Eğitim İş Genel Başkanı soL'a konuştu: İş bırakma, örgütlenme mevsiminin geldiğini haber veriyor

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, sendikanın çağrısıyla geçtiğimiz gün gerçekleştirilen iş bırakma eyleminin sonuçlarını soL'a değerlendirdi.

Sancak Yıldız

Eğitim-İş Sendikası “Bu yoksulluk, bu sömürü artık yeter! Gün umutsuzluğa kapılma, kendini çaresiz ve güçsüz hissetme günü değildir. Gün dayanışma günüdür, mücadele günüdür” çağrısıyla geçtiğimiz gün Türkiye’nin birçok noktasında iş bıraktı.

Grevin hedeflerini ve sonuçlarını soL için değerlendiren Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay, eğitim emekçilerinin yaşadığı sorunları ve Türkiye'de eğitimin geldiği son süreci anlattı. 

Uzunca bir süredir ülkenin gündemini hayat pahalılığı, enflasyon, ekonomik kriz konuları belirliyor. Böyle bir ortamda merkezi bir iş bırakma eylemleri çağrınız oldu. İş bırakma eylemi kararı almanızın temel nedenlerini anlatır mısınız?

İş  bırakma eylemi yapma kararımızın en temel nedeni artık bıçağın kemiğe dayanmasıydı. Eğitim emekçilerinin korkunç bir hızla yoksullaşması, öğretmenliğin bizzat iktidar eliyle itibarsızlaştırılmaya çalışılması, eğitimin her geçen gün biraz daha gericileştirilip bir nebze daha piyasaya açılması biz eğitim emekçilerini nefes alamaz hale getirdi.

Saray’ın hınk deyicisi kadar sembolik duran Milli Eğitim Bakanlığı’nın, eğitim emekçisini ve onun hayati sorunlarını önemsemeyenlerin hatırlaması gereken bir husus vardı: Bu toprakların tarihinde eğitim emekçileri hep toplumun aydınlık, ilerici yüzünün sembollerinden olmuştur. Mirasçısı olduğumuz Köy Enstitülerinin, TÖS’ün, TÖB-DER’in öğretilerinin bugünde bir karşılığı olmadığını düşünenlere bir hatırlatma borçluyduk.

İş bırakma eylemimiz o yüzden sadece bir hak arama aracı değil, aynı zamanda Fakir Baykurt’un söylediği gibi “Öğretmen yalvarmaz, boyun eğmez, ders verir” demenin bir yoluydu. Biz de bu yolu kullandık. Sarı sendikalar ile hükümetin kurduğu müsamere masalarında yoksulluğa mahkum edilen, liyakatsiz yöneticilerce azarlanan, mobbinge uğrayan eğitim emekçisine bir borcumuz var. Konforlu sendika koltuklarından vitrinlik muhaliflikle eğitim emekçisinin hakları için mücadele verilemeyeceği artık her kesimin malumu. Direngen, haklarında inatçı, mücadelesinde uslanmaz, baskılarda yılmaz bir kitle sendikacılığı tüm emek cephesinde olduğu üzere eğitim alanında da büyük bir ihtiyaç. Biz, bu ihtiyaca cevap olabilecek tek sendika olduğumuzu da göstermiş olduk.

Öğretmenler ve tüm eğitim emekçileri alım gücü mağduriyetlerini dile getiriyor. Son süreçte etkisini daha da arttıran hayat pahalılığı ve ekonomik gidişattaki bozulmalar eğitim emekçilerini nasıl etkiledi?  

Bildiğiniz üzere AKP’nin bilime aykırı ve akıldışı ekonomi politikaları nedeniyle enflasyon dizginlenemez bir hal aldı ve işçi sınıfı hızla yoksullaştı. Kıymetli fabrikaların satılması, yerli tarıma sırt çevrilmesi, devlet kaynaklarının tüm yurttaşlara ve kalkınmaya değil yandaşlara harcanması gibi sistematik uygulamalar, ülkedeki üretimi de üreteni de görünmez kıldı.

AKP iktidarının 20 yıldır sistematik olarak neredeyse tüm mal ve hizmetler açısından ülkemizi dışa bağımlı hale getirmesinin acı faturasını halk ödüyor. Milli paramız tüm dünya paraları karşısında hızla değer kaybetti ve kurdaki dalgalanmalar biz emekçiler için tsunamiye, katlanılamaz bir enflasyona dönüştü. Etiketlerdeki, kiralardaki, faturalardaki rakamlar öyle hızla yükselmeye başladı ki aldığımız ücretlerin bir önemi kalmadı, yaşamak imkansızlaştı.

Zengini daha zengin, emekçileri ise daha yoksul hale getiren bu eziyetten, eğitim emekçileri de payını en ağır biçimde alıyor. Sözde toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarına reva görülen 2 yıllık zamlar yıl bitmeden eridi bile. Enflasyon ve artan vergi dilimi ile kamu emekçisinin alım gücü yerle bir oldu. Maaşının 3’te 2’si kira, fatura gibi kaçınılmaz giderlerle eriyen eğitim emekçileri, daha ayın başında ayın sonunu kara kara düşünür hale geldi.

Öğretmenlerin yüzde 65’inin belli aralıklarla borç almak zorunda kaldığını, yüzde 90.2’sinin kredi kartı borcunu ödeyemiyor

Sendikamızın yaptığı kapsamlı bir araştırma, öğretmenlerin yüzde 65’inin belli aralıklarla borç almak zorunda kaldığını, yüzde 90.2’sinin kredi kartı borcunu ödeyemediğini ortaya koydu. Bakın 11 yıllık bir öğretmenin maaşı 5.200 lira. Oysa konfederasyonumuzun Aralık ayı araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının altında kalmamak için süt, peynir ve yoğurda bir ayda harcaması gereken para 1.211 lira. 4 bin lirayla bu öğretmenimiz son 1 yılda korkunç artış gösteren kirasını mı ödeyecek, bir yılda yüzde 55’ten fazla zamlanan meyve, sebze ve sıvı yağ ihtiyaçlarını mı karşılayacak, yoksa faturaları mı halledecek? Artık maaşların alım gücündeki düşüşleri çeyrek altın üzerinden anlatma devri kapandı: Geçen yıl Aralık’ta maaşına 433 tüm tavuk alabilen bu öğretmenimiz şimdi sadece 226 tane alabiliyor, yani neredeyse yarısı kadar! Geçen yıl Aralık ayında maaşına 6.250 yumurta alabilen bu öğretmenimiz, şimdi ancak 2500 yumurta alabiliyor. Yani yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan bilinmez ama bu paralar öğretmenden çıkmaz. Orası kesin. Anadolu’da dedikleri gibi: Bu sıcağa kar dayanmaz!

Eğitim alanında da farklı konfederasyonlar/sendikalar var. Bu sürece dair şu ana kadar ilk kez Eğitim-İş Snedikası tarafından "iş bırakma" gibi bir mesai durdurma örgütlenmiş oldu. Ancak eğitim alanında en çok üyeye sahip sendikanın da Eğitim-Bir-Sen olduğunu biliyoruz. Kamuoyunda da bu açıdan Eğitim-Bir-Sen'e çok kez bu sessizliği soruldu. Bu sessizlik hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden sessiz kalıyorlar?

Sessiz kalmalarının nedenleri her birine göre değişebilir ama biz biliriz ki “susmak onaylamaktır.” İş bırakma eylemi öncesinde her birine çağrıda bulunduk, resmi davet yolladık. Her biri bu resmi daveti aldı ama katılmamayı uygun gördüler.

Oysa bu eylemin talepleri çok netti: "İnsanca yaşamak için tüm eğitim emekçilerinin maaşlarına yüzde yüz zam. Sistematik ve hadsiz saldırılar altındaki meslek onurumuzun tekrar tahsisi. Tüm eğitim emekçileri için kadrolu, güvenceli çalışma ve insanca çalışma şartları. Atatürk’ün bize emanet ettiği yeni nesiller için laik, bilimsel, adil ve kamusal bir eğitim ve ekonominin inatla değil akılla yönetilmesi, enflasyonun dizginlenmesi."

İş bırakma eylemimize katılmayan sendikalar işte bu tartışılamayacak kadar haklı ve net taleplere sırt çevirmiş oldular. Ama böyle anlar kimin ne renk olduğunu gösteren turnusollerdir ve eğitim emekçisi bu eylem sayesinde büyük bir farkındalık eşiği yaşadı. Başka sendikaya üye çok sayıda eğitim emekçisi eylem için bize desteklerini, teşekkürlerini iletti; kendi sendikalarını atıllıkları nedeniyle suçladı. Bu farkındalık iklimi, doğru ve güçlü bir örgütlenmenin mevsimini haber veriyor. Eğitim-İş’i konumlandırdığımız yer işte tam da burası!

Merdiven altı atölyelerden, özel okullara, fabrikalardan maden ocaklarına kadar her yerde isyan rüzgarı esiyor. Bu rüzgar, daha yaşanabilir bir düzene, daha mavi bir kıyıya ulaşmak için yelkenimizi şişirecek tek aracımız.

Hepimiz, aynı sömürü çarkı içinde benzer yöntemlerle ezilen emekçileriz. Yakalarımızdaki renk farklı olabilir ama yoksulluğumuzun rengi aynı.

Direnen tüm işçi kardeşlerime sesleniyorum: Hepimiz, aynı sömürü çarkı içinde benzer yöntemlerle ezilen emekçileriz. Yakalarımızdaki renk farklı olabilir ama yoksulluğumuzun rengi aynı. Emek düşmanı bu düzeni değiştirebilecek, bu vatanı yandaşların daha eşit olduğu bir ülkeden Atatürk’ün kurduğu gibi “kimsesizlerin kimsesi” olan bir Cumhuriyet’e döndürebilecek tek güç, toplumun örgütlü ve aydınlanmacı davranabilmesi. Hakkını arayan, örgütlü bir toplumun önünde hiçbir güç duramaz. Hakkını arayan işçi sınıfını saygıyla selamlıyor, “Başöğretmen Atatürk’ün eğitim neferleri de sizlerle” diyoruz!