Bir Maradona yazısı: Hayvanlar ve hilekâr dâhiler

İngiliz gazetelerin, 34 yıl önce oynanan bir futbol karşılaşmasındaki numara ve hakem hatasını hatırlatmanın arkasındaki tek neden, haksızlığa uğrama hissi değildir.

Sinan Odabaşı

İnsanlık tarihinin en popüler kolektif oyununun belki de en büyük virtüözünün ölümünü, "bulvar" basını ya da bu tip gazetelerin basıldığı kağıdın boyutuna atıfla "tabloid" olarak adlandırılan bazı İngiliz gazetelerinin duyurmadaki saygısızlığının, bu yazıyı yazmama neden olduğunu itiraf ederek başlamak isterim. 

Sözkonusu gazetelerin kötü şöhretleri açısından şaşırtıcı sayılmayacak bu tutumlarının görünürdeki nedeni, 1986 Dünya Kupası Çeyrek Final maçındaki hadisedir. Bu karşılaşmada Maradona'nın topu eliyle, kaleci Shilton'un heybetli cüssesinin üzerinden aşırarak takımını öne geçirmesi, golün kahramanı tarafından "Tanrının eli" diye değerlendirilmiş, olayın mağduru takımın ülkesindeyse kendilerine karşı yapılmış büyük bir haksızlık ve hile olarak algılanmıştır. Bunlar yalnızca kazanan ve kaybedenin olağan tepkileri olarak düşünülmemelidir. İki ülkenin futbol kültürü arasındaki farklılıklar da bu değerlendirmelerde belirleyicidir. Arjantin'de - en azından bir zamanlar -  hakemi yanıltarak rakip takımın eksilmesini sağlayan bir oyuncu, teknik direktörü tarafından övgüye değer bulunabilirken, aynı davranışı İngiltere'de tekrarladığında kendi takım arkadaşlarının dahi tepkisini çekebilmiştir. Kimilerine göre bu etik tutumun yaygın biçimde benimsenmesi, Premier Lig'in günümüzdeki egemen konumunun oluşmasını sağlayan etkenlerin de başında gelmektedir. Diğer yandan İngiltere'de de, bence seyir zevki açısından daha büyük bir günah olan "kasap" futbolcuların, bir dönemler romantize edildiği de unutulmamalıdır. Yine de şunu söylemek gerekir. Yalnızca futbolun değil, modern zamanların en büyük evrensel popüler figürlerinden birisinin ölümünden sonra, 34 yıl önce oynanan bir futbol karşılaşmasındaki numara ve hakem hatasını hatırlatmanın arkasındaki tek neden, haksızlığa uğrama hissi değildir.

Her şeyden önce futbol hatalar oyunudur, oyunun düşük skorlu olması da, hakemlerinkiler de dahil olmak üzere bu hataları diğer birçok spor branşında olduğundan daha görünür kılar. İngiltere ulusal takımı de diğer tüm takımlar gibi zaman zaman bu hataların bazen mağduru, ancak bazen de avantaj yakalayanı olmuştur. 1990 Çeyrek Finali'nde Kamerun'a karşı kazanılan ikinci penaltı, dört yıl önceki kadar bariz bir hakem hatası olmamakla birlikte, en hafif tabirle tartışmalı bir karardır. Ülkenin Dünya Kupası'nı kazandığı 1966 finalinin uzatmalarında, Federal Almanya'yla olan eşitliği bozan golün çizgiyi geçip geçmediğiyse, futbol tarihinde tartışmalı pozisyon denilince akıllarda canlanan belki de ilk imgedir. 

Peki bu izansızlığın nedeni nedir, ya da bunu yalnızca "bulvar" basınının kaba, sivri üslubuyla açıklamak mümkün müdür? Futbol dünyasının büyük isimlerine nadiren layık görülen "Sir" ünvanıyla onurlandırılan Alf Ramsey'in, sert geçen 1966 Çeyrek Finali'nden sonra "en iyi oyunumuz futbol oynamaya gelmiş doğru türdeki rakibe karşı görülebilir, hayvanlar gibi davrananlara karşı değil" diyerek, bütün bir Arjantin takımına saldırmasındaki kibirle, The Sun ve türevlerinin komik hazımsızlığı arasında bir bağ yok mudur? Ayrıca unutulmamalıdır ki, bu olayın Arjantin'deki etkileri büyük olmuştur. Öncesinde İsviçre ve İspanya'yı mağlup eden ve 36 yıl aradan sonra yeniden iyi bir turnuva geçiren milli takım, başkentte devlet töreniyle karşılanmış, ölçülü olmasıyla bilinen Cronica gazetesi dahi, "Önce Malvinas (Falkland) adalarını, şimdi de Dünya Kupası'nı bizden çaldılar" manşetiyle çıkmıştır. 1986'daki tarihi maçın, Arjantin'e yakınlığı ve Birleşik Krallık'tan binlerce mil uzakta olmasıyla bilinen Güney Atlantik'teki bu küçük ada parçacıklarına, Arjantin'de yönetimde bulunan faşist cuntanın yaptığı başarısız harekattan birkaç sene sonrasına rastlamasının da, karşılaşmanın Arjantinli futbolcular nezdindeki duygusal yoğunluğunu arttırdığı bilinmektedir. Kısacası iki ülke arasındaki futbol maçlarının geriliminin arkasında, bir sahtecilik ya da bir hatadan daha fazlası bulunmaktadır.

Bulvar basınının saygısızlığını yalnızca futbolla açıklamanın güçlüğünü ima ettiğim anlaşılmış olmalıdır. Futbol sahası dışından kaynaklanan daha altta yatan bir nedenin, bunu tam anlamıyla ortaya koymak güç olsa da, sömürgeci kibiri olduğunu düşünüyorum. Zira Maradona'yla İngiltere, yalnızca futbol sahalarında karşı karşıya gelmemiştir. El Diego, Latin Amerika'da özellikle de şu son 20 yılın "pembe dalgası" olarak da anılan, sosyalist ya da sol-sosyal demokrat hükümetlere ve halk hareketlerine desteğini esirgemezken, Birleşik Krallık hükümetleri ve sermayesi, ABD'nin başını çektiği emperyalist kampın bu dalgaya karşı ekonomik ve siyasi istikrarsızlaştırma girişimlerine iştirak etmiştir. Maradona, giderek Küba ablukasını anımsatmaya başlayan ağır ekonomik yaptırımlara maruz bırakılan Venezuela'nın Bolivarcı hükümetine de desteğini açıklarken Bank of England, 1 milyar doları aşan Venezuela hükümet kaynağına el koymuş, İngiliz egemenleri de diğer tüm AB ülkeleriyle birlikte ABD'nin peşine takılarak, Orta Çağ'ın düzmece prenslerini andıran, kerameti kendinden menkul bir kimsenin hayali başkanlığını tanımıştır.

Burada elbette "ölünün ardından kötü söz söylenmez" demek istemiyorum. Adına kilise açılacak kadar mitleşmiş birisinin her açıdan tartışılması, yaşantısının her anının haber niteliği taşıması da doğal. 60 yıllık yaşamının üçte ikisini bu ilgiyle yaşamış olan Maradona'nın da, sorunlu geçmişinin hatırlanmasından çokça rahatsız olmayacağını düşünebiliriz. Biraz da hışımla yazılmış bu yazıda, Maradona'nın saha içinde ve saha dışında yoksul emekçilerin takımında olduğunu, arkasından söylenen olumsuz sözlerin de, kendisinin de defalarca kamuya açık biçimde yüzleştiği madde bağımlılığı ya da 34 sene önceki bir anlık uyanıklığından kaynaklanmamış olabileceğine dikkat çekmek istedim.

Bu yorumlarımı duyan bir arkadaşım "senin takımına elle gol atsa da böyle düşünür müydün?" benzeri bir soru yöneltti. Aslında bunun çok benzeri de dört yıl sonra yaşanmış, 1990 Dünya Kupası'nda Sovyetler Birliği'ne karşı oynanan karşılaşmada Maradona, kaleye yönelen ve yakın arkadaşı olan kaleci Goycochea'yı bir hayli zorlayacağa benzer olan kafa şutumuzu eliyle çelmişti. Dolayısıyla yanıtımı buradan vereyim, el Diego için lafı mı olur!