaç bir şekilde "fırsatçılıktan" söz ediyor, ama fırsatçılığın çanak tutuculuğunu yapmaktan asla geri durmuyor.

soL TV'de geçtiğimiz dönem yayınlanan "Tarih ve Gelecek" programında Alper Birdal ile yapılan söyleşi

Buradan söyledikleri gibi güçlü bir sanayi, ihracatta şahlanan bir Türkiye çıkabilir mi? Asla çıkmaz. AKP 20 yıldır Türkiye sanayisinin de tarımının da altını oydu çünkü. Size çok basit bir denklem vereyim. TÜPRAŞ'ı, Petkim'i, Telekom'u vs. satan doları kontrol edemez. Bu varlıkları üç otuza sermayeye peşkeş çeken iktidar, sanayide hamle falan yapamaz. Çünkü sanayide hamle yapmak için önce bu alanlarda kamu denetimi sağlamak durumundasınız. Altyapıda, telekomünikasyonda, petrokimyada hiçbir şeyi kalmamış bir devlet mi yapacak bunu? Ne doları kontrol edebilirler ne de kalkınma hamlesi yapabilirler.

Peki Çin Türkiye için bir model olabilir mi sahiden? Ya da böyle bir model var mı, niye geçiyor tartışmalarda böyle bir ifade?

Çin'in iktisadi yükselişi bir hegemonya bunalımının ürünüdür. Emperyalizmin eskisi gibi yönetemediği bir dönemde sermayenin muazzam bir iştahla akın ettiği bir ekonomiden söz ediyoruz. Bunun karşısında bunalımın, tam boy teslim olmak durumunda kalmadan, iktisadi kalkınmasını sürdürmesine müsade ettiği bir ülke Çin. Ben bu dinamiklerin bir tekrarının olabileceği düşüncesinde değilim. Bu anlamda kanımca bir Çin "modeli" yoktur. Çin, daha çok hegemonya bunalımına doğmuş bir arızadır.

AKP Türkiye'sinin Çin'in yükselişinden çıkarttığı sonuçsa bana kalırsa açık. Ucuz ve nitelikli emekgücünü pazarlayarak uluslararası değer zincirlerinin daha yakın coğrafyalara daralmasından pay kapmak istiyorlar. Çin bunun için öncelikle muazzam büyüklükte sermaye birikim oranlarını güvence altına aldı ve böylece ucuz emek sömürüsünü gösterişli büyüme oranlarıyla birleştirebildi. AKP'ninse tek silahı emeği daha da ucuzlatmak; bunun yanına ekleyebileceği birikim oranlarıysa yok. Bunun için, önceki sorunuzda değindiğim (TÜPRAŞ, Petkim, Telekom...) değerlere ihtiyacınız var çünkü. Şimdi onların yerinde yeller esiyor. Bu kafayla AKP kendine bir model arıyorsa daha çok Bangladeş'e bakmasını salık veririm.

AKP'nin, pandemi nedeniyle tedarik zincirinde yaşanan sorunları fırsat bilip, Batı'nın Çin'den ithal ettiklerini Türkiye'den sağlamaya ya da oraya yaptığı yatırımları buraya çekmeye dönük bir pozisyon aldığı yolundaki yorumları gerçekçi buluyor musunuz? Türkiye Çin'i ikame edebilir mi?

Ben Çin'in uluslararası değer zincirleri içindeki konumunun ikame edilebilir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Çin, değer zincirlerine eklemlenirken değer zincirlerini de kendisine bağladı. Bunu giderek daha çok segmentte üreterek, teknolojinin daha üst basamaklarında ürün vererek yaptı. Emperyalist tekellerin bu altyapıyı ve iktisadi bağlantıları çok büyük sarsıntılar olmadan gözden çıkarmasının imkanı yok. Dolayısıyla AKP Türkiye'sinin burada kendisine çalacak bir rol bulması bence boş bir hayal.

Daha gerçekçi senaryo, Türkiye'nin geleneksel olarak hinterlandında bulunduğu Avrupa sermayesiyle ilişkilerinde bir restorasyonun yaşanmasıdır. Ama bu da Erdoğan'la değil, Erdoğan'sız bir Türkiye'yle daha mümkün görünüyor. Bunu bir ekonomik kurtuluş olarak görmekse düpedüz aptallık olur. Zira Türkiye sermaye sınıfının geleneksel rotası budur ve bu rotanın Türkiye'nin bağımsızlığına da refahına da bir katkısı olmadığı deneyimle sabittir.

Çin'in bir süredir ekonomide makas değiştirdiği konuşuluyor. Siz Çin'i yakından takip eden biri olarak oradaki durumla ilgili ne söylersiniz? Bu makas değişikliği hatırlatmasının AKP iktidarına "Çin bile ihracata dayalı ucuz işgücüyle büyüme modelinden iç talebe de yaslanan, nitelikli üretime geçti" uyarısıyla yapıldığını görüyoruz.

Çin 2008 kriziyle makas değiştirmiş görünüyor gerçekten. Ama bir kez daha bu makas değişikliğinde emperyalizmin krizinin belirleyiciliğine işaret etmek durumundayız. Çin yalnızca içe dönmedi; 2008 sonrasında kendi hinterlandını konsolide etmeye başladı. Başka bir ifadeyle adlı adınca emperyalist bir güç halini aldı ve bunun ruhuna uygun bir şekilde hareket etmeye başladı. Bunu bir "içe kapanma" olarak okumak büyük ahmaklık olur. Çin değer zincirlerindeki pozisyonundan vazgeçmiyor ki; kendisinin merkezinde olduğu zincirler kuruyor.

Buradan AKP'ye ne gibi bir uyarı çıkar bilemem, ama emperyal hevesleri aşikar olan bir iktidarın Çin'in mevcut durumuna gıptayla baktığını tahmin edebiliriz.

Son olarak, siz Türkiye için 'doğru ekonomi politikası' diye bir şeyin varlığına inanıyor musunuz? Ekonominin durumu ortada, şimdi iktidarı eleştirmek kolay, malzeme çok. Ama "Ne öneriliyor?" diye daha dikkatli bakıldığında ne siyaset kurumundan ne de her şeyin uzmanı yorumculardan derli toplu bir yanıt alamıyoruz sanki...

Bugün AKP karşıtlığı adına doğru olarak sunulan nedir? Merkez Bankası bağımsızlığı adına faizi ve kuru serbest bırakalım. "Serbest", yani piyasanın belirleyiciliğine. Avrupalı tekellerle nikah tazeleyelim, yeniden AB üyeliği için kolları sıvayalım. Sıcak para hareketlerine ilişmeyelim, özelleştirmelere tam gaz devam edelim. Bunlar "doğru" ise 24 Ocak Kararları da doğruydu; 12 Eylül de haklıydı; AKP'nin 20 yıllık iktidarının büyük kısmına "doğruluk" damgasını vurmuştu dememiz gerekir.

Türkiye on yıllardır bir faiz-kur-sıcak para cenderesinde. Bu cendere, şu anda da bir örneğini yaşadığımız gibi, en çok emekçi sınıfları eziyor. O halde biz "doğru"ya buradan, yani emekçi sınıfların penceresinden bakalım. Pahalılığa son vermek, işsizliğe son vermek, sömürüye son vermek neyi gerektirir, bunu tartışalım. Ben en başa yazılması gerekeni söyledim; meselelere önce sınıfsal bir perspektften bakmak gerek. Sonrasını tartışmak, tartıştırmaksa siyasetin işi.